HOCAEFENDİ ARTIK DÖNSÜN!
Fethullah Gülen Hocaefendi 23.11.1997 tarihinde sağlığını gerekçe göstererek Türkiye’den ayrıldı.
Hocaefendi her ne kadar “sağlık gerekçeleriyle Türkiye’den ayrıldı” dense de, asıl gerekçe bu değildi. 28 Şubat sürecinin kasvetli havası onu derinden etkilemişti. “Rejimin sağlığını” daha da bozmamak adına kendi sağlık sorunlarını öne sürüyordu. Bu fedakârlık, Türkiye’de her şeyin normalleşeceği güne katkı sağlamak için gerekliydi. Dönemin başbakanı merhum Bülent Ecevit, Hocaefendi’nin ABD’ye gitmesi için ikna etmiş ve hicretinde birinci derecede rol oynamıştı...
Hocaefendi Türkiye’den ayrılsa da hep gündemde oldu. Kimileri galiz sözler sarf etti, kimileri övdü, kimileri yerdi…
Zaman zaman Türkiye’de olup biten sıra dışı olayların gizli eli olarak görüldü. Hükümete karşı nerde muhalif bir duruş sergilenecek ise, ortada okyanus ötesi bir elden bahsedildi...
Hocaefendi’nin yasadışı temayüllere pirim vermediği aşikâr olmasına rağmen emniyetle, istihbaratla, maarifle(eğitim) farklı şekilde ilişkilendirildi. Bazıları Hocaefendi’in devlet adına büyük hizmetlerin adamı olma görevini algılayamadı…
Bir devletin büyüklüğü, etki alanı, teknolojik üstünlükten öte, yurtdışındaki kültür merkezleri ve eğitim kurumları ile ölçülür. ABD’nin ve diğer Avrupa ülkelerinin İslam coğrafyalarında bu gaye ile açtıkları okulların ve enformasyon merkezlerinin haddi hesabı yoktur. Türkiye Osmanlı Devleti’nin nüfuzunu yeni dönemde içe dönük bir yapıyla tüketme eğilimindeydi. Bu demir perde yapıyla tekrar büyük devlet olma imajını yakalayamazdı. Onun için son zamanlarda Osmanlının kuruluş yıldönümünü bizatihi devlet tarafından kutlama ihtiyacı duyuldu. Daha sonra eğitim gönüllüleri ortaya çıktı. Bu eğitim gönüllüleri Gülen Cemaati çatısı altında öncelikle devletin yapmasını gerektiren rolü üstlenerek dünyanın dört bir yanına dağılarak Türkiye’yi tanıtan, nüfuzunu artıran, imajını farklılaştıran eğitim ve kültür merkezleri açıldı…
Bazıları bu hizmetleri küçümsemek ve akamete uğratmanın gayretine girdiler. Bu hizmetlere bizzat şahit olduklarında ise yaptıklarından pişmanlık duydular. Aslında bu hizmetler bir devlet projesi gibi yürütüldüğü için zarar vermek isteseler de devletin buna rıza göstermesi mümkün değildir. Zira bu merkezlerin Türkiye’ye hizmet etmekten, Türkiye’yi dünyaya tanıtmaktan başka bir gayeleri yok...
Böyle bir misyonun sahibi ve aynı zamanda lideri olan Hocaefendi, zaman zaman eleştiri oklarını da üzerine çekti. Bana sorarsanız buna hiç gerekte yoktu. İslam ümmetinin psikolojik olarak ittifak ettiği konularda “Hocaefendi ne yapmaya çalışıyor” dercesine ayrık siyasi demeçler verdi ve tepkileri üzerine çekti. Kendisini sevenler, Hocaefendi’nin “maslahatı gözeterek” girişimlerde bulunduğu “dinler arası diyalog” gibi konulardaki yaklaşımlarını da “ümmetin maslahatı adına yapmıştır” diyerek tolere etti. Bazıları da dosdoğru eleştirmekten de geri durmadı. Bazıları ise işi ifrat derecesine vardırdı. ABD’de yaşayan birini “ABD himayesinde işbirlikçilikle” suçlandı…
Hoceefendi ABD’ye gideli tam 14 yıl oldu. 14 yıldan beri Türkiye’de çok şeyler değişti. Atılan çamurlar tutmadı…
Hocaefendi ve cemaati, bu değişim ve dönüşüm sürecinde kendilerine düşen payıyla siyaset algıları da değişti. Siyasette “pragmatik” duruşlarıyla kendilerini siyasete yakınlaştırdı…
Hocaefendi, 12 Eylül referandumunda olduğu gibi “ölüler bile mezardan çıkıp evet oyu vermelidir” diyerek siyasal tercihlerinde tavırlarını aleni bir şekilde ortaya koydu…
Bu durum sadece Gülen Cemaati ile sınırlı kalmadı. Türkiye’de demokratikleşme sürecinde sivil inisiyatif bütün katmanlarıyla katkı sağladı. Halkın sağduyusu birinci derecede karşılık ve değer buldu. Halkı aşağılayan, kalka tepeden bakan “elitistlere” karşı siyasal bilinç gelişti. Siyasi partilerde bu doğrultuda kendilerine istikamet vererek karşı duruş gösterdiler. En azından darbecilere karşı paramiliter bir tavır sergilemeyip susmayı tercih ettiler. Böylece halk, “bin yıl sürecek” denilen 28 Şubat post modern darbe sürecini filen bitirdi…
Rejim ve siyaset stabil hale geldi-geliyor…
Askeri vesayet karşısında halk, iktidar olmakla kalmadı, muktedirde oldu. Halk, askeri vesayetin yanı sıra paramiliter vesayeti de hacamat etti…
12 Eylül referandumuyla 1980 darbesini yapanlar yargılanmaya başlandı…
12 Haziran 2011’de muhalefet partilerinin de zımnen onayından geçerek halkın %50’lik teveccühüne mazhar olan AK Parti ile Türkiye’de “statükonun iktidarı yerine halk iktidarı” ivme kazandı…
Bu süreçte, “Türkiye nerden nereye geldi” sorusunu sorarsak, eleştirebileceğim tonlarca mesele olmasına rağmen, uluslar arası edilgen yapıdan önemli ölçüde sıyrılıp etken siyaset üreten, özgüveni gelişmiş bir Türkiye ortaya çıktı. Yurtdışında ve yurtdışındaki insanlarla yaptığım gözlemler bu gerçeği fazlasıyla kanıtlamaktadır…
Şimdi, “Türkiye bu itibarını koruyabilecek mi” sorusunu da sorarsak; bunu iktidarıyla, muhalefetiyle ve bütün sivil unsurlarıyla siyasette asgari müşterekleri buluşturarak kenetlenmemize bağlı olduğunu görürüz…
Bu gerçeklik zemininde, Fethullah Gülen Hoceefendi’nin Türkiye’ye dönmesi çok önemli! Dönmemesi halinde kendisini sevenleri zor durumda bırakacağı gibi kendisine yakıştırılan şaibeleri de körükleyecektir…
Hocaefendi’nin hicranla meftun olduğu vatanına yakın bir gelecekte gelmemesine hiçbir yasal ve psikolojik gerekçe kalmamıştır. Hocaefendi gelsin ve bütün Türkiye sevinsin…