“Türkiye dünyanın yarısıdır” İnsanlık, bu cümlenin altına çok şey yazacak
ABD’nin, Afganistan’dan çekilmesi, Kabil Havaalanı’nın işletilmesi konusunda Türkiye ile anlaşması, daha da önemlisi Ortadoğu’da çok ciddi güç boşluğu oluşturacak hareketlere başlaması, ABD ve Avrupa savunması için derin bir dönüşüme işaret ediyor. Ve bu durum, Türkiye’ye olağanüstü yeni güç alanları sunuyor.
Bu değişikliğin esası şudur: Batı (ABD ve Avrupa), güvenlik konseptlerini, küresel iktidar alanındaki payını yeniden tanımlıyor. Tehditleri ve çıkarları yeniden şekillendiriyor. Batı aslında geri çekiliyor. Buna mecbur bırakılıyor.
ABD ve Avrupa geriliyor: Tamamını tutamadık, yarısını kontrol edelim çabaları bunlar.
Bu, yüzyılların büyük dönüşümüdür ve dünya genelinde çok köklü kırılmalara yol açacaktır. Siyasi güç haritaları kadar fiziki haritaları da sarsacak bir fırtına oluşturacaktır.
Soğuk Savaş’tan hemen sonra uygulamaya sokulan “dünyanın tamamına sahip olma” planı şimdi; “dünyanın bir bölümüne sahip olma” planına dönüşüyor. ABD ve Avrupa, Soğuk Savaş’ı kazandı ama ondan sonraki güç yükselişlerini durduramadı, boyun eğmek zorunda kaldı.
Sadece Afganistan’a bakarak söylemiyoruz bunu. ABD’nin S. Arabistan, Irak, Ürdün ve Kuveyt’teki Patriot savunma sistemlerini geri çekmeye, Ortadoğu’daki askeri gücünü azaltmaya, Afrika’daki iddialarını zayıflatmaya dönük eğilimleri, Rusya ve Çin’e karşı teyakkuza geçmeye dönük hazırlıkları bir geri çekilmedir.
Batı artık savunmaya geçti. Dünyayı şaşırtan Türkiye, büyük iddialarıyla geliyor.
Daha doğrusu “savunma”ya geçme halidir. Bu, belki yüzyıllardır ilk kez oluyor. Çünkü ABD ve Avrupa, Çin ve Rusya’yı dizginlemekte başarısız oldu. Otuz yıldır devam ettirdiği “İslâm’la Savaş”ta başarısız oldu. Batı, aslında, Sovyetler çöktükten sonraki bütün girişimlerinde başarısız oldu.
Bu yüzden dünya, son beş yüz yıldır görülmemiş fırtınalara, değişimlere, güç hareketliliklerine, çöküşlere ve yükselişlere hazır olmalı. Özellikle de, 21. yüzyılda, çok büyük iddialarla öne çıkan, dünyayı şaşkına çeviren bir yükseliş grafiği izleyen Türkiye, bu olağanüstü güç kaymasının hesaplarını çok iyi yapmalı.
Boşluğu dolduran üç ülke: Türkiye Fransa nüfuz alanını hızla daraltıyor…
Hemen belirtelim ki; ABD ve Avrupa’nın coğrafyamızdaki gerilemesinden doğan boşluğu üç ülke doldurmaya çalışıyor. Türkiye, Rusya ve Fransa. Bu, Ortadoğu ve Afrika’da böyle. Rusya agresif biçimde bölgeye girmeye çalışıyor. Suriye ve Libya girişimleri bunun göstergesi.
Fransa sömürge geleneğini de kullanarak, boşluktan pay kapmaya çalışıyor. Ancak Afrika’daki kötü şöhreti onu sınırlıyor. Akdeniz’de Türkiye’nin karşısına “hırçın bir Avrupalı” gibi çıkmaya çalışması da bu yüzden.
Ama Fransa bu alanda başarısız olacak. Coğrafyadaki kanlı geçmişi önündeki en büyük engel. Bir de; ilk kez Türkiye gibi kararlı bir güç, coğrafyanın tamamında Fransa’nın nüfuz alanını hızla daraltıyor.
Türkiye'nin meydan okuması ne? Coğrafyaya verdiği mesaj ne?
Türkiye ise; Orta ve Kuzey Afrika’dan Ortadoğu’nun tüm bölgelerine, Balkanlar’dan Kafkaslar ve Orta Asya’nın derinliklerine, Güney ve Güneydoğu Asya’ya, aslında Atlas Okyanusu’ndan Pasifik kıyılarına kadar, aynı siyasi dilin konuşulduğu, yeryüzünün ana eksenini oluşturan coğrafyada olağanüstü ve şaşırtıcı bir güç yükselişinin ülkesi haline geldi.
Bu; Osmanlı’nın dağıtılmasından sonraki, aynı güç iddialarına sahip ilk dönüş ve yükseliştir. Bu geniş coğrafi eksene verilen en güçlü mesajdır. Dünyanın merkez ülkelerine yöneltilen meydan okumadır.
Bu haliyle Türkiye; aslında o büyük coğrafyadır. O coğrafyanın dünyanın merkezine taşınmasıdır. Coğrafya için mücadelelerde “hakemlik yapıcı” roldür, kendi varlığını inşa eden ülke ve milletlere bir “rol-model”dir.
ABD buna mecbur kaldı. Rusya, Fransa yetersiz. Türkiye alternatifsizdir.
