ERDEMLİLER İTTİFAKI!
Bu gün İlimize gelen Akil İnsanlar heyetiyle bir araya geldik. Bizi de katkı sunmak üzere davet ettiler, bizde davete icabet ettik.
KTÜ Rektör Yardımcısı Prof.Dr. Yusuf Şevki Hakyemez başkanlığındaki toplantıda çözüm sürecine dair inancım daha da perçinleşti…
19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı heyecanında 8–10 kişilik marjinal bir gurup nümayişte bulundu. Olsun, o da onların heyecanıdır dedik…
Kendilerini solcu diye tanıdığımız insanların bu sürece destek vermeleri bu projenin bir “devlet projesi” olduğunu göstermesi açısından çok önemliydi. Zaten heyeti teşkil eden gurup ta aynı minvalde konuşmalarını yapıp halkın sürece ilişkin fikirlerini dinleyip not aldılar.
Bizde söz isteyenlerden bir tanesiydik ve kişisel görüşlerimizi dosya halinde sunduk. Konuşmamızda “Akıl İnsanlar” yerine “Erdemliler İttifakı” tespitimiz heyet başkanı tarafından beğeniyle kabul gördü. Biz de bu başlıkta çözüm sürecine katkı olsun için tespitlerimizin bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Önümüzdeki hafta da bu minvalde Suriye konusunu ele alacağız.
Sayın Başkan;
Heyetinizi saygıyla selamlıyorum.
Evvela şunu belirtmekte fayda görüyorum; Akıl İnsanların çözüm sürecinde üstlendikleri rol ve kendilerine biçilen kimlik, bize Hz. Muhammet öncesinde var olan ve peygamberle devam eden Hilful Fudul Cemiyeti’ni yani Erdemliler İttifakı’nı hatırlatıyor. Burada benzer bir teşekkülü karşımda görüyorum.
Yine toplumda var olan veya doğabilecek problemlerin ortak akılla çözümü hedefinde gayret gösteren bir organizasyondan bahsediyoruz. Tabii ki devlet, her türlü toplumsal problemlerin odağındadır. Sosyolojik problemleri çözmek adına bir yönetim erki, sulta vardır ve bu erk bizde “hükümet” diye keyfiyet kazanır. Hükümet böyle bir teşekkülün oluşmasında önayak oldu diye, bu heyeti “iktidar partisinin angajmanı” şeklinde bir yaklaşım, bilimsel ve etik değildir.
Efendim, küresel bir dünyadan bahsediyorsak, sosyolojik problemleri sadece devletin içişleriyle tanımlamak yersiz bir yaklaşımdır. Bu hususta halkların etkileşimi bir yana bir de uluslar arası güç odaklarının da o halklar üzerinde dahli olduğunu söylememize gerek yok!
Haddi zatında çözüme konu olan problemler her ne kadar iç dinamiklerimizle alakalı görünse de işin ucu, daha doğrusu ipin ucu dış kaynaklı olduğu da ayrı bir gerçektir. PKK terör örgütüne bu güne kadar kimlerin destek sağladığını, kimlerin bu örgütü himaye ettiğini söyleyerek fazlaca zamanınızı almak istemiyorum. Batıda Yunanistan’dan başlayıp transatlantiğe uzanan, doğu’da da civar ülkeleri kapsayan uluslar arası bağlantılı bir örgüt var ve bu örgütün hedef belirlediği yer de bu topraklardır. Bu yelpazede kabul buyurursanız bendeniz bir ülkeye dikkatimizi yoğunlaştırmak istiyorum. Hiç kinaye yapmadan, eğip bükmeden bu ülkenin adını koyarsak bu İran’dır. İran’ın bu topraklara yönelik duruşuyla alakalı kadim tarihimizin sayfalarını bir bir aralayacak değiliz. Bu apayrı bir uzmanlık gerektirir. Ancak asgari bilgi düzeyimizde algı ve analizlerimizi de ortaya koyacak istidada sahibiz.
Son Reyhanlı katliamı da bu bağlamda değerlendirilip ele alınması gereken bir hadisedir. Sabık Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış’ta bu olayda İran’ı adres göstermesi manidardır.
