İslâm'la postmodern savaş süreci...
Küresel sistem, 1989'dan itibaren İslâm'la savaşıyor: Postmodern yöntemlerle sürdürülen sinsi bir savaş bu.
SAVAŞLAR, MEYDAN'LARDA DEĞİL, MEDYA'LARDA KAZANILIYOR!
Artık bildiğimiz modern meydan savaşları dönemi bitti büyük ölçüde. Postmodern medyatik savaşlar çağındayız.
Buna vekâlet savaşları (proxy war) deniyor, biliyorsunuz: Küresel sistem, önce medyalar üzerinden zihinleri teslim alıyor, sonra, gerek kalırsa, savaşı meydanlara taşıyor.
Savaşlar, meydan'larda değil, medya'larda kazanılıyor.
Küresel sistem, hegemonyasını önce medyalar üzerinden zihinleri teslim alarak, sonra da terör örgütleri üzerinden İslâm'la savaşıyor.
Başka bir ifadeyle, küresel sistem, terörizmle savaşıyormuş gibi yaparak, terör örgütlerini kullanarak İslâm'la savaşıyor ve bu,ütün bunları da medya üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor.
Bugün, sizinle 11 Eylül İkiz Kuleler saldırıları ekseninde 15 yıl önce yazdığım bir yazımı, küçük rötuşlar yaparak, sizlerle paylaşmak istiyorum.
POSTMODERN SAVAŞ'IN KODLARI
Amerika'da yaşanan terör olayından sonra kafamız tam anlamıyla allak bullak olmuş durumda.
Bunun iki nedeni var: Birincisi, yaşanan terör olayının son derece iğrenç ve de ürkütücü postmodern bir olay olması.
İkincisi de, bu nedenle, olan bitenleri algılayabilmekte ve anlamlandırabilmekte son derece zorlanmamız.
Ulrich Beck, “postmodern bir dünyada yaşıyoruz ama hala modernliğin zihin kalıplarıyla düşünüyor ve hareket ediyoruz” der.
Amerika, bu postmodern olay üzerinden küresel bir savaşa soyunuyor ve sadece İslâm'ı hedef gösteriyor, dolaylı yollarla.
İSLÂM'LA GÖSTERGEBİLİMSEL "GERİLLA SAVAŞI"!
Burada rafine, sofistike ama baştan çıkarıcı, yanıltıcı, kafa karıştırıcı, iki yüzlü (cyical) bir yönteme başvuruluyor. Umberto Eco''nun “göstergebilimsel gerilla savaşı” olarak adlandırdığı şeyin ta kendisi bu.
Peki, ne demek bu?
Şu demek: Doğrudan İslâm'ı hedef göstermeden, “postmodern savaşı” İslâm'ı çağrıştıracak sembollerle sürdürmek.
Burada söylenmek istenen şey açıkça şudur: “Müslümanlar, fanatik, kan emici, gözü dönmüş, orta çağın karanlıklarında yaşayan, insanî özellikleri olmayan tuhaf yaratıklardır. DOLAYISIYLA İslâm, bu tür tuhaf yaratıkların inandığı insanlıkdışı bir dindir”.
İnsanlar, hele de Batılı kamuoyu, bu görüntüleri bu şekilde anlıyor, algılıyor ve tüketiyor. Bu göstergebilimsel gerilla savaşı insanların davranışlarını belirleyebiliyor ve bilinçaltlarını da uzunca bir süre etkileyebiliyor.
Evet, Amerikalılar ve Batılılar, İslâm'ı doğrudan karşılarına almıyorlar; almak da istemiyorlar. Çünkü bu, son derece tehlikelidir ve böylesi bir şeyi, iletişim teknolojisinin bu denli geliştiği bir çağda hiç kimse göze alamaz.
İSLÂM, NEDEN "TEHDİT" OLARAK GÖRÜLÜYOR PEKİ?
