KİNİNİZİN DAVACISI OLUN!
28 Şubat’ın yargılanması süreci başladı. Temennimiz odur ki; "dönemin kudretli paşaları, bürokratları, medya ve tüm sinil uzantılarıyla" yargıya hesap vermesi...
Bu süreçte hem muhalefetten hem de hükümetten önemli isimler söz birliği etmişçesine bir yaklaşım sergiliyorlar. Bu süreç işlerken “adalet intikam alma edasıyla” olmamalıymış! Nasıl yani?
Birileri bu “kudretli paşalara” hakaret mi ediyor? Yok.
Rahmetli Erbakan Hoca’yaettikleri “küfür” cinsinden bir yaklaşım mı var? Hayır.
Yaka paça ifadeleri mi alınıyor? Aksine, asker denetiminde ve gayet müşfik bir edayla gözaltına alınıyorlar.
“Kafeste mi yargılansın” deniliyor? Hayır; o, Hüsnü Mübarek için denmişti.
Kendi üsluplarıyla bir hanım bakana dedikleri gibi “yağlı kazığa oturtalım” da denmiyor.
Peki, bu “intikam” meselesi de neyin nesi?
Yok, yok böyle bir şey. Kendi kendilerine gelin güvey oluyorlar. Bir parça popülizm hissediyorum…
Tamam, halkın duygu ve bilgi dünyasında yeni ufuklar aralamak, bilgi toplumu olmak adına çok önemli! Siyaset erkinin “popülist” yaklaşımları ile yazarların “eleştirel” yaklaşımları arsında bir köprü kurulacaksa; bunu en iyi yapacak olan yine okurdur...
“İntikam” kavramı üzerinde bir politika inşa etmek çok kolaydır. Bu kavramı çıplak manada ele aldığınızda; “kin ve nefret” içerdiği için popüler yaklaşımlara kurban vermek zor bir iş değildir. Oysa bu kavram, apayrı bir anlam derinliğinde ele alınması gerekir.
“İntikam”; ihkak-ı hak, bir hakkın iadesi, bir zulmü def etme hedefinde geliştirilen strateji ve eylem planıdır. Yine inancımız odur ki; bu stratejiyi ve eylemi gerçekleştirme sürecinde “zulmü zulümle karşılamak” yöntemi doğru değildir. Zulme ortak olmak ta bir zulümdür ve bunda çok büyük bir sorunluluk vardır. Ortada haksız bir uygulama olmuşsa, bir şey olması gereken konumdan çıkartılmışsa, bunun adı “zulüm” olur. Zulüm, bir şeyi konumu dışına koymaktır.
Zulmü ortadan kaldırmak için devletin, halkın ve bireyin rolü vardır. Bir yerde haksızlık varsa ve o haksızlığı devlet, millet veya bireyin “eliyle” kaldırması, ona gücü yetmiyorsa “diliyle”, ona da gücü yetmiyorsa “buğz” etmesi süreci vardır. “Buğz” ise; zulme karşı “gizli ve kalbi” olan düşmanlıktır. Bu da inancın “en zayıf” halkasıdır. Biz bu buğzu besler, büyütür, zamanla dillendirir ve en sonunda da elimizle değiştirirsek, ancak o zaman hak yerini bulmuş olur. Yani zamana ve mekâna göre şartlar oluşur. Sabır her şeyin ilacıdır. Siyonist’ler 5 bin yıllık kinle dünyaya hükmetmeyi ahdediyorlar. Bize sıra geldi mi “darbetörlere” bile kin duymamıza mani oluyorlar, zihinlerimizi "taciz" ediyorlar, bu nasıl iş!
