Yılbaşı çılgınlığı
Ürpertici bir yılbaşı çılgınlığı yaşanıyor her yerde...
Bu yılbaşı çılgınlığı, aslında insanı insanaltı ruhsuz, mekanik bir varlığa dönüştüren, kitleleri kapitalist tüketim biçimlerinin köleleri hâline getiren, dil’i, konuşma’yı, anlam’ı bitiren hız, haz ve ayartıyı kutsayan, din-dışı kutsallıklar icat eden paganizmin zaferi!
Hem sefih kapitalist tüketim biçimleri hem de pagan hız, haz ve ayartı biçimleri, Hıristiyanlık’la ilgisi olmayan, Hıristiyanlığı da paganlaştıran yılbaşı çılgınlığının kitlelerin afyonuna dönüşmesine, kitleleri uyuşturmasına yol açıyor bir ay boyunca...
Çarşıda-pazarda, işyerlerinde, alış-veriş merkezlerinde, televizyon ekranlarında, a-sosyal medyada, velhâsıl, her yerde Noel Baba soytarıları cirit atabiliyor bu ülkede bile!
Sadece işyerlerinde, resmî veya gayr-ı resmî kurumlarda değil, sitelerde, büyük yerleşim merkezlerinde -hatta evlerde bile- devâsâ çam ağaçları dikildi; sokaklar, caddeler Noel Baba figürlerinden geçilmez oldu!
İnanılır gibi değil gerçekten?
Bu sütunda daha önce yayımlanan bir yazımı, gözden geçirerek, güncelleyerek yeniden paylaşma ihtiyacı hissettim sizlerle...
CELLADINA ÂŞIK OLMAK TAM DA BUDUR İŞTE!
İyi de, burası neresi?
Müslüman memleketi değil mi?
Bu soytarılık, bu özenti, bu aşağılık kompleksi bir toplumun zihnî, kültürel ve sosyal bakımlardan tefessüh edişinin, dekadansın eşiğine sürüklenişinin, dekandansla dans edişinin göstergesi değil mi?
Celladına âşık olmak tam da bu değil mi?
Bir toplumun savaş meydanlarında değil televizyon ekranlarında, sanal medyada, hatta sokaklarında, caddelerinde, alışveriş merkezlerinde zihnen teslim alınmasının, kültürel intiharın eşiğine sürüklenmesinin ürpertici habercisi değil midir bu?
İnsan, Bilge Adam Aliya İzzetbegoviç’in o ünlü sözünü hatırlamadan edemiyor: “Savaş, ölünce değil, düşmana benzeyince kaybedilir.”
KAYBEDENLER, KAZANANLARI NİÇİN ALKIŞLAR Kİ?
İyi de, nedir bu?
Kaybedenlerin kazananları alkışlamasıdır. Dedim ya, celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüşmesidir, elbette ki.
Fiilen işgal edilmeyen, köleleştirilemeyen bir toplumun zihnen işgal edilmesi, köleleştirilmesidir -bir asırdır yaşadığımız bu traji-komedi.
Dışardan sömürgeleştirilemeyen bir toplumun içerden kendi-kendini sömürgeleştirme aymazlığı sergilemesidir.
Soru şu burada: Kaybedenler, kazananları niçin alkışlar ki?
Kültürel, zihnî, ontolojik intiharın eşiğine sürüklendiği, medeniyet iddialarını, değerlerini, ruhköklerini, kısacası, yönünü ve yörüngesini yitirdiğini bile göremeyecek kadar entelektüel melekeleri körleştiği, celladına âşık tasmalı çekirgelere dönüştüğü için...
İYİ DE “İSTİKLAL SAVAŞI”NI NİÇİN VERDİK Kİ BİZ?
Daha da vahimi, tarihten silinenlerin, tarihin önünde sürüklenenlerin, kendilerini tarihten silen, önlerine katıp sürükleyen “düşmanları” tarafından istiklal savaşı verilen bir ülkede istiklal savaşından sonraki süreçte savaşmadan, içerden, özellikle de içerdeki sömürge kafalı elitler tarafından teslim alınması ve dize getirilmesidir bu!
İnsan sormadan edemiyor: İyi de, mademki, sömürgeci Batılıların bütün değerlerini, yaşama biçimlerini, iyice içini boşaltarak tepe tepe tükettiğimiz kültürlerini benimseyecek idiysek biz o İstiklal Savaşı’nı niçin ve kime karşı verdik peki?
Bu soru, önemli; hem de çok önemli.
Bu sorunun cevabını vermeden önümüzü göremez, geleceğe emin adımlarla yürüyemeyiz hiçbir zaman. Bu, çok iyi bilinmeli.
KÜLTÜREL BAĞIMSIZLIK OLMADAN ASLÂ!
Asıl bağımsızlık mücadelesi, entelektüel ve kültürel bağımsızlık mücadelesidir.
Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere, ülkeyi yöneten insanlar, bu gerçeği açıkça dillendiriyorlar özellikle de son bir kaç yıldan bu yana...
Bu ülkede, eğitimde, fikirde, kültürde, sanatta, medyada gerçek anlamda ve çok yönlü bir kültürel ve entelektüel bağımsızlık mücadelesi verilmediği sürece, maddî alanlarda dikkate değer ölçüde başarı elde ettiğimiz bağımsızlık mücadelesi bumerang etkisi yapar, geri teper ve bütün hayallerimiz suya düşer...
Sözün özü: Bir ay boyunca her yerde tanık olduğumuz kapitalist tüketim biçimleri, pagan yılbaşı ritüelleri, toplumu sefih bir dünyevîleşmenin eşiğine sürüklemeye, değerlerini delik deşik etmeye, toplumun ruhunun çalınmasına yarıyor sadece... Toplumun ruh köklerinin altını oyuyor, kültürel intiharın eşiğine sürüklüyor...
Toplum, bu sefih çözülme biçimleri karşısında “ruhunun çalındığını” haykırmazsa işimiz yaş demektir!
Kaldı ki, yılbaşı çılgınlığı, ruhu çalınmak istenen bir toplumun, başka bir düzlemde, ruhunun çalındığını haykırması değil midir, aslında?