Modern insanın yitirdiği ruhu Özbekistan’da diriltmek…
Özbekistan seyahatimizin en önemli ayaklarından birindeyiz. Başkent Taşkent’te muazzam keşifler yapıyoruz. Hem Özbekistan›ın medeniyetimizdeki kurucu rolünü hem de şimdi bu ruhu nasıl yitirdiğini ve yeniden nasıl diriltebileceğini keşfetmeye çalışıyoruz. MTO talebesi Seyfullah Yiğit kardeşim’le yolculuğumuzun anlamını deşifre etmeye çalışıyoruz.
MODERN İNSANIN YİTİRDİĞİ RUH
Hz. Osman Efendimizin el yazması Kur’an mushafını gözlerimizle gördük. Özel bir kabinde özenle muhafaza ediliyordu. Çok güzeldi. Ne kadar güzel bir dinimiz var. Ne kadar güzel öncülerimiz var. Hz. Ebubekir… Hz. Ömer… Hz. Osman ve Hz. Ali… Hepsi de birbirinden güzeller… Rabbim! Cümlesinden razı olsun. Bizleri de onların yoluna sâlik hâdim etsin.
Ardından Özbekistan’ın İslâmî kimliğinin inşasında öncü işlere imza atan Hilal Yayınevi’ni ziyaret ediyoruz. Kurucusu, Şeyh Muhammed Sadık. Kendisi vefat etmiş. Yeğeni Abdülvahid Hoca bakıyor. Çağdaş bir tefsir yazmış Şeyh Muhammed Sadık. Özbekistan’a ciddi hizmetleri olmuş. Bir dönem vekillik de yapmış. Mecliste sarıklı fotoğrafı var!
Özbekistanlı parlak MTO talebemiz Cemşid kardeş, Şeyhin yazdığı kitaplardan namaz kılmayı öğrendiğini söyledi. Şeyh Muhammed Sadık, basiretli biri. Müsbet hareket ederek dini hizmetler yapmış. Ülkedeki tek dini yayın yapabilen yayınevi, Hilal Yayınevi.
Modern dünya, zıtlıkların dünyası. Özbekistan’da da bu zıtlıkları görmek mümkün. Tarikat yasak ancak Muhammed Sadık’a Şeyhlik unvanı verilmiş. Bu hamiyetli alim, 2015’te vefat etmiş. Şeyhin yeğeni Abdülvahid Hocadan ilginç bilgiler öğreniyoruz. Devlet okullarında 18 yaş altı dini eğitim yasak! Özel okullarda ise, isteğe bağlı. Eskiden 200 bin adet kitap bastıklarını, şimdi ise 2 milyon adete ulaştıklarını ifade etti Abdülvahid Hoca. Bu, muazzam bir gelişme. İslâm’ın önü alabildiğine açık. İnanmış ve adanmış insanlar olsun yeter ki. Yayınevi işlevsel olarak da kullanılıyor. Kütüphane kurulmuş. Bir aylığına ödünç kitap veriliyor. İsteyen, yayınevinde de kitabını okuyabiliyor. Bir heyecan var. Bunu hissedebiliyorsunuz yayınevindeki atmosferden. Yusuf Hocamıza kitap hediye ettiler. Ayrıca hepimize Kur’an-ı Kerim hediye edildi. Yayınevi notlarını bitirmeden bu duygulandırıcı bilgiyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Kur’an yasağı kalkınca yayınevinin önünde çok büyük bir kalabalık oluşmuş. İnsanlar… on yıllarca ab-ı hayat olan Kur’an’dan mahrum bırakılmışlar!
