3 darağacı, 3 fidan... 3 daragacıı, 3 çınar!
Herhalde sizler de kabul edersiniz ki, bütün "askerî darbe"lerin birer "bahane"si, birer "kılıf"ı vardır... Bütün "cuntacı"lar, kalkıştıkları "darbe"lere mutlaka bir "kılıf" bulmuşlardır!.. Eğer "kılıf" bulamamışlarsa, "üretmişler, hazırlamışlar", daha da olmadı, "uydurmuşlar"dır!..
Hatta, "pantolon" uyduramadıklarında, "gömlek verelim abi" demişlerdir!..
Tıpkı, 27 Mayıs için hazırlanan "bebek" ve "köpek" dâvâları gibi!.. 12 Eylül için hazırlanan, "ülkede kan gövdeyi götürüyordu" kılıfı gibi!.. 28 Şubat için hazırlanan "laiklik tehlikede" kılıfı gibi!.. 27 Nisan için hazırlanan "İrtica hortladı!.. İlâhi okuyan çocuklar yurdu sardı" kılıfı gibi!..
Malûm ya, "kuzu"yu yemeyi kafasına koymuş kurt için, ne "kılıf" biter, ne de "bahane!"
"Kılıf"ları o kadar hazırdır ki;
Meselâ 12 Eylül 1980 ihtilâlinden sonra başlayan "idam furyası" eleştirildiğinde, Cuntacıbaşı Kenan Evren demiştir ki;
"Ne yani,
Asmayalım da besleyelim mi?"
40 YIL ÖNCE BUGÜN
Biraz önce dedim ya;
"Cuntacı"larda "bahane" bitmez!..
Bugün 6 Mayıs 2012...
"40 yıl önce bugün" ne olduğunu hatırlayanınız var mı acaba?..
Hatırlayamasanız da normaldir.
Çünkü efendim, Habertürk'ten Pakize Suda, sokak röportajlarında önüne gelene soruyor; "12 Eylül darbesi kaç yılında yapıldı?"
Sokaktaki vatandaşlar cevap veriyor;
"Valla hatırlayamıycam!.. Ben o zamanlar yurtdışındaydım, daha yeni döndüm!"
Ya, şuna ne dersiniz;
"Ben, buraların yabancısıyım!"
"12 Eylül Darbesi"nin "1980" yılında yapıldığını bilmeyen insanlara, kalkıp da; "40 yıl önce" bugün, yani 6 Mayıs 1972'de ne olduğunu sorarsanız, herhalde aval aval yüzünüze bakar!..
"Valla ben bu ülkeye Fransızım!!!"
Efendim, 6 Mayıs 1972;
Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan'ın, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde, gece 01.00-03.00 arasında "asılarak idam edildiği" tarihtir!..
İdam cezaları, o zamanlar Senato tarafından onaylanmak zorundaydı...
İsmet İnönü "siyasi suçlar idamla cezalandırılmamalıdır" diyerek Bülent Ecevit ile birlikte red oyu kullanır...
AP Genel Başkanı Süleyman Demirel ise, infazdan yana oy kullanır.
Olaydan 15 yıl sonra, Süleyman Demirel; bir gazeteciye verdiği demeçte idamlar için; "soğuk savaşın talihsiz olaylarından biri" yorumu yapar...
Evet, 6 Mayıs 1972, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde "3 darağacı"nın kurulduğu ve 3 gencin; "anayasayı ilgaya teşebbüs"ten yağlı urganda sallandırıldığı tarihtir.
ONLARIN FİKRİ VARDI
Aslına bakarsanız;
Onlar, "bugünkü Marksistler"den ve "sosyalist"lerden çok daha dürüst, çok daha namuslu ve çok daha tutarlıydılar... Evet, "eylemci"ydiler ama, "fikir"leri de vardı... Bugünkü "Marksist-Leninist"ler ise; Başbakan Tayyip Erdoğan'ın, merhum Cem Karaca'dan naklen ifade ettiği gibi, "yarım porsiyon aydın"dırlar, "ahlâksız"dırlar, "edepsiz"dirler!..
Yine Cem Karaca'nın dediği gibi;
"Bunlar; barlarda, barların önlerinde, bir ellerinde viski, bir elleri çenelerinde, kaşları hafif yukarda bilgiç bakışlarla hiçbir şey üretmeden sadece hakaret ederler... Tiyatrodan sadece bunlar anlar, sinemadan, müzikten, heykel, resim, edebiyattan sadece bunlar anlar, bunlar milleti beğenmez, milletin alın terini beğenmez, milletin kültürünü, tercihini beğenmezler.
