TEYAKKUZDA OLUN, HOCAEFENDİ GELMİYOR!
1991 yılında Rahmetli Turgut Özal, Mısır Kahire’ye yaptığı resmi ziyarette El-Ezher Üniversitesi’ni de ziyaret eder. Ezher Camii önünde korumalarına kenara çekilmelerini söyleyerek halkla kucaklaşır. Böylesi halkla kucaklaşma, Mısırlıların alışık olmadığı bir durumdu.
Özal, meydanda halkla kucaklaşırken Ezher Üniversitesi’nde okuyan Türk öğrencileriyle karşılaşır. O öğrencilere hitaben; “hepiniz burada Türkiye Cumhuriyeti Fahri Cumhurbaşkanısınız, onun için ülkenizi en güzel şekilde temsil edin” der.
Esasen bir devletin ne kadar “büyük devlet” olduğunun en önemli nişanesi, yurt dışındaki kültürel temsilcilikleriyledir. Bu temsilcilikler; yabancı ülkelerin kültür merkezleridir, üniversiteleridir, dernekleridir, kolejleridir ve tabiî ki “marka” değerleridir…
Yurtdışında bulunan her birey, kendi ülkesini temsil eden birer fahri kültür elçisidir…
Osmanlı sonrası yeni Cumhuriyet’te bir “içe kapanma” yaşandı. Dün bizi içte ve dışta rahat bırakılmayacağımızı bilenler “yurtta sulh cihanda sulh” sloganıyla hareket etmişlerdi. Zira Osmanlının “emperyal Devlet Modeli” yeni kurulan Cumhuriyet’in içinde bulunduğu şartları müsaade etmiyordu.
Aradan on yıllar geçti. Günümüze gelindiğinde dünya ile rekabet edecek güçlerimizin farkına varıyoruz. Bu gün devleti yönetenler, dün olduğu gibi aynı gerekçeyle “komşularla sıfır politika”siyasetini gütmeye başladılar. Devletin manevra alanı için bu gerekliydi!
Devlet siyaseten güçlenirken öbür taraftan kültürel kalkınmaya da öncülük edecek sivil uzantılara ihtiyaç duyar! “Büyük devlet olma sürecinde” bazı kabukları atmadan yol alınamıyor!
İşte böyle bir süreçte Anadolu’nun bağrından bir “Hocaefendi” çıktı. Hocaefendi; “büyük devlet olma” idealini yurt dışındaki kültür elçilikleriyle olacağını bilen biriydi ve “devlet adına” bu görevi üstlendi. Devlet, bu sivil harekete “dur dememekle” zımnen destek oldu.
Fethullah Gülen Hoca; yurt içindeki faaliyetlerini, içe dönük kurumsal yapıyı, yurt dışına taşıyarak bu sürecin dışta da faaliyet göstermesi gerektiğine inandı. Böylece dünyanın birçok yerinde hizmet etme fırsatını yakaladı. Bu faaliyetleri sürdürürken kendisi de “hicret etmek” zorunda kaldı.
Hocaefendiye 28 Şubat sürecinde “ülkeyi terk etmesi gerektiğini söyleyen” de devletin önemli bir kanadıydı. Merhum Başbakan Bülent Ecevit’in “devlet adına yaptığı telkinler”, bu tezimizi doğrular niteliktedir.
Değişen konsepte “Neo-Osmanlıcılık” rolünü üstlenecek, küresel manada rol oynayacak devletin“yeniden nüfuz alanı” oluşturma çabaları olmalıydı. İşte “Gülen’in okulları” böylesi yüksek bir idealin başlangıcıdır. Bu okullar, 130’u aşkın ülkede “Türk nüfuzunu yaymaya dönük”faaliyetlerle kendisini gösterdi. “Türk Nüfuzu” derken “ırka dayalı” bir söylemden ziyade, “Osmanlı’dan arta kala bir mirasın yeniden ayağa kalması” şeklindeki öngörüydü. Bu öngörü, insanımızın “yeniden şahsiyet kazanma” niteliği kazandırılmaya dönüktü.
Cemaatin “Türkçe Olimpiyatları açılımı”, böylesi bir idealin küresel meyveleridir diyebiliriz…
Hocaefendi’nin Türkiye’ye gelmeyişinin nedenini de burada aramak lazım! “Meyvelerin hasadı yapıldığı bir dönemde”, Başbakan’ın “vatan hasretine son ver” çağrısına “şimdi gelemem”cevabına gerekçesi; “bu hareket, Türkiye’ye geldiğinde günübirlik siyasi çekişmelerin içine çekilip yıpranır” endişesiyledir.
“Gülen Hareketi” olarak da tanımlanan bu harekete eleştirel yaklaşanlarda vardır! Özellikle hareketin temsil ettiği misyon gereği, kazanımların kaybedilmesi endişesiyle, Mavi Marmara olayındaki gibi “ümmetin psikolojik olarak icma ettiği bir konuda bazı aykırı siyasi demeçleri”var!
Hatta bu hareketi tanımlarken, “daha önce tecrübe edilmiş hatalara benzer bir yapıyı bu camiaya da sirayet ettiğini” söyleyenler var!
Marjinal dahi olsa; “ hizmetin her faaliyetine fıkhı gerekçeler öne sürerek İslam referanslı olduğunu öne sürmek, hareketi veya camiayı mutlaklaştırmaya veya liderini kutsallaştırmaya dönük eğilimler” var! Bunun ötesinde; “Camia’yı kendi sınırları dışına çıkarıp sermaye ile işbirliği içinde siyasal partiye dönüştürmek isteyen harici bir yapıdan” söz ediliyor…
“Diyalog” adı altında Ak Parti’nin BOP projesi ile eşgüdümlü çalıştıklarını söyleyen küresel oyunun parçası olma iddiası” var.
Bu tür eleştirel yaklaşımların “marjinal olup olmadığını” yine bu hareketin “etkin ve yetkin kişileri eliyle” olacaktır!
Her “hicretin” mutlaka “vuslata” ermesi esastır. Umarız; “ endişe duyulan konularda sorunlar giderilir, Camia, kendi sınırları içinde kalmayı başarır ve Hocaefendi’de vatan topraklarına dönüp hasret sona erer” diyoruz...
Hasılı; Hocaefendi, kendisini sevenlere “her an gelecekmiş gibi teyakkuzda olmasını, hiç gelemeyecekmiş gibi metanet içinde olmalarını” istemektedir.