İbrahim KARAGÜL

İbrahim KARAGÜL

Gezi isyanı, 17 Aralık ve IŞİD aynı tezgah...

Gezi isyanı, 17 Aralık ve IŞİD aynı tezgah...

Kürt meselesi üzerine yürütülen Çözüm Süreci ve Alevi Açılımı, Türkiye için sadece içeriye dönük huzur arayışı ile sınırlı değildir. Sadece bölgesel çatışma alanlarını daraltma, kimlik eksenli krizlerin önünü alma ile de sınırlı değildir. Yüz yıldır Türkiye’ye ve bölgeye ihraç edilen çözme, ayrıştırma ve çatıştırmaya dönük geleneksel küresel müdahale rüzgarını tersine çevirmeye dönüktür.

Ortada esaslı bir mücadele var ve bu mücadele, yüzyıllık bir tarihin akışını değiştirmeyi amaçlıyor. Çünkü, ardı ardına gelen ayrıştırma ve çatıştırma dalgalarından kurtulmadıkça, bu rüzgarı tersine çevirmedikçe hiçbir ülkenin, hiçbir toplumun, hiçbir etnik çevrenin ya da mezhep mensubunun bu topraklarda huzur bulması mümkün olmayacak. Bu Türkiye için de böyle, coğrafyadaki bütün ülkeler için de böyle.

Etnik kimlik ve mezhep kimliği üzerine kurgulanan kriz senaryoları asla ve asla bu coğrafyada yaşayanlara özgürlük, refah, huzur getirmeye odaklı olmadı. Bu çatışmalar tamamen 20. yüzyıl senaryolarını bu yüzyılda da devam ettirmeye ve coğrafyayı yönetilebilir alanda tutmaya dönük küresel ölçekte güç hesaplaşmalarıyla bağlantılıdır.

20. yüzyıl başında yaşadığımız paylaşımla yeniden yüz yüzeyiz. O paylaşımı yapanlar ile bugün coğrafya üzerine oyun üstüne oyun kuranların kimlikleri de, hesapları da aynı. Zaaflara odaklı stratejiler bölgeyi daha da parçalanmaya, küçülmeye, daha da içinden çıkılmaz krizlere sürüklemeye zorluyor.

Mezhep savaşının bölgeselleşmesi..

Türkiye’nin verdiği mücadele, işte bu zaaf alanlarını daraltmaya, rüzgarı tersine çevirmeye, küçülmeyi ve ayrışmayı önlemeye yönelik. Bu mücadele aslında sadece Türkiye’nin mücadelesi değil. Bölgedeki her ülke için öncelikli tehdit burada yatıyor. Kuzey Afrika’dan Güney Asya’ya kadar derin bir etnik ayrışma, din ve mezhep çatışmaları bizleri yokluyor. Her geçen gün bu çatışmalar daha da besleniyor. Önceleri dar bölgelerde yaşanırken şimdilerde ülkeler boyutunu aldı. Devam ederse bu çatışmaların bölgeselleşmesi kaçınılmaz görünüyor.

İşte bu yüzden yapılanlara tarihi tersine çevirmek diyoruz. Bu yüzden, yüz yıldır esen o yıkıcı rüzgarın yönünü değiştirmekten söz ediyoruz. Bu sefer, 20. yüzyılın başlarındaki gibi mecalsiz, moralsiz, umutsuz değiliz. O zamanlar yıkıma ayarlı şartlar bugünlerde yeniden ayağa kalkmak için elverişli bir iklime dönüştü. Öyleyse bu iklimi kullanmayı becermek bizim elimizde. Bugün bunu yapacak gerekli zihinsel donanıma ve umuda sahibiz.

20. yüzyıl güç haritası değiştikçe, tarihle barıştıkça, kendimizi ve çevremizi yeniden keşfettikçe, zihinlerimiz duruldukça kendi gerçeklerimizi, zaaflarımızı ve çözüm yollarımızı da keşfediyoruz. Keşfettikçe kendimize geliyor, bize sunulan sorunların aslında bizim sorunlarımız olmadığını, yüzleştiğimiz krizlerin bizim krizlerimiz olmadığını, beraber yaşadığımız farklı etnik ve mezhep kimliğine mensup olanlarla ortak bir dilimiz olduğunu, ortak bir geçmiş yaşadığımızı, pekala kendi kendimize konuşup anlaşabileceğimizi anlıyoruz.

Kürt meselesi yerine Alevi meselesi öne çıktı

Bir yüzyıl fakirlikle, ekonomik krizlerle, siyasi bunalımlarla, etnik çatışmalarla geçti. Şimdilerde etnik çatışma alanları daralmaya başlarken yerine mezhep krizleri ikame edildi. Türkiye için Kürt meselesi on yıllarımızı alırken çözüm süreci başarı grafiğini yakalayınca mezhep krizi devreye sokuldu. Kürt meselesinin yerini Alevi meselesi almaya başladı.

PKK meselesinde yıllarca bir mesafe alınamayışın sebebi krizin Türkiye’nin ve Kürtlerin inisiyatif alanından çıkmasıydı. Türkiye de Kürtler de krizi yönetemez hale geldi, başka aktörler belirleyici oldu. Belki ilk kez kendi dilimizle konuşmayı başardığımız için, yüz yüze konuşabildiğimiz için, üçüncü aktörlerin etkisini sınırlandırdığımız için yol alabildik.