Yıllarca karikatürlerle aşağıladılar bu milleti, yıllarca köşelerinden, ekranlarından aşağıladılar, yıllarca oyunlarında, filmlerinde, yazılarında bu ülkenin gerçek hizmetkarlarını, din adamlarını aşağıladılar.
Finansmanı devletten aldılar, ama finansmanın gerçek sahibi milleti aşağıladılar."
Dedim ya;
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan'ın birer "fikir ahlâkı" vardı... En azından "emperyalizme karşı" savaştılar.
Peki ya "çağdaş sosyalist"ler?..
Onlar, yıllardır "milletin inanç ve değerleri" ile mücadele ettiler, hâlâ da ediyorlar.
Üstelik de;
"Halkın parası" ile,
"Halka sövüyorlar!.."
"Namus" nedir bilmiyorlar ki;
"Fikrî namus"ları olsun!..
Her neyse, geçelim...
MENDERES'E İŞKENCE
Biraz önce "3 Darağacı"ndan söz ettim... Evet, 6 Mayıs 1972'de kurulan "3 Darağacı"nda 3 genç idam edildi...
Ama, bu ülkede yine "3 Darağacı" kurulmuştur ki; onda da Adnan Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan adlı üç "demokrasi kahramanı"nın boyunlarına "yağlı urgan" geçirilmiş ve üçü de "darağacı"nda sallandırılmıştır!..
Ne ilginçtir ki;
Onları "idam sehpası"na götüren süreç de, yine "bu ay"da, yani 27 Mayıs 1960'da başlamıştır.
Tabii, sadece "idam" edilmekle kalmazlar, "çok büyük işkenceler" de görürler... Bu "işkence"lerden birini, Cuma günü Turgut Özal Üniversitesi'ndeki bir programda Menderes'i anlatırken gözyaşlarına hakim olamayan Taha Akyol, Gültekin Başak'tan naklen anlattı.
Gültekin Başak, "Celal Bayar'ın avukatı"dır... Yassıada'da Celal Bayar'ı ziyarete gelir... O sırada, Menderes de, "tecrit" edildiği "hücre"de "kendi avukatını" beklemektedir.
"Hücre kapısının parmaklıklı penceresi"nden Gültekin Başak'ın geçtiğini görünce, seslenir;
"Gültekin Bey,
Benim avukatım da geldi mi?"
Gerisini Gültekin Başak anlatır:
"Menderes'in bulunduğu hücrenin önünden geçerken sesini duydum, çok kederliydi, avukatını beklediği belliydi. Bana sordu, merak ediyorum Gültekin bey benim avukatlarım da geldi mi?.. Cevap almaya vakit kalmadı, şiddetli bir tokat darbesi Adnan Bey'in yüzünde patladı. Yakasından tutup oda içinde sürüklerlerken, başkasıyla nasıl konuşursun diye vurmaya devam ediyorlardı... Odasında vurma, sövme faslının devam ettiği anlaşılıyordu... Bunu yapan sarı saçlı altın dişli iri yarı bir teğmendi... İsmini de söyledi, fakat ben o namert adamın adını hatırımda tutamadım."
SİNESİNDE SÖNEN SİGARALAR!
"İşkence"ler, sadece "dayak"la da sınırlı değil... Bir de "göğsünde sigara söndürme" olayı var ki, çok anlattığım halde, yine anlatmak istiyorum.
Efendim, "Yalovalı Nuran Hanım"ın anlattığı "işkence türü" beni çok etkilemişti.
Nuran Hanım'ın "birinci ağız tanıklar"dan dinleyip anlattığına göre, Yassıada'da, "CHP'li bir ailenin damadı" da, "doktor" olarak görevliymiş!..
Bu doktor, "Demokrat Parti iktidarı" döneminde, "Bir numaralı Menderes düşmanı"ymış!..
Fakat, "Menderes'i tanıyıp" da, bazı "gerçek"lerin ortaya çıktığını görünce; ona "kanı ısınmaya" ve hatta onu "sevmeye" başlamış!..
Sırf bu yüzden de, "muhtemel bir idam kararı"na karşı, Menderes'e "azar azar ilaç" veriyor ve böylece onu "hasta" ediyormuş!.. Evet, "hasta" olsun da, "asmasınlar" diye düşünüyormuş!..
O, böyle düşünüyormuş, ama diğer doktorlar, "daha güçlü ilaçlar" verip, "iyileştirmeye" çalışıyorlarmış Menderes'i!..
"İyileşsin ki, bir an önce asılsın!"