Yayınevinin yanında yapılan Şeyh Muhammed Sadık Camii’nde namaz kıldık. Yeni inşa edilen camilerle eski camileri ayırt edemediğimizi ifade etmek isterim. Adamlar en azından tarihi taklit edebiliyorlar. Türkiye aklıma gelince çıldırıyorum. Çıldırmamak elde değil zaten. Tarihi eserlere bizden çok daha iyi sahip çıktıklarını bilmem ifade etmeme gerek var mı? Namaz çıkışında, caminin avlusunda, bize eşlik eden Abdülvahid Hocalarla toplu fotoğraf çektirdik. Güzel anılar biriktiriyorduk. Her şeye rağmen dünyanın her bir köşesinde İslâm için gayret eden güzel Müslümanlar var. İşte, bizlere nokta-i istinat…
HAREZM PİLAVI VE CÜCELEŞEN İNSAN…
Beş Kazancı Pilavcısına, meşhur Harezm Pilavı yemeğe gittik. Mekân, çok geniş. Üst katta bir iki metrelik çıkmalı bölme var. Tam Sovyet mantığı. Sürüleştirmenin mekanlar üzerinden nasıl yapıldığının en güzel örneklerinden. Devâsâ bir mekân, hepsi birer noktaya,, karıncaya dönüşen yığınla insan, cüceleşen insan… İçeri girer girmez, Yusuf Hoca, mekânın ruhsuzluğuna ve bu mekân üzerinden insanların nasıl kitleselleştirildiğine ve nesneleştirilerek çöpe dönüştürüldüğüne dikkat çekti. Hocamızın, bu keskin kavrayışı çok hoşuma gidiyor. Bir anda görülmesi gerekeni görüyor ve size de gösteriyor, bu çok güzel bir şey.
İtiraf etmeliyim pilavı güzeldi. Beş tonluk kazanlarda pişiriyorlar pilavı. Müşterinin de yakından görebileceği, yemek salonuna bitişik mutfakta dev kazanların içinde pişiriliyor Harezm Pilavı.
Sovyetler döneminde şehit edilenler için yapılan, Şehitler Meydanındayız. Yusuf Hoca, Cemşid kardeş, Hasan kardeş ve ben çimlerin üzerinde, ağaç gölgesinde arkadaşları bekliyoruz. Temaşa… tefekkür ve kaliteli sohbet… burada da ruhum inşirah bulmuştu. Unutulmaz anlardan bir an idi buradaki an…
İSTANBUL’UN İKİ MANEVÎ FATİHİ
Kukeldaş Medresesini ziyaret etmeden, kapının önünde Zafer kardeşle tanıştık. Türkiye’de okuyan Özbek bir kardeşimiz. Yusuf Hocamızı tanıyor. Hocayı görünce geldi, tanıştık. Fotoğraf çektik. Birbirimizin numaralarını aldık. Sanki yıllardır tanışıyormuşuz gibi…
Medrese, 1570’te sarı tuğlalarla inşa edilmiş. Medresenin iç kısmındaki avlusu çok güzel, her taraf çiçeklerle dolu. Medrese, işlek bir caddenin bitişiğinde. Merdivenlerden inince kaldırım üstünde pazar kurulu. Dışarıdaki gürültü içeride yok. İçeriye girince sanki başka bir dünyaya yolculuk yapmış gibi kendinizi hissediyorsunuz. Eskilerin ilim tedrisatı için inşa ettikleri mekanlar, günümüz dünyasında inşa edilen mekanların çok ilerisinde… Aradaki farkı görmekle kalmıyor aynı zamanda yaşayabiliyorsunuz Kukeldaş Medresesinde. Bu güzel medrese, Sovyet döneminde depo olarak kullanılmış. Özbekistan’ın 1991’de bağımsızlığını elde etmesinden sonra yeniden İslâmî eğitim verilmeye başlanmış.
Örnek bir şahsiyet Ubeydullah Ahrar. Hayırseverlikle irşad faaliyetlerini birleştiren bir şahsiyet, rehberimiz anlatıyor. Taşkent’te, 1404’te doğmuş. Hem alim, hem mürşid hem de ticaret erbabı bir zat! Birçok hayırlı eser bırakmış arkasında. Şöyle ilginç bir hikayesi de var. Fatih Sultan Mehmet şunu demiş. İstanbul’un fethine iki hoca vesile olmuş. Biri, Akşemsettin Hoca, diğeri de Ubeydullah Ahrar Hoca. Ubeydullah Hoca’nın talebeleri de hocalarının, manevî âlemde İstanbul’un fethine iştirak ettiklerini söylemişler.