Burhan OKUTAN

Burhan OKUTAN

GEÇMİŞİNİ BİLMEYEN GELECEĞİNİ ÇİZEMEZ!

GEÇMİŞİNİ BİLMEYEN GELECEĞİNİ ÇİZEMEZ!

Evet; tarih, hepimizin ortak değeridir. Resmi ideolojinin dayattığı tarih bu gün sorgulanıyorsa, bu önceden yapılmış hataları telafi içindir.  Dün “kara”  dediklerimize bu gün “ak” diyoruz. Menderes’e ve Nazım’a “iadeyi itibar” verildi ve daha nicelerine verilecek...

Bir önceki yazımızda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Tek Parti Dönemi Cumhuriyet Halk Partisi’ni eleştirerek CHP’de yeni bir kapı araladığını” yazmıştık. Kılıçdaroğlu; Nazım Hikmet için “Nazım Hikmet’i CHP sürgün etmedi mi, Sabahattin Ali’yi CHP öldürmedi mi” özeleştirisini yapıyor. Hatta “Atatürk’ü Koruma Kanunu’nun kaldırılması gerektiğini” bile söylemektedir. Biz de “katkı olsun diye önümüzdeki hafta CHP’nin ‘Tek Parti Dönemi’ni bir olaydan hareketle ‘zihniyet’ bazında değerlendireceğiz” demiştik…

“Bin yıllık medeniyet kodlarının nasıl formatlandığını” anlatmaya kalkınca, birilerinin ezberi bozulacaktır ve karşı çıkacaktır. Birileri istemiyor diye “ülkemize hizmet etme” davasından kimse bizi alıkoyamaz, “kınayanın kınamasından” korkmayız. 

Bizim işimiz kuru gürültü değildir. Hele “kavga” hiç değildir. “Sağcılık-Solculuk” meselesinin yanından bile geçmeyiz. Biz “kulluğu” yapabildiğimiz ölçüde kendimize yöntem belirledik. Tek şikâyetimiz var;  “ölüm” ve o da “Hak emrivaki olunca” teslim olacağız.   

Son 10 yılda bütün aksaklıklara rağmen azımsanmayacak derecede “demokratik gelişmeler” olmuştur. Bazıları “bu dönemde dün konuşulmayan şeyler konuşulabiliniyor,  çok ileri gidildi” diyebilirler.  İleri giden bir şey varsa “ileri demokrasi” denen şeyde mesafe almamızdır. Alışık olmadığımız bir süreci hızla tatmaya başlayınca bünyede “hazımsızlıklar” olabiliyor… 

Efendim yazılarınızda; “eskiyi karıştırmasanız, geçmişi kurcalamasanız, tarihi şahsiyetler bu milletin ortak değerleridir …”   mealinde bildiğiniz “marjinal” sözler duyuyoruz.  

Yine de cevap verme nezaketini elden bırakmadan Alman şair Goethe'nin ifadesiyle şunu söyleriz; Goethe, “üç bin yıllık geçmişinin hesabını
yapamayan insan günübirlik yaşayan insandır”
der. Bizim işimiz insanlık tarihinin yanında kendi tarihimize karşı da yabancı olmamaktır. Kendi tarihimizi bilir isek, istikametimiz daha düzgün olur. Tarihe sövülmez, tarihten ibret alınır.

Eskiden derlerdi; “evladım siyasetle uğraşma, iyi bir şey değildir” diye. Bu söze “neden amca” diye sorulunca; “ben o kadarını söyleyeyim, nedenini sorma” diye cevap verilirdi. Nedeni basitti; çünkü “12 Eylül Darbesi” öylesine korkuttu öylesine sindirdi ki bu insanları; yeni nesle “korku duvarları ördürme” görevini bilinçaltına kazımışlardı. “Siyasete ilgisiz kalmanın mevzili düşmanlara terk etme” manasına geldiğini algılayamaz hale getirildi. “Fikirlerin çatışmasıyla hakikatler ortaya çıkar”  sözünden “devletle çatışma veya devlete kalkışma” diye algıladılar.  “Ülkeyi yönetenin siyaset olduğunu, bağımsızlığın yegâne şartının siyasetten geçtiğini” idrakten yoksun bırakıldık. Sadece kendi saltanatlarının kölesi olmalarını “vatanseverlik” olarak işlemişlerdi. Tarih eleştirilirse “saltanatın da biteceği korkusu” onlara “ihtilalları meşru” göstertiyordu. Halka, devletin “şefkat elini” uzatacaklarına “devletin tunç eli” gösterildi. Hayatın her alanında “korku duvarları” örüldü.  İnançlı insanlara  “irtica-gerici” yaftaları bu yüzdendi. “Laiklik” onlar için sadece “istismara açık” araçtı…

“Her şeyi devletlûlarımız bilir” taba yaklaşımı beklentisinde olan “kent soylularımız” her zaman olacaktır.  Bu kent soyluları her zaman “halkı gütmek” arzusunda olmuşlardır.  Kendilerini; “çağdaş, modern, her şeyi bilen,  her şeyi öngören”;  halkı ise “güdülmeye müsait cahil sürüsü, taba” gördüler. Tahammülsüzdürler. Fikri altyapıları “çatışma” üzerine inşa edilmiştir. Bu “fikri sabit elitistler”   kendilerini   “demokrat” olarak tanıtmaktan da hiç geri durmazlar!

 “Kapalı bir topluma nasıl şekil verebiliriz” diye toplum mühendisliği yapmak onların işiydi.    Ancak dünya çok değişti. Toplum mühendisliği sonucu ortaya çıkmış yönetimler; “kendilerini yenileyemedikleri için”, çağın gerçeklerine ayak direttikleri için “iflas” etmişlerdir. İşte dünyada cereyan eden iç ayaklanmalar, yönetimlere olan kalkışmalar…

Geçenlerde Kore Devlet Başkanı’nın ölüm yası vardı. Kore’nin askeri yönetimi halkı öylesine kabzetti ki; sivil halka o soğuk havada başlarını bile örtmelerine müsaade etmedi.  Bütün halk nizami bire şekilde yas tutması bizim tuhafımıza gitmişti, hatta ülkemizde işi “komediye” götürenler bile olmuştu…

Her toplumun değerleri ve inanışları var. Medeni insan olmanın ölçütü; o halkların saygıya değer bulunmasıdır. Ama bizi bu sıra dışı yaklaşıma iten, “Kore halkıyla dalga geçirttiren,  Kore halkının değerleri miydi” yoksa “günümüz dünyasının çağdaş değerleri ile bağdaşmayan; zorba, baltacı, militarist bir yönetim cenderesinde hapsolmaları ve kabuklarını atamamaları” mıydı? Biraz üzerinde “tefekkür” edelim!

Not: Yazının devamı iki gün sonra!

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Burhan OKUTAN Arşivi