Ergenekon Devlet zaafı

Ergenekon Devlet zaafı

Ergenekon aslında nedir?” sorusunun cevabı, bana göre, “Devlet zaafı - Devlet dağınıklığı”dır.

Cumhurbaşkanı’nın Cumhurbaşkanı, Başbakan’ın Başbakan, askerin asker, istihbarat kuruluşlarının istihbarat kuruluşu, milletin millet olamaması halidir. Bundan da hukuk devletinin hukuk devleti, demokrasinin demokrasi olamaması sonucu çıkıyor.

Bu ürkütücü tespitin gerekçelerine geçelim ve üç değerlendirmeyi paylaşalım. Birisi, eski Başbakanlardan Mesut Yılmaz’a ait. Yılmaz, bir anlamda nasıl “Başbakan olamadığı” nı anlatıyor. Onun görüşünü, Radikal’den İsmet Berkan’a yazdığı bir cevaptan alacağım.

“MİT ve Emniyetin ilgili elemanlarından özel bir çalışma grubu oluşturduğumu, adeta başlarında durarak koordinasyonu sağladığımı ve her türlü ihtiyaçlarını karşıladığımı daha önce anlatmıştım. Bu grup mafya ile mücadelede ve elebaşlarının yakalanmasında çok önemli hizmet yaptı.

Sonra gün geldi, bu kurumların başındaki kişilerden bir talebim oldu. Filan kişinin mafya ile ilgisi olduğu iddia ediliyor, bu kişi bir banka alımı için başvurdu. Bana elinizdeki belgeleri verin dedim. Bana ısrarla bu konuda ellerinde hiçbir belge olmadığını söylediler.

Üstlerinden ve benden sakladıkları belgeleri daha sonra muhalefet milletvekiline verdiler. Eski bir MİT mensubu web sitesinde bu konuda en az 20 kaset yayınladı. Emniyette de en az 30-40 kaset olduğu daha sonra meydana çıktı. Kurumların yozlaşması derken kastettiğim işte budur. Mafya ile mücadele programına ve bu yoldan mafyanın devlet içindeki uzantılarına ulaşma çabamın karşılığını önce gensoru daha sonra da Yüce Divanda yargılanarak aldım.

Elimden gelen buydu demiyorum. Ama elimden gelenin bir kısmını yapmaya başladığım zaman başıma gelen buydu. Susurluk raporunu bugün tekrar okumakta fayda var. Orada bir olay anlatılıyor. Zamanın Ankara Sıkıyönetim Komutanı olan dört yıldızlı general A.Çatlı’yı idam talebiyle yargılatmak için aratırken, MİT’in başında bulunan üç yıldızlı general onu görevle ve en üst mercilerin bilgisi dahilinde yurtdışına göndertiyor. Şimdi gelin de 1998 in Başbakanına yol gösterin lütfen. Nereden işe başlayacaktı?

Kendisinden bilgi gizleyen kurumlardan mı, yoksa devletin tepesinden mi?” (Radikal, 2 şubat 2009) İkinci değerlendirme, devletin Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık dahil hemen en tepe noktalarında yer almış bulunan Süleyman Demirel’e ait olacak. Bu da, Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın hatta TBMM’nin “Derin devlet” yanında aslında ne anlam taşıdığının sorgulanmasıdır. İki kere askeri müdahaleye maruz kalıp görevden uzaklaştırılma tecrübesini yaşayan Demirel, Eko Enerji dergisine yaptığı açıklamada “Derin devlet” konusunda bakın neler diyor:

“Ne zaman, ‘ülke uçurumun kenarına geldi, iç savaşa gidiyoruz, yahut Türkiye çöküyor’ iddiasını asker bayrak yapar, o, darbeye varır. Türkiye, bunu birkaç defa yaşadı. Buna bir ad bulmak isterseniz, o zaman asker devlettir. Derindeki devlettir. Yahut, derin devlettir.” (Vatan, 2 şubat 2009) B’in bu açıklamasını, üçüncü bir açıklama tamamlıyor.

Bu da, Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu’ya ait. Tanrıkulu, JİTEM söz konusu olunca, bir “Cumhurbaşkanı’nın bile nasıl teferruat haline geldiği”nin örneğini veriyor. Okuyalım: “Demirel’in bizzat devreye girdiği bir olay var. Şerif Afşar, Diyarbakır’ın en merkezi yerinde gübre bayii idi.

Bir gün JİTEM mensupları ve korucular tarafından zorla iş yerinden alınıyor ve arabayla iki kilometre ötedeki JİTEM binasına götürülüyor. Olaya tanık olan kardeşi de onları taksiyle takip ediyor. JİTEM’e girdiklerini görüyor. Aile bir biçimde hemen Cumhurbaşkanı Demirel’e ulaşıyor. “Demirel adamın JİTEM’in elinden sağ kurtulması için OHAL Bölge Valisi Ünal Erkan’a ve Savcılığa ‘Bu adamı bulun’ diye telefon ediyor.

Fakat JİTEM adamın kendisinde olduğunu inkar ediyor. Şerif Afşar’ın cesedi Diyarbakır’dan on beş kilometre ötede kafasına sıkılmış olarak bulundu. Cumhurbaşkanı’nın devreye girmesinin tek farkı şu oldu. Adamı işyerinden alanların bir itirafçı, dört koruma ve bir astsubay olduğu anlaşıldı.

İtirafçı ve korucular kimlikleri belirlendi ve tutuklandılar. Ama astsubayın kimliği belirlenemedi. Çünkü ortadan kayboldu......

Bu ast subay 12 yıl kaçtı. 2006’da yakalanıp Askeri Mahkeme’ye gönderildi ve ilk duruşmada serbest bırakıldı. Anlayacağınız Cumhurbaşkanı bile JİTEM’in cinayetini önleyemedi. O da JİTEM’in elinden birini sağ olarak alamadı.” (Taraf, 2 Şubat 2009) İsterseniz, Mesut Yılmaz’ın son cümlesini bir kere daha okuyalım: “Nereden işe başlayacaktı?

Kendisinden bilgi gizleyen kurumlardan mı, yoksa devletin tepesinden mi?” İşte Ergenekon davası bir yerden soruşturmaya başlamış bulunuyor. Kendi dönemlerinde gerçekten başbakan, gerçekten cumhurbaşkanı olamayanların, “Devlette herkesin hesap verebilir” hale gelmesi için bu hukuk sürecine destek vermesi beklenir.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi