Emine hanımın gözyaşı sahte mi?

Emine hanımın gözyaşı sahte mi?

Acaba Emine Erdoğan'ın Gazze için döktüğü gözyaşları "sahte" mi?


Ya da Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki tavrı "numara çekmek" mi?

Birincisi, Saadet'in İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayı Mehmet Bekaroğlu'nun dikkat çektiği bir ihtimal, ikincisi ise beni Konya'dan arayan Saadet'li avukatın değerlendirmesi...


Bekaroğlu, Halkalı'daki DESA fabrikası önünde, işten atıldığı için 231 gündür eylem yapan Emine Arslan'ı ziyaret ediyor ve orada "İki Emine" kıyaslaması yapıyor.


Emine Arslan'ın sadece sendikalı olduğu gerekçesiyle işten atıldığını belirten Bekaroğlu, "Bu Emine Hanım'a bir kez bakın, bir de yanına başka bir Emine Hanım'ı koyun" diyor.


Şu sözler de ona ait:


"Emine Erdoğan'ı koyun, biraz vicdan sahibi olun lütfen. Onun yanına da Hayrünnisa Hanım'ı koyun. DESA'dan ve diğer pahalı mağazalardan alınmış 2 bin 500 dolarlık kürkleri, 2 bin dolarlık çizmeleriyle... Bu ülkemizin önemli bir çelişkisidir, bakınız Emine Arslan da başörtülü, Emine Erdoğan da başörtülü. Bütün başörtülüler bir değildir. Biz kimsenin dinine, inancına karışmıyoruz. Sabahtan akşama kadar namaz kılsın, her ay umreye gitsin, her sene hacca gitsin hiç önemli değil. Bizi ilgilendirmez bu iki Emine Hanım'ın başörtüsü. Farkına varın, bu Emine Hanım'ın hakkı gasp ediliyor, öbür Emine Hanım hiç oralı değil, uzaklara bakıyor.


"Emine Hanım, Filistin'deki, Gazze'deki çocuklar için ağlıyor ama bu Emine Hanım için de ağlasın. Bu Emine Hanım'ı görmediği sürece Gazze için dökülen gözyaşlarını, sahte olarak kabul edeceğiz. Öncelikle en yakınınızı göreceksiniz. İşte, ağlanacak Emine Hanım budur."


Bekaroğlu'nun "muhalefet dili" hakkında örnek teşkil edebileceği düşüncesiyle önemsedim bu sözleri.


Burada dört boyut var:


1- İşçi Emine'nin mağduriyetine isyan.


2- Emine Erdoğan'ın ona ilgi göstermemesine isyan.


3- Buradan hareketle, Emine Erdoğan'ın başka bir alanda gösterdiği duyarlılığı da yok sayma.


4- Başörtülüler arasındaki zenginlik farkı üzerinden politika. Varlıklı başörtülüye isyan.


Birinci boyuttaki duyarlılığı önemsiyorum. Saadet'e bu yakışır ve Bekaroğlu'nun, ben ona yönelik "İslami sol" tanımlamalarını onaylamasam da, bu alandaki duyarlılığı ile öne çıkmasını desteklerim.


İkinci alandaki "isyan"ını ilke olarak onaylasam bile, Emine Arslan örneğinden yola çıkıp, genelleme yapılarak, Emine Erdoğan'ın bir başka mağdur kadının ezilişine sahip çıkmadığı iddiasını, biraz su-i zan gibi görürüm. Burada, siyasetin haksız yargılamasını devreye girmiş gibi görürüm ve bunu temel değerlerimiz açısından yadırgarım.


Emine Arslan'dan yola çıkıp, Emine Erdoğan'ın Gazze için dökülen gözyaşlarını sahte bulmak ise bana çok daha büyük bir haksızlık gibi görünüyor. Bu yargıya varabilmenin, Bekaroğlu'nu bağlayan hangi değer yargısına oturduğunu doğrusu merak ediyorum. Hele Konya'dan arayan Saadet'li avukatın Başbakan Erdoğan'ın Davos çıkışını "Numara çekme" olarak nitelemesinin beni ürküttüğünü ifade etmeliyim. Telefonda ona tepkim "Gerçekten böyle mi düşünüyorsunuz?" oldu.


Sıradan bir politikacı olsa, bu tür değerlendirmeleri olağan görebilirdim. Ama Bekaroğlu'nu önemserim. Onun için, mesela "Gazze'ye gözyaşı dökerek, Türkiye'deki annelerin duygularını ortaya koyan Emine Erdoğan, keşke DESA önündeki Emine Arslan'ı da görseydi..." dese, bence daha etkili bir muhalefet yapmış olurdu. Külli yok saymalar, sıradan politika için harc-ı alem tavırlar olarak görülse bile, bizim insanımız bir fark oluşturmalı değil mi? Gazze gözyaşları için "Sahte" yargısının böylesine kolay söylenmesini sağlıklı bulmuyorum. Bunun bir muhalefet dili olarak gelişmesini ise Bekaroğlu açısından yarınlar için sağlıksız görüyorum.


Dördüncü boyutta Bekaroğlu, "en pahalı mağazalardan alınmış kürk ve çizmeler giyen başörtülü kadın" olgusuna işaret ediyor. Bekaroğlu bu söylemini bir başka platformda "Cip kullanan başörtülüler" söylemiyle de ilerletiyor.


Sokaklarda böyle başörtülüler ne kadar var, doğrusu araştırmaya değer. Ama bir süredir bu temanın, başörtülü kadın karşıtlığının sınıf söylemi planında devreye sokulduğu görülüyor.


"Varoştaki başörtülü kadın ve varlıklı başörtülü kadın" çelişkisi üretilerek oradan başörtüsü mücadelesinin, aslında varlıklı başörtülüler tarafından yürütüldüğü, onların da varoştaki başörtülü kadını ıskaladığı teması geliştirilmek isteniyor.


Bu yaklaşım, CHP'nin, "sol parti" iddiasıyla varoştaki çarşaflı kadına rozet takmasından sonra daha da arttı. CHP bu adımla, "zengin semtler partisi" olma gerçeğini örtmek istemiş olabilir.


Ama bu söyleme, AK Parti'ye karşı Saadet'in sahip çıkması yadırgatıcıdır.


Bu söylemde bir yanlış, başörtülü olmanın mutlak fukaralığı gerektirdiği hususudur.


İkinci yanlış, başörtülü kadının lüks tutkunluğu ile bütünleştirilmesidir.


Üçüncü yanlış, dindar insanların zenginleştikçe yoksul kesimlere ilgisizleştiğidir.


Ben RP'li mahalli yönetimler döneminde de, rantla buluşmanın davranışları bozduğu hususuna dikkat çekmiştim. Bu AK Parti dönemi için de dikkate alınması gereken bir çizgi kaymasıdır. İktidar bozuyor, buna katılırım.


Ama, daha önce de Numan Kurtulmuş'un söylem farkı olarak yazdım, o mutlak redler yerine, artıları ve Saadet'in tamamlayacağı eksileri birlikte işaret etmekteydi.


Bu noktadan baktığımda, Bekaroğlu'nun söylemini çok keskin bulduğumu ve bunu faydalı görmediğimi belirtmek istiyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi