Manevî temeller atılmadan aslâ!
Türkiye'yi Türk-Kürt çatışması çıkararak iç savaşa çıkarmaya çalıştılar. Ama başaramadılar. “ERDOĞAN'SIZ TÜRKİYE” İÇİN DÜĞMEYE BASILDI! Şimdi başta PKK olmak üzere DAEŞ ve diğer örgütler üzerinden terörü büyük şehirlere taşıdılar ve kitleleri sokağa dökerek Türkiye'yi dize getirmeye çalışıyorlar. Ankara ve İstanbul'daki patlamaların kısa ve orta vadedeki hedefi bu. Küresel sistem ve içerideki işbirlikçileri, Erdoğan'sız bir Türkiye için düğmeye bastı. Niçin? Türkiye'nin uzun vadede önünü açacak kişi o olduğu için. STRATEJİK HEDEFLER YENİLENMELİ, BUZDAĞI ÖNLENMELİ Yaşanan kaotik sürecin kontrol altına alınması ve aşılması için başlıklar hâlinde atılması gerektiğini düşündüğüm adımları burada sizlerle paylaşmak istiyorum öncelikle: Türkiye'nin bu kritik süreçte, derhal yeni ve zekice stratejik hedefler belirlemesi gerekiyor. Türkiye'nin içerden ve dışardan kuşatılmasına yol açan stratejik kararlarını gözden geçirmesi, yenilemesi gerekiyor. Öncelikli olarak yapılması gereken şey şu: Bir buzdağı geliyor üzerimize. Ülkeyi bu buzdağından koruması, bunun için de dış politikada güçlü ittifaklar arayışına girişmesi gerekiyor. Bu sürecin ülkeyi sarsacak bir ekonomik krizin eşiğine sürüklemesinin önlenmesi için âcil ekonomi-politik ve stratejik kararlar alınması gerekiyor. Bu yazıda Türkiye'nin kaosun eşiğine nasıl ve niçin sürüklendiğini derinlemesine tahlil eden bir yazımı paylaşmak, daha sonraki yazılarda kısa, orta ve uzun vadeli çıkış yolları üzerinde ayrıntılı olarak yoğunlaşmak istiyorum. İKİ ASIRDIR BAŞKALARININ PARYASI GİBİYİZ! Kendi dünyamızda yaşamıyoruz: İki asırdır, gökkubbemiz çöktüğünden bu yana başkalarının dünyasında, ithal bir dünyada yaşıyoruz. Her şeyimiz ödünç bu topraklarda. Kendi topraklarımızda başkalarının paryası gibiyiz adeta! Canlı cenaze gibiyiz bir asırdır. Düştük ama ölmedik. Küllerimizden doğacağımız bir dünyanın kozasını örüyoruz bir ipekböceği gibi sabırla, çileyle ve irfan'la. LOZAN VE ÇİFTE KUŞATMA! Şunu iyi bilelim: Hakikat hak edilmeli ki, Hakk'ın yardımı gerçekleşmeli. Bu yüzyıllık kayıp zaman'da hakikati hak edecek doğru “işler” de yaptık; bizi hakikatten mahrum edecek yanlış işler de. İddialarımızdan vazgeçtiğimizi ilan ettik Lozan'da. Tarih yapacak, tarihin akışında belirleyici roller oynayacak medeniyet iddiamız olmadığını beyan ettik İngilizlere. İngilizler, bize hiç bir zaman inanmadılar. Bin yıldır dünya tarihinin akışını şekillendiren medeniyet kurucu bir tarihin çocukları olarak bizim “numara” yapabileceğimizi, zaman kazanmak için iddialarımızdan vazgeçtiğimizi düşündüler ve bizimle bu çerçevede ilişki kurdular her zaman. Ama biz, Lozan'da İngilizlere verdiğimiz sözü tuttuk: Açıkça intihar ettik: Bin yıllık medeniyet birikimini, tarihî derinliği ve irfânî zenginliği inkâr ederek intiharın eşiğine sürüklendik. Ama her şeye rağmen teslim bayrağı çekmedik. Menderes'le birlikte toparlandık. Özal'la birlikte toparlanmamızın meyvelerini toplamaya başladık. Erbakan'la birlikte D-8'le özelde Müslüman dünyanın genelde