İşte tam bu sırada hızla Alevi meselesi Türkiye’nin önüne kondu. Büyük oranda Batılı istihbarat teşkilatlarının yönetimindeki grup ve çevreler harekete geçirildi ve Gezi olayları hızla Alevi isyanına dönüştürüldü. Senaryo tanıdıktı, yöntemler biliniyordu. Türkiye içeride yepyeni bir çatışmaya doğru sürüklenmek istendi. PKK yerine Alevi örgütler beslendi, bu sefer derin Avrupa ipleri elinde tutuyordu.

Etnik çatışmadan daha yıpratıcı, daha yaygın, daha uzun soluklu bir mezhep cepheleşmesi sadece Türkiye’de değil, Afganistan’dan Lübnan’a kadar bütün bölgede harekete geçirildi. Bölge iki keskin kampa ayrılmak isteniyordu. Çünkü böyle bir bloklaşmanın, yaşadığımız coğrafyanın en az yüz yılını rehin alacağı biliniyordu.

PKK ve mezhep refleksi

Irak’ta mezhep çatışmaları işgalden çok daha yıkıcı oldu. Suriye savaşı da mezhep savaşına dönüyordu. Körfez ülkelerindeki Şii nüfus harekete geçirildi. S. Arabistan’ın Doğu bölgelerindeki Şii nüfus uyandırıldı. Yemen’de de öyle. Lübnan zaten bu yönde çok kırılgan bir ülke olarak ayakta durmaya çalışıyordu.

Türkiye’de Alevi meselesinin Kürt meselesinin yerine ikame edildiği dönemle, mezhep krizinin bölgeselleştirildiği dönem tam da örtüşüyor. İşin daha da vahimi, yıllarca etnik çatışma yürüten PKK hızla Alevi bir örgüte dönüşüyor, etnik kaygılardan çok mezhepsel kaygılarla hareket eden bir yapı olmaya doğru sürükleniyor. Örgüt içinde Çözüm Süreci’ne yönelik direnç biraz da buradan besleniyor. Alevi meselesi ile Türkiye’nin önüne konulan yeni ayrıştırma projesi PKK’nın dönüştürülmesiyle daha da besleniyor.

Yukarıda sözünü ettiğim ülke ve bölgelerin hiç birinde çözülmeye karşı bir irade ve güç mevcut değil. Dahası bu ülke ve bölgeler, yeni çatışma projelerine teslim olmuş durumda. Üstelik bu gelişmeleri bir siyasi kazanım gibi görerek en büyük talihsizliği ve siyasi körlüğü yaşıyorlar.

Sadece Türkiye hem kendi içinde hem de bölgede rüzgarın yönünü değiştirmeye, ayrıştırma senaryolarını kaynaştırma senaryolarına dönüştürmeye çalışıyor. 20. yüzyılın başında büyük çözülme yaşayan siyasi akıl, bu tarihsel dönüşümün zorunluluğunu ve ortaya çıkan fırsatı okuyabilen tek akıldır. Bu yönde büyük sorumluluk duygusuyla hareket ediyor, coğrafyanın kaderini değiştirmeye çalışıyor. Böyle olunca da bütün cephelerden saldırıya maruz kalıyor.

Gezi, 17 Aralık ve IŞİD aynı yönde

Tuhaftır, Gezi olaylarına benzer şekilde, 17 Aralık müdahalesinin psikolojik temelinde de mezhepsel ayrılığı çatışmaya dönüştürmeye dönük ciddi bir motivasyon vardı. Cemaat kadrolarının önüne öncelikli tehdit olarak İran konulmuştu. Gazi’de Alevi motivasyonu, 17 Aralık’ta ise Sünni motivasyonu istismar ediliyordu. Bu iki örnek ile IŞİD’in söylemi arasında aslında nitelik olarak hiçbir fark yoktur. Onlar daha kabaca bir söylem ve gaddarca eylemlerle mezhep savaşı yürütürken diğerleri farklı bir formatla aynı ayrışmayı besliyordu.

IŞİD’in Safevi vurgusu ile 17 Aralık'ın Safevi vurgusu arasında bir fark yoktu. Gezi’deki Alevi vurgusu ile Suriye yönetimindeki ve Maliki Irak’ındaki Sünni vurgusu farklı değildi.

Çaldıran’ı bugüne taşımak

Bütün bunlar, küresel ölçekte bir bölge dizaynının yansımaları, bize ulaşan ipuçlarıdır. Ve hepsi aslında bölgesel bir yırtılmanın, bloklaşmanın ve bölge genline yayılması planlanan mezhep savaşının habercisidir.

Türkiye’nin Çözüm Süreci’ni “dünya çapında tek örnek, model” olarak göstermesinin anlamı burada yatıyor. Öyle inanıyorum ki, Alevi Açılımı da bütün bölgeye yönelecek tek olumlu gelişme olacaktır. Bu iki süreç aslında 21. yüzyılı da kaybetmemeye, tam tersine bir inşa yüzyılına dönüştürmeye dönük tarihi nitelikte adımlardır.

Birilerinin Çaldıran’ı bugüne çağırmasına ve bütün coğrafyada yeni bir Çaldıran yaşanmasına izin vermek demek, Türkiye’nin ve etrafımızda ayakta kalan ne varsa her şeyin harabeye dönüşmesi demektir.

Onlar etnik çatışmalardan çok daha yıkıcı bir fırsat keşfettiler ve bunu alabildiğine kullanıyorlar. Biz ise, ortak tarihimizi, zenginliğimizi ve ortak dili keşfettik.

Unutmayın, Türkleri de Arapları da, Kürtleri de, İranlıları da kurtaracak tek yol budur. Sünnileri de Alevileri de yeni bir 20. yüzyıl yaşamaktan koruyacak yol budur.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
İbrahim KARAGÜL Arşivi