Dokunulmaz adam!
Bir hata, bir ihmal, bir öngörüsüzlük ama bir şey mutlaka var.
Bu kadar ölümün, bu kadar acının, bu kadar yıkımın can alıcı soruları vardır ve bu soruların cevabını bulmadan yürekler huzur bulmaz.
'Kaza' ve 'kader' özürlerimizi, kabahatlerimizi, günahlarımızı gizleyeceğimiz kavramlar değildir.
Kaza ve kadere sığınarak bu soruları sormazsak, cevapları bulamazsak, önlemlerimizi almazsak benzer faciaları tekrar tekrar yaşayacağız demektir.
Marmara Depremi'ni hatırlayalım. Binlerce insanımız öldü. Köylerimiz, kasabalarımız, şehirlerimizin bazı bölümleri enkaza dönüştü. Deprem ülkesi Türkiye bu büyük faciaya hazırlıksız yakalandı.
Oysa depreme hazır olabilirdik. Kayıplarımızı en aza indirebilirdik. Bazı yıkımları öngörebilir, tedbirlerimizi alabilirdik. Yapılmadı ve bütün ülke ağıtlarla yankılandı.
Bu hazırlıksızlık, tedbirsizlik kader değildi. İhmaldi. Sorumsuzluktu.
Marmara Depremi'nden sonra büyük bir seferberlik başladı. Ders alındı, depreme karşı her alanda önlemler alındı. Yeterli mi? Elbette değil ama Türkiye tarihinde o dönemin Türkiye'si değil.
Çünkü o deprem, o acı ülke çapında müthiş bir dayanışma örneğine dönüştü. Göz yaşartıcı bir yardımlaşma gördük. Bu dayanışmadan sonra Türkiye'nin yardım ve organizasyon kabiliyeti uluslararası boyutlarda örnek gösterilir hale geldi, sınırları aştı.
Marmara Depremi ile kıyaslamıyoruz elbette. Ama sadece kader diye üstünü örtemeyeceğimiz bir facia ile yüzleştik. Acılarımıza katlanacağız, yaralarımızı saracağız, ihtiyaçlarımızı gidereceğiz. Böyle bir kazayı tekrar yaşamamak için ne gerekiyorsa yapacağız.
Ama bunu sorgulayacağız. O madeni işleten şirketin hatalarını görmezden gelmeyeceğiz. Daha fazla karlılık derken ihmal edilen tedbirleri görmezden gelmeyeceğiz.
Soma faciasının üzerinden üç gün geçmeden şirketin ihmalkarlıkları bir bir ortaya çıkmaya başladı. Yaşam merkezlerinden çalışma şartlarına, vardiya sistemine ve medyada tartışılan bir çok meseleye kadar şirketle ilgili sorgulama başladı.
Neden bu kadar çekingenlik yaşandı? Neden kimse o şirketin sahibinin adını bile ağzına almamakta direndi? Kamuoyunu iyi yönetmekle, medyayı iyi kullanmakla, başarılı PR çalışması yapmakla olmuyormuş bunlar?
Böylesi büyük bir facia karşısında kimse masum değildir, dokunulmaz değildir. Sorular sorulmalı, incelemeler yapılmalı. Varsa hataları hiç kimse kimseyi korumaya kalkışmamalı.
Bizler kapitalizmin sadece karlılığa endekslenen acımasızlığına karşı değerleri önemseyen bir milletiz. Değerlerimiz, insana saygımız, dayanışmamız bizim insan yönümüzdür ve kimse bize bunları unutturamaz. Hiçbir güç bunları anlamsızlaştıramaz. Alın terini kutsal sayan bir medeniyetin mensuplarıyız çünkü.
Daha cenazelerimiz yeni kalkıyor. Soma ve civar bölgelerde ağıtlar yankılanıyor. Sıra sıra mezarlar kazılıyor. Baba-oğul, kardeş yan yana defnediliyor. Acılar paylaşılıyor. Bunlar varken kalplerimiz yorgunken sorular soramıyor olabiliriz.
Ama sorulacak? O şirket bütün bunların hesabını vermeli. Kendini temize çıkarmalı. Çıkaramıyorsa bedelini ödemeli. Öyle kendini gizlemekle, güçlü ilişkilerin korumasına sığınmakla olmaz.
Maden ruhsatının iptali dahil, imtiyazları elinden alınmalı. Bir şirketin tarihinde böyle kara bir leke varken yeniden bu tür işletmelere girişmesine izin verilmemeli.
Açık söyleyeyim: O madenin işletmecisi, sen, dokunulmaz değilsin.
Çünkü bu bir ulusal meseledir. Bir iş kazası değildir. Bunu iş kazası olarak görürsek büyük bir hata yapmış oluruz. Türkiye dışında Pakistan gibi ülkelerin bile bayrakları yarıya indirilirken, Latin Amerika ülkelerinde bile yas tutulurken, acı dünya geneline yayılırken bu sorumluluğu üstlenmeyen bir şirketi ve sahiplerini korumak en azından ahlaken mümkün değildir.
Bu elbette bir linç, yok etme çağrısı değil. Bu, bir adalet çağrısıdır. Devlet iradesi kamu vicdanını rahatlatacak adımlar atmak zorundadır.
Bu tür büyük felaketler toplumsal travmalara neden olur. Toplumsal psikolojiyi derinden sarsar. Yıllarca toplumsal hafızadan izi silinmez.
Ama bizim kültürümüz felaketleri dayanışmaya dönüştürme kültürüdür. Toplumsal kaynaşmaya ayarlı bir kültürdür. Adaleti yerine getirmekle linç kampanyasına, acı üzerinden siyasi hesaplaşma çirkinliğine sürüklenme tehlikesine karşı da son derece dikkatli olmak zorundayız.
Bir gram acı hissetmeyenlerin bu işi istismar etmelerine izin vermemek gerekir. Kitleleri bir istismar uğruna sokağa sürmeye çalışanlara dikkat etmek gerekir.
Anadolu'nun derin vicdanı, merhameti bu acının üstesinden elbette gelecektir. Devlet de, bu toplumun bireyleri olarak bizler de şehit yakınlarının yanında olacağız.
Unutmayacağız ve hesap sorulması için de ısrarcı olacağız.
Üç gündür, bütün ülke gözyaşına boğulurken birilerinin ısrarla söz konusu şirketi ve sahibini koruma telaşının, ona bir tür dokunulmazlık zırhı giydirdiğinin farkedilmediği sanılmasın.
Unutmayın, oğlunun mezarı başında ağıtlar yakan o annenin feryadı kadar bu toplumu sarsacak bir güç yoktur.