Müslüman olma coşkusu, ümmîleşme ve “vasat ümmet” yolculuğu...
Haşimî Yayınları'ndan Ahmet Kasım Ağabey, Ali Sözer, İbrahim Aydemir ve Bedri Gencer kardeşimle birlikte Kahire, Tanta ve İskenderiye hattında bir haftalık Mısır seyahati/miz sırasında yaptığım “keşifler”, önceden geliştirdiğim teorik gözlemlerimi pekiştirdi: “İslâm dünyası” diye bir “yer” yok.
MÜSLÜMAN OLMA COŞKUSU NASIL BUHARLAŞIYOR?
İslâm dünyasında, İslâm, Müslüman toplumların omurgasını, ruhunu, hattı harekâtını belirleyen yegâne kaynak olan özelliğini yitirmek üzere...
İslâm, İslâm dünyasında, İslâm, Müslüman toplumlar için sadece elbise gibi giydikleri, işlerine yaramadığı zamanlarda ve durumlarda da kaldırıp attıkları, tepe tepe kullandıkları, hayatlarında hiç bir değişime, dönüşüme, dirilişe, coşkuya ve neşve'ye kaynaklık edemeyen bir “ceset” sadece, büyük ölçüde!
Müslümanlar, sorunlarını İslâm'ın çağlar ötesi kaynaklarına dayanarak çözmüyorlar çünkü. Kur'ân'dan, hadis'ten, sünnet'ten, medeniyet'ten sözedip duruyorlar ama hayatlarını belirleyen, zihinlerini şekillendiren, dünyalarını inşa eden kaynaklar bunlar değil; sürgit değişen bilim gibi; insanı, ruhunu bitiren, insanî özelliklerini ayarta ayarta azaltan, tükettikçe tüketen tüketim çılgınlığı gibi; aslâ vazgeçemedikleri ve kölesi hâline geldikleri ayartıcı hız, haz ve arzu'lar gibi çağdaş hurafeler.
ÇAĞDAŞ HURAFELER ÇÖPLÜĞÜNÜN DAYANILMAZ CÂZİBESİ
Özetle, Müslüman toplumların hayatını bu pagan çağdaş hurafeler yönlendiriyor, zihinlerini, dünyaya ve hatta İslâm'a bakışlarını bile ruhsuz ilerleme ve teknoloji kutsayıcılığı, tüketim köleliği, hız, haz ve arzular tuzağı gibi çağdaş hurafeler çöplüğü şekillendiriyor.
Postmodern popüler kültür, bütün dünyayı olduğu gibi, İslâm dünyasını da kıskacına alıyor, ayartıyor, paganlaştırarak kölesi yapmayı başarıyor!
Sürgit paganlaşan bir dünyada Müslüman toplumlar da ürpertici şekillerde paganlaşıyor; her tür siyasa'ya ve her tür piyasa'ya yeniliyor.
Meselenin en ürpertici yanı aslında bundan sonra devreye giriyor: Müslüman toplumlara Müslüman olma coşkusunu, neşvesini, ruhunu yitirten bütün bu ölümcül ayartılardan, sefih sekülerleşme biçimlerinden Müslümanlar şikâyet etmiyorlar, hiç bir şey olmuyormuş gibi, sanki ruhları delik deşik olmuyormuş gibi, sanki Müslüman olma coşkusunu yitirmiyorlarmış gibi güle oynaya “yuvarlanıp” gidiyorlar:
Öyle ki, postmodern, seküler, pagan hayat o kadar ayartıcı bir şekilde ağlarına alarak Müslüman toplumların da ruhunu ve coşkusunu buharlaştırıyor ki, Müslüman toplumlar, yaşadıkları bu ontolojik felâketi göremiyorlar bile!
“İslâm dünyası”, İslâm'ın şekillendirdiği bir dünya olmadığı için, “İslâm dünyası” diye bir “yer”den sözetmek abesle iştigal etmek demektir.
ÜMMÎLEŞME'DEN ASLÂ!
