PİÇ'in Babası PİÇ'ini Tanır mı?
“Olur ki, bir şey sizin için hayırlı iken siz onu hoş görmezsiniz. Yine olur ki, bir şey sizin için kötü iken siz onu seversiniz. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (Bakara Suresi_216)
Devletinin ve milletinin sevdalısı olan her vatandaşımız gibi çok öfkeliyim. Bu yüzden olsa gerek bu yazımın dilinden dolayı affınıza sığınıyorum.
Tehlike henüz geçmiş olmasa da geçmiş olsun dileklerimle başlayalım. 16 Temmuz için planlayıp 15 Temmuz’da başlatılan Kalkışma bu saatten sonra organizasyon kabiliyetini kaybetmiştir. Peki tehlike nedir? PİÇ (Paralel İhanet Çetesi) militanları bireysel ya da lokal hamlelerle millete veya devlete zarar verme teşebbüslerinde bulunabilirler. Çeşitli suikastlar tertip edebilirler. İç savaş çıkarma yönünde birlik halindeki milleti karşı karşıya getirmek isteyebilirler. Devletin gizli bilgilerini ifşa edebilirler vs. vs…
Çünkü gördük ve bildik ki bu PİÇ’lerin ihanette sınırı yok. İnsafı, vicdanı yok. Milleti, devleti yok.
Fetto, yabancı basına verdiği mülakatta: "Darbe girişiminde bulunanları hiç tanımadığını ve bu girişimle ilişkisinin olmadığını" iddia etmiş. Bu ifadeyi biraz açmakta fayda var.
PİÇ örgütünün en basit hamlelerinde dahi en ince hesaplarla inanılmaz bir takiyye ve üst düzeyde tedbirlerle adım attığını biliyoruz. Ki Cumhurbaşkanı ve Genelkurmay Başkanının yaverleri olabilecek kadar sinsi yapılanmanın perde arkasında muazzam bir organizasyon var.
Yapılanmanın açık olan tarafları var. Çok gizli olan tarafları var. Mesela; adalet ve emniyete yerleştirilenler çok gizli bir organizasyonun neticesi. Ama ondan çok daha gizli olanı ordu içindeki yapılanmaydı. Biraz açalım bunu:
Orduya yerleştirilecek olanlar ailesi muhafazakâr görüntüde olmayan çocuklardan seçilir. Bu kişiler en başından en sonuna kadar örgütün kurum ve kuruluşlarından tamamen uzak tutulur. Hatta eğitimlerini devlet ya da sol grupların kurumlarından almalarına özen gösterilir. Orduya yerleştirilecek olanlarla ilgili örgüt içerisinden özel kişiler ilgilenir. İnanılmaz bir gizlilik içerisinde, bilinen örgüt evlerinde değil, gizli evlerde özellikle işlenirler, efsunlanırlar. “Sizler, bizler için hizmetin en etkili ve en seçkin adamlarısınız” nazarıyla değer atfederler. Bu yüzden ordu mensubu militanlar kendilerini çok daha elit ve özel görürler. Bunlar orduya gireceklerken yapılan sınav ve mülakatlara da özel ve özellikle hazırlanırlar. Namaz kılma emareleri olarak dizlerde ve ayak bileklerinde işaretlerin olmaması için namaz bile kıldırmazlar bunlara. Refleksleri dahi kontrol edilir. Ordu içerisindeki etkili militanlar arttıkça orduya girişler daha da kolaylaşmış ve üst düzeylere gelmek eskisi kadar zor olmamıştır. Hele hele Ergenekon balyoz davalarından sonra boşalan kadrolara yığınla yerleşmişlerdir. Üzücü olan taraf ise evvel zamanda AK Parti bunları tehdit olarak görmediği için hızlı kadrolaşmaları AK Parti döneminde daha da mümkün hale gelmiştir.
2010 referandumundan sonra sahip oldukları gücü hükümete rağmen kullanmaya başlamaları ve 7 Şubat MİT krizinden sonra cepheleşmenin başlaması, dersaneler meselesi sonrası ilk darbe kalkışması olan 17-25 Aralık hamlesi sonrası iktidar (Erdoğan) açık bir şekilde bu örgütün tasfiyesi için yoğun bir gayret içerisine girdi. Ancak hukuk çerçevesinde sürdürülen mücadelelerde örgütün takiyye ve üst düzey tedbir mekanizmaları içteki militanlarının da destekleriyle pek çok defa püskürtüldü. Erdoğan, bu mücadelede yalnız kaldı.
