Burhan OKUTAN

Burhan OKUTAN

MÜLK, ALLAH’INDIR!

MÜLK, ALLAH’INDIR!

Zaman zaman siyasi parti liderlerinin konuşmaları ve çıkışları üzerinde değerlendirmeler yapıyoruz. Geçen hafta Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Akademik Yılı Açılış Töreni programına katıldık. Programda toplumun her kesiminden insanlar vardı. Başbakanın konuşmasını siyasi mülâhazamızın ötesinde dikkatle dinledik.

Sayın Başbakan, konuşmasında kendisine verilen doktoranın ve diğer makamların “bir şey olmak için değil, bir şeyler yapabilmek için mücadele ediyoruz” sözüyle anlamlandırdı. Bu yaklaşım bir siyasetçi için çok önemli! Bu söz, bana Allah’ın şu ayetini hatırlattı;“Yusuf: 'Beni memleketin hazinelerine memur et, çünkü ben korumasını ve yönetmesini bilirim' dedi.” Yusuf:55

Burada çok önemli bir nokta var; bir “makama” talip olmak başka, bir “göreve” talip olmak başka! Bu idrak ve şuur gerektiren bir yaklaşımdır.

Bir makamın içini doldurmak, o makama bir şeyler katabiliyor olmak, bu çok önemli!

Yok, eğer o makam kişiliği zaafa uğratıyorsa, kendimizden bir şeyler alıp götürüyorsa, o takdirde makam sahibi olmak bize kişiliksizlikten öteye yol aldırmaz. Kişilikleri zafiyet içinde olanlar, makam sahibi değilken başını eğik gezerler. Makam sahiplerine el avuç, el pençe divan dururlar. Kendilerine bir fırsat verilip makam sahibi olduklarında ise başını göğe dikerler, yerdekileri göremezler. Kendilerinden başka adam tanımazlar. Kendilerini dünyanın merkezi görürler ve dünya etrafında dönüyor zannederler. Birde “kraldan çok kralcı olanlar” vardır ki bunlar; farzı mahal, “Tayyip Erdoğan’dan daha fazla Ak Partili” olurlar. Halkın isteklerini küçümserler, yerine getirmezler. Kendilerinin “büyük işler adamı” olarak görürler. “Bizi basit işlerle meşgul etmeyin” derler. Oysa kendilerinin basit gördükleri işler, vatandaş açısından son derece önemlidir. Bu vatandaş yeri geldiğinde mülk-iktidar sahipleri için sağlığını bile bozmaktadır. Bu gerçeği idrak edemezler…

Milletin derdiyle hemhal olmayanlara Allah başka dertler verir, onunla uğraştırır durur!

Ne yaparsak yapalım, hangi makam verilirse verilsin, hiçbir zaman başlar göğe erişmeyecek ve mutlaka yerin altında mesken tutulacaktır…

Başbakan, Efendimizin “Ölmeden önce ölmek, hesaba çekilmeden önce kendimizi hesaba çekmek” nasihatine vurgu yaptı!

Evet, hastalık var ölüm var. Neyi niçin yaptığımızı bilmek zorundayız. Bir sevdiğimizin tebessümünü veya kızgınlığını anlamlandırıyoruz da hayatımızın hangi gayede istikamet bulması gerektiğini niçin göremiyoruz?

Bu gerçeği içselleştirememek ne büyük bir gaflet ve hezimettir!

Yakın gelecekte, bir değişiklik olmazsa mahalli idarelerde belediye başkanlıkları seçimi var. Aday adayları için; acaba, “bu şuurun bu idrakin neresinde” diye düşünmüyor değilim!

“(Resulüm!) De ki: Mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin.” Ali İmran:26

Demek ki Allah, “mülkü” dilediğine veriyor, dilediğinden de çekip alıyor. Kendilerine bahşedilen makam, çok donanımlı olduklarından değil, belki toplumun bir kesiminin aynası olduklarındandır…

Mısırlı büyük âlim Şeyh Şağravi, Mısır’ın kudretli Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek’in omzuna elini koyarak yukarıda zikri geçen ayet ışığında nasihatlerde bulunmuştu. Hüsnü Mübarek’te bu âlimin karşısında el pençe divan durmak zorunda kalmıştı. Çünkü Hüsnü Mübarek çok iyi biliyordu ki; bu ağma âlimin gücü kendisi gibi makamından almıyor, ilminden alıyordu. Neticede nasihatlerini dinlemedi ve Allah, Hüsnü Mübarek’ten mülkünü çekip aldı. Şimdi Şeyh Şağravi, maveraya göç etmesine rağmen milyonlarca seveni var. Mısır’ın kudretli Cumhurbaşkanı hala hayatta ve şimdi yatalak bir vaziyette “ölmeden önce muhakeme edilmenin” zilletini yaşıyor...

Haddi zatında bir “makama” talip olmak yerine, “göreve” talip olma anlayışı çok önemli demiştik! Kendilerine bir sandalye verildiğinde o sandalyenin firavunluğunu yapan makam sarhoşları, bir gün zilleti yaşayabileceğinin en bariz örneğidir bu!

İktidar sahipleri, etrafında pervane olmuş “yalakalar” kendilerini aldatmasın. Bu sarhoşluğun ayık anı da vardır. Kendilerine samimi olarak “hakkı tavsiye edenleri” uzak tuttukları anda hem dünyada hem de ukbada “şeytanlarını taşlayacak birileri kalmayacak” ve şeytanlarıyla baş başa kalacaklardır.

İranlı siyaset adamı Ebu Müslim el-Horasani öyle diyordu; “Onlar, zararlarından emin oldukları için dostlarını uzak tuttular. Kendilerine bağlamak ve kazanmak için de; düşmanlarını yakınlaştırdılar. Ne yakınlaştırdıkları düşmanları dost oldu, nede uzaklaştırdıkları dostları dost kaldı. Herkes düşman safında birleşince yıkılmaları mukadder oldu.”

Başbakanın konuşmasında kendisini “fakir” olarak tanımlaması da büyük bir nezaket ve tevazu örneğidir. Zira biz biliyoruz ki akıllı insanlar mütevazı olur, aklını kullanan insanlar nezaketi elden bırakmaz. Lider konumunda olan insanlar hürmet görüyorsa bu konuya azami gayret göstermelidir. Hepimiz Allah’a karşı fakiriz, O’na muhtacız. Nezaket insanı yüceltir. Tevazu varken, böbürlenmek niye?

Selam ve dua ile.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Burhan OKUTAN Arşivi