Hesap sormak ve hesap vermek
Kitapta şöyle yazar: (Bakara 44). “(Ey bilginler!) Sizler Kitab’ı (Tevrat’ı) okuduğunuz (gerçekleri bildiğiniz) halde, insanlara iyiliği emredip kendinizi unutuyor musunuz? Aklınızı kullanmıyor musunuz?” Hani derler ya, “laf ile verirler aleme binlerce nizamat, bin teseyyüb bulunur hanelerinde.” Yine derler ki, “Dediğini yap, gittiği yere gitme”! Hayır parmağımızın gösterdiği yönle, ayağımızın gittiği yer aynı olmazsa o söz kulaklara girse de, beyne ve kalbe ulaşmaz. “Özü, sözü bir olmak” diye bir deyim vardır. Bakın, bir yerde adalet yoksa, orada zulüm vardır. Allah cahil ve zalim bir topluluğa yardım etmez. Biz kendimizi değiştirmeden O bizi değiştirmeyecek. Aksi halde Allah işin bereketini kaldırır da, 6 ay bir güz gidersiniz, bir arpa boyu bile yol alamazsınız. Eliniz ayağınız boş olmaz ama tuttuğunuz bir iş de olmaz. Her şey, Şeytan ve onun işbirlikçileri dahil, herkes ve her şey Allah’ın iradesi içindedir. Bize düşen O’nun rızasını aramaktır. Yoksa Allah, iradesini gerçekleştirmek için kimseye muhtaç değil. Rızasına ise ancak, O’nun rızasına uygun yollardan ulaşılır. Yani “Kem alat ile kemalat olmaz.” Birileri birilerine düşmanlıkları, birbirlerinin haksızlıkları ve zulümleri üzerinden gizlemeye çalışıyor sanki günümüz dünyasında. “Tencere dibin kara, seninki benden kara”. ABD Çin’i suçluyor. Çin ABD’yi. Herkes birbirini suçluyor. Suç “Samur kürk” olmuş, giyen yok! Başkasının gözünde çöp arayanlar, kendi gözlerindeki merteği görmüyor. Bekri Mustafa Ayasofya’ya imam olmuş, gerisini siz anlayın! İşte o hesap!
CHP merkeze gelmek istiyor ya, bu örnekten yola çıkarsak, 4 Nisan’da Dersim tartışılıyordu sosyal mediada. Bir yandan “TBMM’de Veli Ağababa tarafından ağırlanan örgüt militanı Ceren Güneş Suriye’de PKK adına, Mehmetçiklerimize bombalı eylem yapacakken imha edilmişti” diye birileri CHP’yi hedef alırken, öte yandan Dersim’le ilgili o günkü CHP yayınlarından örnekler veriliyordu. Sahi şimdi, mesela Kılıçdaroğlu burada ne yapabilir? Hem “Şehid” cenazesine katılacak, hem Ağababa’ya destek mi verecek. Hem Dersimlilerle ağlayacak, hem Mustafa Kemal’i mi savunacak, nasıl olacak bu! O günki Cumhuriyet gazetesinin manşetlerini ne yapacaklar!. Zaten Cumhuriyet bir alem. Elbette o her zaman Kemalist, ama aynı zamanda mesela ilk kurulduğunda Nazist’ti. Hem Hitler’i hem de Mussolini’yi savunuyorlardı. Hitler’in doğum günü kutlamasına gidiyorladı. Ya hu 10. Yıl albümünde Hitler’den alıntı yaparlar ve Hitler Mustafa Kemal’e övgüler dizer, ortak ideallerden söz eder. Kemalistler o yıllarda Anadolu yaylalarında, çıplak ayakları ile şaraplık üzüm ezen Normandiya köylülerini ararlar. Mussolini’nin terbiye diktatörlüğüne övgüler dizerler. Yavrukurtlar geleceğin Faşist partizanları yani “Kara gömlekliler”i olacaktır. “Dağ başını duman almış, güneş ufuktan şimdi doğar, yürüyelim arkadaşlar”. Sadece marşlarımız tercüme değil değil, ulusal yasalarımızın o dönemdeki neredeyse tamamı tercüme hataları ile birlikte gerekçesiz olarak meclise getirilip, oy birliği ile kabul edilen yasalar değil mi idi. O gün tek parti vardı, Monarşi gitmiş yerine “Tek adam rejimi” gelmişti. Adaylar tek adam tarafından belirleniyordu. Seçim desen tek parti var ve tek liste. Buna rağmen “açık oy, gizli tasnif”le sayım yapılır. Siyasi itirazın adresi savcısı, temyizi, avukatı olmayan, tek celsede karara verilebilen, kanuna göre karar verme zorunluluğu olmayan ve verdiği karar kanun sayılan bir mahkeme olacaktır.
Zaman içinde Yunanla savaştık, sonra Yunanla kardeş olduk. Yunanla savaştık, onları “denize döktük” ama adalar onların oldu, hatta Meis adası bile! İngiliz savaştık, İngilizle dost olduk. Fransızla da öyle. Mevsim batılılaşma mevsimiydi. Çağdaş, muasır, asri, onlar gibi olacaktık. Sadece yazımızı, kıyafetimizi değil, ahlakımızı, hatta dinimizi de onlara benzetecektik. Sonra Ruslarla da dost olduk. Öyle ki, Komünist Partisi kurduk, herkes birbirini yoldaş diye selamlamaya başladı. Hitler bıyıkları kesildi, sosyalist olduk. Bu arada toplumsal hayatta bize dair, İslam’a dair ne varsa yasakladık, ötekileri serbest bıraktık. Bunun adı “inkılap” oldu. Aslında yeni hiçbir şey yoktu, Osmanlı için! Sonra Missouri zırhlısı geldi, hep birden Amerikancı olduk! Çok Partili rejime geçilecek dediler, geçtik. CHP kendi içinden DP’yi doğurdu. Cumhuriyet gazetesi Missouri gelince ABD’ye övgüler diziyordu, Artık Türkiye “Küçük Amerika” olma hayalleri kuruyordu. ABD’de iki parti vardı Cumhuriyetçi Parti ve Demokrat Parti. Bizde de öyle oldu! Menderes “Batıya kalkan tren”in makinisti olacaktı. “Derin DP” Bayar’dı tabii.
Cumhuriyet 1954 yılında “Fütuhatçı” idi. “Ravza-i muradda bir gül-i Muhammedi açtı” diye manşet atacak kadar Fütuhatçı. Türbe ziyaret adabından söz edecek kadar dinci. Ve TSK, ABD’nin ucuz asker deposu idi bir yandan da. NATO’ya üyeydik. İsrail’i ilk, Cezayir’i son tanıyan ülke olarak tabii!
Onlar laikiz diyor da, bizim de Müslümanlıkla pek bağdaşmayacak bir sürü hal ve hareketimiz var. Bu şartlar altında uzlaşı nasıl olacak?
Herkes birbirine parmak sallıyor, hesap soruyor. Kimse hesap vermiyor. Millet de birinden kaçıp ötekine sığınıyor. Oysa hepimizin yanlışları var, az ya da çok! Ve hepimizin hesaba çekileceği ve hesap vereceğimiz bir gün var. Hepimiz o günü görmezden geliyoruz sanki!
Yarın da çözüm konusunu yazayım artık. Selâm ve dua ile.