Bir vakit Erdoğan hep uyarılmıştı bunlara karşı ama o vakitler “Alnı secde görenlerden zarar mı gelir?” mantığındaydı Erdoğan. Ne vakit bunların ne mal olduğunu anladı ve inlerine girmeye tevessül etti. Bunlara terörist dedi. O vakitlerde de o birileri “Tamam da o kadar da değil. Çok abartılıyor.” diye Erdoğan’ın meseleyi takıntı haline getirdiğini konuşur, düşünür oldular. Erdoğan bir vakitler yanılmış, aldanmıştı ama şimdi haklılığı %1000 sağır sultanın malumu olmuş.
Erdoğan yalnız kalsa da 17 Aralıktan bu yana tek başına örgütün millet vicdanındaki algısını fena halde yaraladı. Örgüt tarihinin en büyük darbesini aldı. Siyasi manevralarla Erdoğan’ı bitirmek için türlü yollar denedi. HDP’nin barajı geçmesindeki akıl hocalığı dışında varlık gösteremeyen örgüt, siyasi arenada toplumsal desteğinin sıfıra yakın olduğunu da görmüş oldu.
PİÇ örgütü perişan bir haldeydi. Türkiye olmadan dünyada da prestijlerinin olamayacağını tecrübe etti. Hedefte örgütün kimyasını bozan Erdoğan vardı. Erdoğan düşmanlığı onlarda cinnet hali oluşturmuş.
Öyle ki on yıllardır sır gibi saklanan uyuyan hücreler devreye sokuldu. Zaman hiç de uygun bir zaman değildi ama TSK’da mevzilenmiş sır militanlar tetik ellerindeyken son kozlarını oynayacaklardı. Şizofren Fetto’dan gelen talimatla topyekûn canlı bomba gibi terör darbesine yeltenmişlerdir.
Aylarca planlar, listeler üzerinde çalışıldı. Çok şükür ki Allah’ın Nusret eliyle, milletin ferasetiyle bomba ellerinde patladı. Yoksa planladıkları gibi gece 3’te harekete geçseler. Saat 7-8’e kadar ulaşım ve iletişim olanaklarını bloke etseler. Televizyonlarda darbe metinleri okunup dursa. Telefonlar çalışmasa. İnsanlar evlerinden çıktıkları ilk anda karşılarında cunta militanlarını bulsa işler çok daha vahim bir hal alabilirdi.
Türkiye bunların elinde yarım gün kalsa Suriye’yi öpüp başımıza koyar halde olurduk. Allah bu milleti seviyormuş ki Türk tarihinin en insafsız ellerinden milletimizi muhafaza etmiştir.
Nasıl bir yapılanma içerisinde olduklarını yukarıda anlattım. İşte bu yüzden Fetto, darbecileri ben tanımam diyor, ilişkim yok diyor. Çünkü özel olarak yetiştirilen ve yerleştirilen bu haşhaşi militanları böylesi durumlarda örgüt mekanizmasının dışında tutulmuştur. Araştırılacak ve görülecek bu PİÇ’lerin hiç biri mekanik olarak örgütle doğrudan bağlantılı değil ama örgüte en çok bağlı olanlar bu PİÇ’lerdir. Yazının başlığındaki ifadeye dikkat edin. PİÇ’in babasının PİÇ’ini tanımaması bu yüzdendir. Çevirelim cümleyi, PİÇ de babasını tanımaz. Tanısa da tanımaz. Hatta sorgulamalarda da görülecektir; bizim bu işlerle hiç alakamız yok diyecekler. İnkâr ve iftira bunların kanında var. Dilleri, hayatları yalan ve kurgu üzerine kurulu.
Gelinen bu noktada devlet idaresine büyük işler düşmektedir. Sadakatin en az liyakat kadar mühim olduğu yaşantısal olarak belgelenmiştir. Devlet, kendisinin ve milletin istikbalini tehdit edecek bütün urlardan tez zamanda temizlenmelidir.
İstihbaratın çok daha etkin bir şekilde güçlendirilmesi, sağlam temellere oturtulması elzemdir. Gerekirse her binada, her sokakta, her mahallede, her birimde, her kurumda, her teşkilatta devlet ve millet emniyeti için görev yapacak istihbarat neferlerine ihtiyaç vardır.
Sürekli halk içerisinde temas halinde olan esnaflar ve taksiciler ile istihbarat koordineli olmalı. Doğru istihbaratlar teşvik ile ödüllendirilmeli. Yanlış ve gereksiz istihbaratlar cezalandırılmalıdır.
Bütün bu yaşadıklarımız yukarıdaki ayette de belirttiğimiz üzere rehavete tevessül edilmez; ibret, tedbir ve teyakkuz ile neticelendirilebilirse her şey çok daha güzel olacaktır inşallah.
Allah’ın Nusret eli üzerimizden eksik olmasın…