Bir defa şu hayati gerçeğin altını çizelim: Soğuk Savaş'ın bitmesinden sonra dünya sisteminin kendisine düşman olarak tayin ettiği şey, önce “fundamentalist tehdit”, sonra da “terörist tehdit” olarak konumlandırdığı “İslâm tehdidi”dir.
Peki, İslâm, şu an Amerika'nın başını çektiği dünya sistemi tarafından neden “en büyük tehdit” olarak algılanıyor ve konumlandırılıyor?
Bunun nedeni şu: Osmanlı'nın çöküşünden ya da durduruluşundan itibaren İslâm siyasî, ekonomik, kültürel, entelektüel ve stratejik bir aktör olarak tarih sahnesinden çekilmişti.
Ancak İkinci Dünya Savaşı'ndan, özellikle de 1967 Arap-İsrail Savaşı'ndan sonraki süreçte İslâm'ın tarih sahnesinden çekilmediği; aksine retorikselliklerine rağmen İslâmî söylemlerin İslâm dünyasında en güçlü ve tek siyasî, sosyal, kültürel ve entelektüel alternatif hâline gelme potansiyeli taşıdığı görüldü.
Bu süreçte, İslâm dünyasında Batı'dan ödünç alınan ve içi boşaltılarak zorba bir şekilde uygulanan seküler-otoriter söylemlerin ve projelerin tutmadığı ve geri tepmeye başladığı da anlaşıldı.
Eğer İslâm'ın siyasî, sosyal, ekonomik, kültürel, entelektüel ve stratejik bir aktör olarak yeniden tarih sahnesine çıkışı durdurulamazsa, Batılıların İslâm dünyası üzerinde/n kurdukları hegemonyayı sürdürebilmeleri kesinlikle zorlaşabilirdi. Çünkü bu durum, dünya sisteminin çatırdamasına yol açabilirdi.
İSLÂM DÜNYASININ MEDENİYET YÜRÜYÜŞÜNE SOYUNMASINI ÖNLEMEK İÇİN...
Zira bu durumda İslâm dünyası, kendi geleceğini kendisi belirlemeye kalkışacak, uzun soluklu bir medeniyet yürüyüşüne soyunacak ve böylelikle kaynaklarını asla Batılıların sömürmesine izin vermeyecekti.
İşte bu yüzden İslâm dünyasındaki otoriter / totaliter rejimler destekleniyor ve İslâm dünyasındaki halkların kendi geleceklerine kendilerinin karar vermelerini mümkün kılabilecek bütün yollar tıkanmaya çalışılıyor.
Bunun için iki yönteme başvuruluyor: Birincisi, İslâmî söylemler, terörle özdeşleştirilmeye ve hatta terörize edilerek teröre bulaştırılmaya zorlanıyor. Bu yöntem kısa vadede başarılı olabilir ama uzun vadede başarısızlıkla sonuçlanacaktır.
Bunun için ikinci ve uzun vadede daha sinsi bir yönteme başvuruyorlar: İslâm'ı protestanlaştırma veya sekülerleştirme projesi.
Şöyle bir şey bu: İslam'ı tıpkı Hıristiyanlığa yapıldığı gibi Allah'la birey arasında olup biten bireysel bir inanç meselesine indirgemek; İslâm'ın siyasî, sosyal, kültürel taleplerini iptal ederek hadım etmek ve etkisiz hale getirmek.
O yüzden Amerikalılar (ve diğer seküler müttefikleri) İslâm'la savaş sürecinde başarıya ulaşabilmek için, kısa ve orta vadede hem sanal, hem de reel yani iki yüzlü, baştan çıkarıcı postmodern bir savaş yürütüyorlar.
Ancak bu postmodern savaş, son derece riskli ve tehlikeli sonuçlar doğurabilecek bir yöntemdir. Ama anlaşılan o ki, “dünya sisteminin lordları”, önlerinde başka seçenek olmadığına karar vermiş durumdalar.