Yine aynı çerçevede ele alınası gereken önemli bir hususta, İran istihbaratı PKK’nın çekilme sürecini baltalamak adına Kandil’e gidip “yeter ki çekilmeyin, her türlü ağır silah desteği vereceğiz” diyecek kadar ahlaksız teklifte bulunabiliyor olmalarıdır…
İran’ın üzerinde bu kadar durmamızın nedeni, bizim iç dengelerimizle alakalı bir durumdur. Dengelerin en çok hassas olduğu çözüm sürecinde çözümü akamete uğratacak en önemli hususun “etnik ve mezhebi yapılanma” üzerinden yürütülmek istenen İran merkezli diplomatik savaştır. Bu konuya dikkatlerinizi istirham ediyorum!
Türkiye’de devam eden bir mahkeme süreci var. Bu konuya değinmek istemiyorum. Ancak biraz daha geriye gidersek, yakın geçmişte 54. hükümetin kurulması aşamasında rahmetli Muhsin Yazıcıoğlu, rahmetli Necmettin Erbakan’la hükümete destek görüşmesi sonrasında basın önündeki beyanatında mezhebe dayalı bu konuya işaret etmişlerdir. Yazıcıoğlu’nun açıklamasında “Türkiye ne İran olacak ne de Suriye” diyerek İran’daki ve Suriye’deki mezhebe dayalı bir sultanın varlığıyla Türkiye’de oluşturacak etki alanıyla alakalı potansiyel tehlikeye işaret etmektedir. Bunu nerden mi biliyoruz? Tezimizi doğrulayacak birçok emareler var…
Bir yandan Sivas’ta otelde insanlar yakılırken diğer yandan Başbağlar’da katliam, bir yanda Gazi olayları olurken diğer yandan İsmailağa cemaatinde yapılan suikastlar var! Bütün bunlar mezhep temelli bir çatışma zemini oluşturmak gayesiyle yapılmıştı. Şimdi bu çözüm sürecinde benzer olaylarla karşılaşıyoruz ve muhtemelen karşılaşacağız…
Çözüm sürecinde bu hassas dengeyi bozmak için “İran, tüm kozlarını devreye sokacaktır ve sokmaktadır” iddiasındayız. İşte Hatay Reyhanlı’daki patlama ve diğer taraftan PKK ile İran istihbaratının “Kandil’de kalın, ağır silahları biz temin edeceğiz” görüşmeleri çözüm süreci zarfında deşifre olmuştur…
Bu izahatım muvacehesince esef verici bir hususu da kısaca arz edeceğim;
İran, devrim sonrası mezhep üzerinden İslamcılığı ihraç etmeye kalkışınca Türkiye’deki muhafazakârlar İran’a mesafeli durdu. Şimdi ise gelişen olaylar karşısında İran, bu mezhep temelli diplomatik savaşını solcular üzerinden yürütmeye çalışıyor. Milliyetçiler de ismini açıkça zikretmekten imtina etmiyorum, MHP, yangını söndürmeye çalışan hükümete karşı CHP ye odun taşıyor. Bazı İslamcılar da aynı gafletin ve garabetin paydaşları konumundalar.
Geçenlerde hükümetin bir bakanına Bağdat havalimanına iniş izni verilmemiş olması önemli bir ayrıntıdır. İran güdümlü aynı Maliki, CHP genel Başkanını davet etmesi ve sayın başkanın bu davete isticabet edeceğini açıklaması üzüntü vericidir. Bağdat, çözüm sürecinde sınır dışına çıkacak PKK’lıları “topraklarımızda görmek istemiyoruz” derken kimin borazanlığını yaptığını söylememize gerek yoktur sanırım. İran, aynı şeyi söylemiştir. Bizi üzen, içimizdeki müzmin muhalefetin milli meselelerde takındığı tavırdır.