Günler böyle geçip giderken, "CHP'li ailenin damadı" olan doktor, merhum Menderes'in tutuklu bulunduğu odanın civarında dolaşmaya başlamış!..
Niyeti, "muayene saati olmadığı" halde, Menderes'in yanına girip, onunla "sohbet" etmekmiş!..
Biraz da, görmelerinden "tedirginmiş" tabiî!..
Doktor dışarıda dolaşıp, "uygun bir an" kollamaya çalışadursun; onu "ayak sesleri"nden tanıyan Menderes, odasındaki "sigara"ları ve "kül tablası"nı derhal gizlemiş!.. "Doktor" geliyor ya; "Bu ne perhiz, bu ne turşu" demesin!..
Uzatmayalım... Doktor, etraf sakinleşince, açmış kapıyı, girmiş içeri...
Başlamışlar sohbet etmeye!..
Bir ara, "sigara paketi"ni çıkarmış doktor... Etrafa bakıp, "kül tablası"nı göremeyince, sormuş Menderes'e;
"Sigara içtiğini biliyorum... Hele söyle, nereye sakladın kül tablasını?"
İşte o an!..
Menderes, çok seri bir hareketle ve adeta yırtarcasına, "gömleğinin düğmeleri"ni çözüp, göğsünü açmış!..
"Doktor" demiş;
"Bırak kül tablası aramayı!..
Al sana kül tablası!!!
Bu sinede o kadar çok sigara söndürdüler ki, bir dostun sigarası da pekalâ sönebilir!!!"
Doktor bir de bakmış ki, Menderes'in vücudu, "sigara yanıkları" ile dolu!..
Ki, bu "sigara yanıkları"nın sayısı için "en az 30" diyen de vardır, "60" diyen de!..
Ama hiç kimse;
"Yok öyle bir şey" diyemez!..
Çünkü, "işkence" bir gerçektir!..
Hem de, acı bir gerçek!..
"Böyle bir işkenceyi hayvanlar bile yapmaz" dedirtip, isyan ettiren bir gerçek!..
İşte; ne zaman "27 Mayıs" denilse, hep o "işkence" sahnesi canlanır gözlerimin önünde!..
Burnuma ise, üzerinde "sigara" söndürülen vücuttan yayılan "et kokusu" gelir!..
Ve hep dua ederim;
Ergenekon ve Balyoz sanığı "darbeciler" iyi ki başaramadılar!..
Eğer başarsalardı var ya, "inançlı" insanların vücudunda; "sigara" değil, herhalde "puro" söndürürlerdi!..
Hem de "Komünist Küba Purosu!"
Bu millet; "darbeci askerleri" niye sevmez, CHP'yi niye bir türlü "iktidar"a getirmez ve CHP'nin burnu, niye hiç "necaset"ten kurtulmaz, şimdi çok daha iyi anlaşılıyor değil mi?..
"Beddualı" bunlar, beddualı!..
Pako'nun babası!
"Açık ve net söylüyorum" dememe gerek yok, sizler zaten biliyorsunuz... Bu gazete; özellikle "28 Şubat Süreci"nde çok ağır baskılar gördü, "yargısız infaz"lara maruz kaldı, "linç" edilmek istendi filan... Hepsi bir tarafa; dünya tarihinde eşi-benzeri görülmemiş bir dâvâya, "312 General Dâvâsı"na maruz kaldı, ama yine de "edepsizlik" yapmadı, "hakaret"e sarılmadı...
O zaman da söyledik, bizim "kurumsal" olarak TSK ile bir problemimiz olmadı... "Bireyler" bazında hedef aldıklarımız oldu ama onlara da "hakaret" etmedik, hele hele hiç "köpek" demedik... Ama; "yazıları okunmadığı" için bunalıma giren Pako'nun babası Bekir Coşkun; bu milletin "mütedeyyin" insanlarına "Göbeğini kaşıyan adam" diye hakaret ettiği gibi, "TSK mensupları"na da "köpek" demiş, iyi mi?..
Meğer, TSK'nın tepkisi, "köpeğe" imiş!..
Şu hâle bakın; dün Mustafa Balbay'ın ağzından "Genç Subaylar rahatsız" diyerek askeri kışkırtmaya çalışan ama başaramayan Cumhuriyet bugün de, Bekir Coşkun'un ağzından aynı askere "köpek" deyip, başka türlü tahrik etmeye çalışıyor, iyi mi?..
Demem o ki; "küfürbaz" arayanlar, biraz da "yoldaş ve candaş"larına baksınlar... "Kuyruk"larına bastığımda da "televizyon"lardan ciyaklamasın!..