Böyle olunca da, ABD’nin bıraktığı güç boşluğunu dolduracak alternatifsiz ülkedir. Rusya ve Fransa’nın bize ait coğrafyada Türkiye ile orta ve uzun vadede rekabet etme şansını zayıflatmaktadır. Ankara’nın özellikle son beş yılda attığı jeopolitik adımlar günübirlik değil uzun vadelidir ve içeride sabrı gerektirmektedir.
ABD’nin Ortadoğu’da elini zayıflatması bir tercih değil, bir zorunluluktur. Yükselen Çin ve Asya’ya karşı savunmasızlık hissi olmasa bile, Türkiye ve bölgedeki siyasi hareketlilik, dinamizm onu zorlayacaktı. Batı’nın duraklaması, küresel ölçekte yeni rakiplerle yüzleşmesi, Türkiye’nin yükselişi, ait olduğumuz coğrafyanın dinamizmi ABD ve Batı’yı buna mecbur bıraktı.
ABD iki şey deneyecek: Türkiye’yi çevrelemek, gücünden yararlanmak.
Bundan sonra ABD iki şey deneyecek. Birincisi; Türkiye’yi çevreleyip dar alanda tutarak, küresel bir rol üstlenmesinin, coğrafya gücü olmasının, Batı’yı bu bölgeden dışlamasının önüne geçecek. Çünkü Türkiye’nin yükselişi sadece ABD’nin bıraktığı boşluğu doldurmakla sınırlı kalmayacak. Batı, bunun kendileri için bir “Osmanlı tehdidi” gibi büyümesinin önüne geçmeye çalışacak.
İkincisi, Türkiye-ABD ilişkilerinin geçmişi, ortak alanlar, NATO ittifakı üyeliği gibi yakınlıkları kullanarak, Türkiye ile işbirliği içinde o boşlukların bir kısmını Türkiye’ye devredecek. Bu yöntem, ABD’nin bir elinin Türkiye üzerinden bölgede kalmasını sağlayacak, bazı sorumluluklar Türkiye’ye yüklenerek ABD'nin Çin’i çevrelemesine odaklanacak. Ama bu geçici bir çözümdür. Uzun vadede bunun Türkiye’yi ikna etmeyeceği de açıktır.
Arap dünyası ne yapacak? İslâm içi çatışma korkusu: İran’ı nasıl durduracak?
Peki, ABD bölgede güç boşluğu bırakınca bölge içi denklem nasıl olacak. İran; Irak ve Afganistan’da ABD saldırılarından, işgallerinden en çok yararlanan ülke oldu. Bu yeni durumda Arap dünyası üzerinde bir İran gölgesi oluşur mu? Bu da yeni bölge içi ayrışma ve çatışmayı tetikler mi?
Batı’nın kafasında bu düşüncenin de varlığını son yirmi yılda olanlardan gördük. “İslâm içi çatışma”, bölgeye yönelik ana stratejilerden biridir. Bu durumda Arap dünyası ne yapacak? ABD’ye mi güvenecek, başka yollar mı arayacak? İran’ın saldırgan ve emperyal hırslarını nasıl dizginleyecek.
Türkiye karşıtı Arap Cephesi’ne ne oldu?
Son beş yılda S. Arabistan, BAE, Mısır öncülüğünde, ABD, İsrail desteğinde bir Türkiye karşıtı cephe kuruldu. İsrail’le ortaklık temelinde oluşturulan cephenin görünüşte hedefi İran’dı ama aslında Türkiye oldu.
Türkiye ile bu ülkelerin arası ciddi biçimde açıldı. Son derece bencilce, acemice bir düşmanlık gösterisi izledik. Bunu Libya’dan Suriye’ye, Basra Körfezi’nden Akdeniz’e her tarafta gördük.
Ama küresel ölçekte güç hareketliliği Ortadoğu’daki denklemi bir kez daha değiştiriyor. “Türkiye karşıtı cephe” ülkelerinden “yakınlaşma” talepleri geliyor. Oluşan güç boşluğunu gördüler. “ABD-İsrail koruması”nın kalıcı olmadığını gördüler.
“Türkiye-Katar modeli” Araplara örnek olabilir.
İran yayılmasına karşı alternatif yollara yöneldiler. Türkiye alternatifini yeniden fark ettiler. Şimdi aynı cephe, ABD’deki bu değişimin bir İran istilasına yol açacağını düşünüyor.
Ve Türkiye ile her alanda savunma ortaklıkları arayışına giriyor. Böyle giderse bu olabilir. Türkiye ile S. Arabistan ve ortakları arasındaki ilişkiler hızla güç kazanabilir. “Türkiye-Katar modeli” bütün Arap dünyası tarafından örnek alınabilir. Ankara buna hazır.
İçerideki körleştirici, kısırlaştırıcı oyunlar: Dünya öyle dönmüyor.
Şartlar çok hızlı değişiyor. Çünkü dünyadaki güç kaymaları baş döndürücü bir hal aldı. Bu yüzden, içerideki körleştirici, kısırlaştırıcı zihinsel operasyonlara aldırmadan Türkiye’nin büyük yürüyüşüne dikkat çekmeye çalışıyorum.
Dünya, içerideki nefret operasyonlarına göre dönmüyor. Zaten bir süre sonra, içerideki bu ittifaklar da, tarihin ve kaderin zorlayıcı gerçekleri karşısında etkisizleşecekler.
“Türkiye dünyanın yarısıdır”. Dünya ve insanlık, bu cümlenin altına çok şey yazacak.