Yargıda cinnet hali
İki gündür emniyet ve yargı içinde müthiş bir güç mücadelesi izliyoruz. Bu mücadele, adaletten çok siyasi iktidara, yolsuzluktan çok hükümeti devirmeye, devletin olağan işleyişine ve demokratik sisteme bürokratik iktidarı kullanarak müdahale etmeye ayarlı.
Adalet duygusunu yerle bir eden, özel gündemli, özel maksatlı olduğuna dair kamuoyunda yaygın kanaat oluşan, yolsuzluk kamuflajı altında intikam ve hesaplaşma duygusunun öne çıktığı bir cinnet hali adeta.
Her ne kadar, güvenlik ve yargının kendi kural ve mantığı içinde gibi görülse de kamuoyu bunu; hükümet ile hükümeti yıkmaya çalışan cephe arasında çatışma olarak tanımladı, adını da koydu: Bürokratik darbe girişimi...
Bu cephenin taraflarının kimler olduğu netleşti. Cephenin sadece cemaatten ibaret olmadığı aşikar. Yıllardır darbe girişimlerinde hep öne çıkan sermaye çevreleri ile onlara destek veren Türkiye dışı iktidar odaklarının, Ak Parti yönetimini devirmek için çizdiği yol haritasının bir parçası olduğu izlenimi ağır basıyor.
Bir savcı, yetkilerini geniş kullanarak, bulunduğu erk içindeki aşamaları bir yana bırakarak, iktidara yakın gördüğü sermaye çevrelerine karşı gizli bir soruşturma yürütüyor ve zamanlaması çok iyi ayarlanmış bir operasyon talimatı veriyor. Adalet arayışından ziyade tasfiye görüntüsü veren operasyon talimatına emniyet direniyor. Devleti kilitlemeye ayarlı müdahaleye karşı müdahale geliyor. Önceki gün, saatlerce bu karşılıklı restleşmeyi izledik.
Dün ise savcıların restleşmesi vardı. Önce soruşturma savcısı açıklama yaptı: Delillerin karartıldığını, yargıya baskı yapıldığını, soruşturmanın engellendiğini, dosyanın kendisinden alındığını, kendisine ve soruşturmaya yönelik bu müdahale ile suç işlendiğini iddia ederek, hukuk camiasından yargı bağımsızlığına destek vermesini istedi.
Hemen ardından İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Turan Çolakkadı ekranlara çıktı. Savcının kamuoyuna böyle bir açıklama yetkisi bulunmadığını, ancak başsavcı veya sözcüsünün böyle bir açıklama yapabileceğini belirterek, medyaya yalan yanlış bilgiler aktarıldığını, soruşturmanın kendisinden gizlendiğini, elindeki bilgileri medyaya aktaranların dosyalarının elinden alınması gerektiğini söyledi.
Operasyondan bir gün önce, bazı gazetecilerin çağrılarak dosya ile ilgili bütün bilgilerin verildiğine dair iddiaların bu kapsamda tartışılmasında fayda var.
Bitmedi..
Bu açıklama henüz bitmişti ki, HSYK devreye girdi. Adli Kolluk Yönetmeliği'ne ilişkin değişikliğin Anayasa'ya aykırı olduğunu duyurdu. Soruşturma savcısına destek mahiyetindeki bu açıklama, Başsavcı'ya karşı yapıldığına söylemeye bile gerek yok.
Saatler, dakikalarla yarışan açıklamalar izledik dün. Gördük ki, yargı sistemi içinde iktidar çatışması kontrolden çıkmış. Hükümet karşıtı operasyonun en önemli ayaklarından biri haline gelmiş. Bir meydan okuma, yargı üzerinden siyasi sistemi kontrol altına görüntüsü vermeye başlamış.
Bütün bu gelişmelerin yargının işleyişine dair mevzuat ve teamüller açısından haklı gösterilebilecek gerekçeleri var. Ama biz kamuoyunun algılamasına bakıyoruz. Artık gizlenemeyecek hale gelen kamuoyu kanaati şu: Cemaate bağlı çevreler yargı ve emniyet içinde güç gösterisi yapıyor. Devlet bürokrasisinin kendilerini sunduğu yasal imtiyazları siyasal bir tavır olarak öne çıkarıyor.
Yolsuzluk ya da başka bir konu olsun, adalet duygusunun siyasi hedeflere kurban edilmemesi gerekiyor. Öyle bir hale geldik ki, milletin paralarını çalanlara tepki göstermesi gerekenler, yapılanların siyasal boyutunu görüyor ve kendi siyasal duruşlarına göre pozisyon alıyor. Böyle olunca da söz konusu operasyonların iyi niyetle yapıldığına dair derin bir şüphe uyanıyor.
Yolsuzluk soruşturması diyorsunuz bir bakıyorsunuz, 28 Şubat'ta olduğu gibi sermaye tasfiyesi karşınıza çıkıyor. Bir bakıyorsunuz yine o dönemin aktörleri bu sefer de işin içinde tam cephe savaşa giriyor.
Gezi olayları sırasında öne sürülen talepleri hatırlayalım: Üçüncü köprü yapılmasın, Kanal İstanbul Projesi'nden vazgeçilsin, 3. Havaalanı yapılmasın! 'Yahu ne alakası var' demiştik o zamanlar. Çok alakası varmış. İşin Türkiye'yi aşan boyutlarını görünce hesabın bambaşka olduğunu gördük. Bu hesap sokaklar harekete geçirilerek, darbe çağrıları yapılarak, Başbakanlık ve Başbakan'ın evi basılarak gerçekleştirilmek istendi. Destek yine aynı çevrelerdendi. Bu güne kadar her türlü darbe girişimine destek verenler yine sahnedeydi.
Tuhaf değil mi? Şimdi de benzer projeler hedef alınıyor? Türkiye'yi öne çıkaran büyük projeler, yolsuzluk soruşturmalarıyla boşa çıkarılmak isteniyor. Yine aynı çevreler AK Parti'ye devirme projesinin ön saflarında yerlerini aldı. Bu sefer sokaktan değil, bürokrasi üzerinden bir müdahale söz konusu. Aynı çevrelerin sokakları harekete geçirmeye yönelik çağrıları endişe verici. Eminim sokaklardan sonra barış sürecini hedef alacaklar, bu ülkeyi yeniden kan gölüne döndürmeye çalışacaklar.
Herkes, bu ülkenin iyiliğini isteyen herkes son derece dikkatli olmalı.