Maskeler, maskeli balolar ve kobaylaşan insanlar...
Koronavirüsten korunmanın en önemli yöntemlerinden biri, maske takmak, hiç kuşkusuz. Korunmak için maske takılması konusunda özen göstermek sadece kendimiz için değil etrafımız, ülkemiz ve tabiî insanlık için taşımamız gereken bir sorumluluk.
Maske kavramını, hayatımızın, aslında nasıl da maskelerle, maskeli balolarla sürdürdüğümüz bir hayat olduğunu, sonunda birilerinin bu salgınla insanlığı bir kobay gibi bir yere doğru sürüklediklerini konu edineceğim bir yazıda koronadan korunmak için maske kullanımına özen gösterilmesi gerektiğini hatırlatmam gerekir -daha yazının en başındayken...
HEKİM, HAKÎM VE HÂKİM ARASINDAKİ BİLGECE İLİŞKİLER KOPUNCA MASKELER KRAL OLDU...
Modern tıp, çok gelişti, bu açık. Ama modern tıbbın bir ruhu yok. Ruhu kabul etmeyen bir alan çünkü.
Modern tıp, doktoru robot, hastayı tamir edilecek bir makina olarak görüyor o yüzden. Hekim ile doktor aynı karakterler değil. Elbette ki, insan sağlığı açısından iki karakterin de konumu, insanların onlara olan borçları elbette ki tartışılamaz. Hele de şu pandemi sürecinde doktorlara, sağlık çalışanlarına ne kadar şükran borçlu olduğumuzu söylemek bile gereksiz.
Modern tıp, tartışılamaz, kutsal bir alan değil elbette. Ne ki, bilimi kutsayan kişilerin, modern tıbbı da kutsadıklarını görüyoruz; ki bu, bu insanların hem kutsalı reddedip hem de yeni kutsallar icat ettiklerini bile göremedikleri anlamına gelir elbette; ama işlerine gelir mi bunu hatırlatmak, bilinmez!
İnsan sağlığı söz konusu olduğunda ideolojilerin çöpe atılması gerekir, elbette ki.
Hekim, bizim medeniyet dünyamızda insanın sıhhatiyle ilgilenen kişi; hakîm, zihin sorunlarıyla ilgilenen düşünce insanı; hâkim, insanlar arasındaki hukuk sorunlarını çözüme kavuşturmakla yükümlü insan.
Hekim, hakîm ve hâkim kavramlarının yitirilmesiyle, hayata bütüncül bakan, birbirinin ruh dilinden anlayan kâmil insan tiplerinin, şahsiyetlerinin de yitirildiğini unutmayalım, derim.
İnsanın yaratıcıyla, kâinâtla, diğer varlıklarla bütüncül irtibatının koparıldığı bir dünyada hakikatin değil maskelerin, maskeli baloların, algı operasyonlarının hükümran olması kaçınılmazdır. “Maskelerin” “kral” olduğu bir dünyada insanın “soytarı” olması da!
MODERN HAYAT ACI’SIZ OLDUĞU İÇİN ACIMASIZ’DIR!
Tuhaf bir dünyada yaşıyoruz: Her şeyin çivisinin söküldüğü, metamorfoza uğradığı, çivisiz ve de çilesiz bir dünya burası. Acı’dan haz alınan bir dünya. Acı’nın, zaman zaman ayartıcı bir maske olarak kullanıldığı ürpertici bir dünya.
Acısız ve acımasız bir dünya. Ayartıcı bir dille sunulduğu için acı’nın duyulmadığı, hissedilmediği hatta medyatik mekanizmalar yoluyla buharlaşabildiği, dolayısıyla yok olabildiği bir dünya.
Acı’nın medyalarda ayartıcı bir dille sunuluş biçimi, acı’yı da maskeler, hayatta olan hâkim acımasızlığı da, acımasız eylemlerin aktörlerini de!
Medyatik çağ, bu anlamda tam bir ağ işlevi görür: Medya, görüntünün, daha çok da gösterme çabasının ayartıcılığından ötürü, modern tıbbın zihniyetiyle hareket eder: Acı’yı izleyiciyi ayarlayarak yok eder, acı’sız bir hayat vadeder ama hayatın sonuçta cehenneme dönüşmesini sağlar farkında olarak veya olmayarak...
Modern hayat, her alanda acı’yı yok eden, maskeleyen bir hayat olduğu için sonuçta acımasızlığın önünü sonuna kadar açar. Modern hayat, acı’sız olduğu için acımasızdır. Acı’yı yok eden steril hayatlar, aslında, acımasızlığın yapıtaşlarını döşer, hayayı çöle çevirir ve insanı insanlığından eder.
MASKELENEN GERÇEKLER VE KOBAYLAŞAN İNSANLAR...
Acımasızlıkların sınır tanımadığı, insanın, varoluş serüveni boyunca belki de en acımasız olan’la iç içe olmasına rağmen, acıyı hissedemeyecek kadar acımasızlaştığı, duygusuzlaştığı; en büyük insanlık trajedilerinin yaşandığı bir zaman diliminde trajedinin komediye dönüştüğü, insanın artık sadece dsytopia’lar (yok-ülkeler) ürettiği yokoluşlar dünyası bizim dünyamız.
Hayatın bir anlamı yok artık. İnsanların bir maskeli balodan ötekine koşuşturduğu bir dünyada hayat, anlamını, her an değişen ve değiştirilme ihtiyacı hissedilen “maskelerle” gerçekleştirilen “plastik roller”den alıyor.
“Maskeler”, insana sadece kaçamak hayatlar vadediyor; hayatın acı gerçeklerinden kaçmasına imkân tanıyan kaçak ve kaypak hayatlar. Balolar, maskeli hayatların tek sığınağı, yegâne burada-oluş mekânı ve imkânı.
Frankfurt Okulu’nun çağımıza en büyük armağanı eleştirel teori’nin kurucu babalarından cins estet ve entelektüel Adorno, maskelerin, insanların benliklerinde yaşanan yarılmanın maskelenmesi işlevi gördüğüne dikkat çeker ve maskeli hayatların toplumu bir maskeli baloya indirgediğini söyler.
Maskeli baloda eğer maskesizseniz, maskeli balo vaziyetlerindeki insanların sizi bir maske olarak görmeleri kaçınılmazdır. Çünkü maske, onlar için bir süre sonra, onların benliği hâline gelir.
Maskeli hayat, aslında, hayatın ve hayatın hakikatinin ıskalanması demektir. O yüzden Adorno, maskenin, özgür olmayan bir toplumun özgür-olmadığını maskeleyen bir tutamak olduğunu, maskeli hayatların özgür olmayan toplumlara özgü bir hayat tarzı olduğunu hatırlatır bize ve maskelerle yaşanan hayatların insanlarının kobay psikolojisi ile hareket ettiklerini söyler.
Adorno’nun maskeli hayatları, kobay psikolojisi ile yaşanan hayatlar olarak tarif etmesi önemlidir.
Kobay, programlanmış bir varlıktır ve yalnızca ânlık uyarımlar ve tepkilerle varlığını sürdürebilir.
Sözün özü: Birilerinin insanlığı kobay olarak kullandığı fikri tedirgin ediyor beni kaç zamandır. Maskeler, hayatı ve hakikati maskeler çünkü.
Vesselâm.