“Bu işi fazla derinlemesine kaşımayın”, geniş tutmayın diyenler; ya bu zulme taraf olmuşlar ve işin ucu bize dokunacak korkusuyla söylemekteler, ya da hatalarını fark etmiş olmalılar ve yaptıklarından pişmandırlar. Yanlış yaptığımızda yanlışımızdan geri dönmenin erdem olduğunu biliriz. Bunun inancımızdaki karşılığı ise “tövbe”dir. Tövbeler olsun…
28 Şubatta yapılan yanlışlıklar bir “hak” ihlalidir. Bunda kuşkumuz yoktur. Bu hak ihlaline tepki göstermek, haklı ve mağdurun tarafında yer almak, en önemlisi bu bağlamda hukuku işletmek gerekliydi. Bir anlamda bu mecburiyetti! Süreç işledi ve “her şeyin bir vakti zamanı var” hesabı bu noktaya gelindi.
Bu tablo karşısında “intikam almak” yaklaşımından ne kastedilebilir? “Bu zulmü yapanları asıp keselim, misliyle onlara da bu acıları tattıralım” diyerek “intikam almayı” yöntem belirlersek, bu “haksız bir intikam” olurdu! Zülümdür. Yasaların öngördüğü şekilde cezalarını bulsunlar o kadar. Biz Libyalı değiliz. İntikamında bir ölçüsü, bir adabı vardır. Fiili savaş hukukunun öngördüğü intikamdan bahsetmiyoruz ki; onda bile sadece “ihkak-ı hak” yani “hakkın yerini bulması” vardır, “aşırıya”(1) gidilemez. Bu evrensel bir değerdir…
“İntikam” derken neyi kastettiğimiz çok önemli! İntikam duygusu bir etki- tepkinin sonucudur. Haklı olan bir tarafın, zulme uğrayan bir kesimin haklarını savunacak duygu yoğunluğu olmayacak mı? Elbette bu duygu yoğunluğu sınırsız bir hakkı insana veya bir kuruma bahşetmez.
“İntikam alırken” hukuksuzluğu elbette öngöremeyiz!
İntikam duygusuyla “cürüm” işlenebiliyor da neden bu cürümü cezalandıracak bir intikam hissi olmasın. Darbeleri yapsınlar, tonlarca altınları iç edip malı götürsünler ve yaptıkları da kar kalsın onlara öyle mi! Neden “kinimizi ve nefretimizi anlamlı kılacak” intikamdan uzak duralım! Duramayız. Bu kinimiz; bizim insan olmamızı, millet olmamızı ve nihayetinde devlet olmamızı pekiştirecektir…
Mesela bir başka açıdan konuya yaklaşırsak; kamuya mal olmuş bir davada hukuk işlemezse olay şahsileşir ve illegal bir yapı kazanır. Hukukun görevi; bu şahsiliği kamu adına kendisi yüklenmesi ve adaleti tesis etmesidir. Zulme uğrayan birey, intikam alma hakkını devlete havale eder ve böylece mahkemeler “legal intikam merkezleri” hüviyetine bürünür.
Devlet, 28 Şubatta süreciyle yaşanan bu toplumsal travmada mağdurların hakkını iade etmesi, hukuku işletmesi, telin etmesi…
Bütün bunlar devletten bir lütuf değil vecibedir. Olsa olsa “devleti yönetenlerin” bir lütfüdür. Devlet birey için, halk için vardır, halkı olmayan devlet düşünülemez…
Fudayl bin İyad; “Ruhunda istiklal olmaya hür değildir” der. İntikam bireyi özgürleştirdiği gibi kurumları da aklar. İntikam özgürlüğü öğretir. 28 Şubatın mağdurları olan öğretmen, öğrenci, asker, bürokrat ve sivil halk olarak bu şuurda yoksun insanlardan empati beklemesinler. Ruhlarını makama, paraya, istikbal temin etmeye adamış insanlar, hayatı sadece bu dünya ile sınırlı zannedip maverayı unutanlar; sizi belki anlayabilirler ancak idrak ve şuurdan yoksundurlar.
“Hak kulundan intikamını kul ile alır
Dini irfan bilmeyen bunu kul etti sanır.”
“İntikam” kavramına yeni bir anlam katıyor değiliz. Tayyip Erdoğan’ın ifadesiyle “kinimizin davacısı olmak” böyle bir şey olsa gerek! Anlayana…
1.Bakara 190–194
2.Hud 49