Türkiye savaşa girmemek adına Suriye’de yedi düvele karşı tek başına uluslararası bir savaş verirken, Türkiye’deki muhalefetin AK Parti hükümetini savaş yanlısı göstermelerini doğrusu talihsizliktir. Asıl gaye, Türkiye’yi Suriye’de savaşa sürükleyip Irak’ı da bu sürece dâhil edip Türkiye’nin iç dinamiklerini sarsmak, çözüm sürecini mezhebi bir yapıya büründürmek isteyenlerin ekmeğine yağ sürmek olduğunu ana muhalefet ve yavru muhalefet bilmiyor mu? Bunun vebali hakikaten ağır olacaktır…
Devlet bu ihtimalin olmaması için bütün gücüyle gayret sarf etmektedir. Çözüm sürecini akamete uğratacak farklı paradigmalar üzerinden hareket alanı belirleyebilirler. Ancak Türkiye’nin yumuşak karnı diye tanımlayabileceğimiz “mezhep ve meşrep” üzerinden tezimizi temellendiriyoruz…
Sen Irak’ta İran’ın maşası olacaksın, bir Şii devleti kuracaksın ve Türkiye devleti buna sessiz kalacak öyle mi?
Kürtlerde Türklerde oynanan oyunun farkındalar. Çözüm süreci onun için çok önemli! Kuzey Irak tehlikenin farkında ve Türkiye’deki çözüm sürecini destekliyor. Onun için Türkiye Kürtleri desteklemek, Kürtlerde Türkiye’ye yanaşmak zorundadır…
Efendim konsept değişti, paradigma değişti, parametreler değişti, konjonktür değişti, ne derseniz deyin yapılan budur. Türkiye, Irak’ta mezhebe dayalı üçüncü bir devlete rıza göstermez ve bu oyunu bozar. Bu gerçeği Apo görüyor da bizim muhalefet göremiyor olması veya görmezlikten gelmesi tarihin affetmeyeceği bir duruştur…
Eğer bizler, başta İran’ı, Suriye’yi, Bağdat’ı ve sair unsurları bu çözüm sürecinden ayrı mülahaza edersek aynı şekilde bizde yanılmış oluruz. Onun için bu husus çok önemli…
Bu gün Akıl insanlar çok önemli bir vazifeyi yüklendiler. Mustafa Kemal’in “Yurtta sulh cihanda sulh” ilkeselliği, “komşularla sıfır politika” söylemiyle paralellik arz etmektedir. Bu şu demektir; “sulh” yani barış derken veya “sıfır politika” diye söylem geliştirirken, “güdülen uysal koyun” olmayacağımızın politik söylemidir. Diplomatik dili en etkili şekilde kullanacak olan yine devlet adamlarıdır. Bunu bile idrakten yoksun liderlerimiz var. Eğer bu söylem dolayısıyla milli duruşu bir kenara bırakıp sırf Tayyip Erdoğan’ı iç politik hesaplarla yıpratılmak ise gaye, doğrusu art niyet sahiplerince “Yurtta sulh” sözünün reel politikte daha çok eleştirilebileceği inancındayım…
Türkiye’nin âli menfaatlerini savaş çığırtkanlarına rağmen barışı desteklemek suretiyle şartları lehimize çevireceğimize olan inancım aynı zamanda halkın kahir ekseriyetinin inancıdır. Artık bundan böyle Türkiye’nin menfaatleri vardır ve bu süreç bunu doğrulamaktadır. Bu sürecin anlamı budur…
Endişelerimiz yok mudur? Elbette vardır…
Ama aslolon barışa katkı sunmak ve bu adımların atılıyor olmasıdır. Sizler bu süreci işlemesinde görev alan erdemliler olarak, söylemleri çarpıtarak süreci baltalamak suretiyle, Suriye konusuyla eklentili bir propagandayı yayma girişimleri olan müzmin muhalefetin gayretlerine dur diyorsunuz. Sessiz çoğunluğun, sağduyulu halkımızın teveccühünü kazanmış bir süreci işletiyorsunuz. Emin olun halk çözüm sürecinde yanınızdadır. Umarız bu sürecin muarızları oyunun farkına varırlar ve bir an önce herkesin ve her kesimin kardeşliğini esas alan bu süreçte devletin yanında yer alırlar!
Dikkat buyurursanız “AK Parti’nin yanında yer alırlar” demiyorum, “devletimizin yanında yer alırlar” temennisinde bulunuyorum. Bu da çok önemli!
Ben bu süreçte görev alan tüm erdemliler ittifakının Akıl İnsanlarına kalbi şükranlarımı arz eder ve gayretli çalışmalarında başarılar dilerim