bütün mazlum halkların nasıl toparlanıp ayağa kalkabileceğinin en büyük projesini geliştirdik. Erdoğan'la birlikte, yürümeye, mazlumların ve Müslüman toplumların yüreğinde bir umut kıvılcımı çakmaya başladık. DIŞ TEHDİT NE/RESİ, İÇ TEHDİT NEREYE DÜŞER? İşte ne olduysa bundan sonra oldu. Türkiye, içeriden ve dışarıdan çepeçevre kuşatıldı. Türkiye'nin yürüyüşü durdurulmaya çalışıldı. Bizim celladına âşık seküler elitlerimiz ve entelijansiyamız henüz asırlık kış uykusundan uyananamamış olsa da Batılılar şunu iyi biliyorlar/dı: Daha önce de zikrettiğim gibi, Toynbee, Batılıların bildikleri ve korktukları şeyi çok iyi özetlemişti: “Osmanlı durduruldu, dev uyutuldu. Dev uyanırsa, kimse duramaz karşısında!” O yüzden Türkiye kendi hâline bırakılmıyor ve her yaptığı yarma harekatından sonra kuşatılıyor! Bunları söyledim diye kılıçlarını kuşanarak “neden hep diş güçlerle açıklıyorsun; bu halkın iradesi yok mu?” diye absürd bir şekilde saldırıya geçecek olanlara şu yakıcı gerçeği altını çizerek hatırlatmak isterim: Türkiye bağımsız değil. Türkiye'nin bağımsızlığı teritoryal / toprak bağımsızlığından ibaret sadece. Türkiye'de “iç güçler” yok. Halkın iradesi yok. Şöyle ki: Zihnen Batı'da ama bedenen burada yaşayan, Türkiye'nin İslâmî geçmişini ve kimliğini, medeniyet hafızasını ve tarihî derinliğini yok etmeye çalışan şizofren / çift kişilikli, celladına âşık, metamorfoz yemiş küçük bir azınlık Türkiye'de siyaset hâriç, bütün iktidar aygıtlarına (ekonomiye, hâriciyeye, medyaya, kültüre vesaire) hâkim. Ülke de, halk da bunlara mahkûm. CELLADINA ÂŞIK AYDIN, ÜLKENİN ÖNÜNÜ KARARTIYOR! İşte Türkiye'nin önündeki, halledilmeyi bekleyen en büyük tehdit dışardan değil içeriden. Dışarı, içimizdeki bu “İrlandalılar” vasıtasıyla içeriyi hem tehdit ediyor hem de kuşatıyor. Tehdit dışarıdan geliyor, içeride gerçeğe dönüştürülüyor! Bu gönüllü köleler, Batılıların gönüllü acentaları, Batılılar tarafından dışarıdan sömürgeleştirilemeyen bu ülkeyi içeriden sömürgeleştiriyorlar. Dünyada hiç bir ülkenin başına gelmeyen bir felâket bu: Ülkenin aydınları, ülkenin geleceğini karartıyor! MANEVÎ / KÜLTÜREL TEMELLER ATILMADAN ASLÂ! Eğer Türkiye, dışardan gerçekleştirilen ve dışarıdan beslenen içimizdeki İrlandalıların elleriyle pekiştirilen bu çift yönlü kuşatmayı yaramazsa, ne kadar büyük maddî atılım yaparsa yapsın, gerçek anlamda zihnî, kültürel, ekonomik bağımsızlığına kavuşamaz hiçbir zaman. Ve göremediğimiz, daha da vahim olan hayatî nokta şu burada: Türkiye, zihnî, kültürel olarak bağımsız olmadığı, kendi dünyasında yaşamadığı için Türkiye'nin yaptığı her maddî atılım, manevî / kültürel çöküşü/nü hızlandıracak, böylelikle kendi ayağına kurşun sıkmış olacak! O halde bundan sonraki süreçte üzerinde sadece siyasetin değil toplumun da yoğunlaşması gereken en hayatî mesele şu olmalı: Önce manevî (fikrî, kültürel) temelleri atmak, sonra maddî sütunları dikmek. Oysa yarım asırdır tersini yapıyoruz biz. Eğer böyle giderse, aslâ kendi dünyamızı kuramayız ve ortada “biz”den eser bile kalmaz. Genç kuşak çürüyor mesela...