Müslüman toplumlar, dünyevî hesap-kitap yapmak yerine, eğer, muhasebe yapabilme melekelerini keşfedebilirlerse, bu durumun sadece Müslümanların değil, insanlığın felâketi olduğunu görebilirler. Böylesi bir “göz”, bütün insanlığın yükünü omuzlarında hissetme basîreti, feraseti ve yükümlülüğü sadece Müslümanlarda var şu çivisi çıkmış dünyada!
Peki, bu “göz”, bu feraset ve basiret ne, öyleyse?
Tek kelimeyle: Ümmîleşebilme melekesi!
Şunu iyi bilelim: Ümmîleşebilme özelliği, hassa'sı, hassasiyeti yalnızca Müslümanlarda var ama -elbette ki- gizil, potansiyel, bilkuvve güç olarak!
Peki, ümmîleşmek, ne demek ve nasıl ümmîleşeceğiz?
Özlü bir şekilde tarif etmem gerekirse, ümmîleşmek, çağı tanıyarak, çağı tanımadığımızı ilan etmek, demek!
Bakara 143. âyette beyan ve tarif edildiği üzere “vasat ümmet” olmak yani.
ÜMMÎLEŞME›NİN YOLU: "VASAT ÜMMET" YOLCULUĞU
“Vasat ümmet”, “Merkez Ümmet” demek, “Güneş Ümmet” konumuna yükselmek yani.
Hücurat sûresinde verilen ilkeyi (=literârafû=tanımak, tanış olmak ilkesini) işleterek, tıpkı Efendimiz (sav) gibi, şu üç şeyin hem tanığı hem de tanıdığı kişi olmak:
1-Hakikatin ve Hakikat Çağrı'sının şahidi (tanığı ve tanıdığı kişi) olmak. Yani hakikate teslim olmak, şeksiz-şüphesiz iman etmek.
2-Hz. Âdem'den bu yana ortaya konan insanlık birikiminin, bütün çağların ve çağrılarının şahidi (tanıdığı ve tanıdığı kişi) olmak.
3-İçinde yaşadığımız çağın ve çağrısının şâhidi (tanıdığı ve tanıdığı kişi) olmak.
Sözün özü: Tıpkı âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sav) gibi, hiç bir kınayıcının kınamasına aldırış etmeden, bir elimize güneşi, bir elimize de ay'ı verseler bile iddiamızdan, davamızdan aslâ vazgeçmeyeceğimize ant içerek bütün zamanları seferber etmek, bütün zamanları kendi çocuğumuz kılabilmek ve bütün zamanların çocuğu olarak insanlığın hakikatle buluşturulması yükünü ve yükümlülüğünü taşıma Müslümanca coşkusu, neşvesi ve heyecanıyla nefes alıp verebilmek.
Ümmîleşmek, bütün insanlığı yeniden silbaştan ümmîleşmeye, çağdaş hurafelerden, çağdaş hurafelerin ördüğü, körleştirici, köleleştirici ağlarından, bağlarından, kavramlarından ve dünyasından kurtulmak ve yeni bir çağın hakikat medeniyeti Çağrı'sının vadettiği Hakikat Medeniyeti yolculuğunun önündeki çakıltaşlarını temizlemek, insanlığı hakikat medeniyeti yolculuğuna çıkaracak muhkem yapıtaşlarını döşemek...
Unutmayalım: Hakkıyla ümmîleşebildiğimiz ve “vasat ümmet” konumuna yükselebildiğimiz zamanlarda, önce daru'l-İslâm'ı inşa ettik, ardından da dünyada darü's-selam'ı (barış yurdu'nu) ve darü'l-insan'ı (insanlık yurdu'nu) yalnızca biz armağan ettik bütün insanlığa! Çinliler, Hintliler, Ruslar, Batılılar böyle bir dünyayı kurmayı hiç bir zaman başaramadılar.
Son söz: Ancak yeniden ümmîleşip, “vasat ümmet” noktasına ulaştığımız zaman, Müslümanca coşkunun insanlığı diriltecek ne büyük bir nimet olduğunu keşfetmek imkân dâhiline girecek. Vesselâm.
Not: Mısır'da bize rehberlik eden Enes Berber ve Elsever kardeşlerime yürek dolusu teşekkürler.