Barış süreci, yeni anayasa ve yeni kuruluş sözleşmesi
Savaş karşıtlarından çok daha fazla barış karşıtı, barış düşmanı vardır. Savaş karşıtlığı ve barış havariliği yapanların ekseriyeti aslında barış düşmanıdır. Çünkü savaş bir sektördür, besleyicidir, semirtir. En fazla barış isteyenler, barış söylemi kullananlar kan üzerinden güç elde edenlerdir.
Bu yüzden ki, insanlık tarihi savaşların tarihidir, çatışmaların ve krizlerin tarihidir. Barış aralıkları sandığınızdan çok daha dardır. Hz. Adem’den bu yana bu hep böyle olmuştur. Öyle ki, barışı garantilemek için bile çoğu zaman savaşlar zorunlu hale gelmiştir.
Bu yüzden barış zordur. Barış inşa etmek, yeniden yapmak, kurmaktır. Uzun soluklu krizlerden, yıkıcı ve birden fazla ülkenin katıldığı savaşlardan sonra barış inşa etmek mucizedir.
Bir çokları için savaşın sağladığı gücü, iktidarı, imkanı terketmek zordur. Bu yönüyle barış inşa edenler, karşılıklı hasımlıktan çok savaştan kazananlarla mücadele eder. Önce onları altetmek, onları etkisizleştirmek zorunludur. Bunu yapamazsanız barış inşa edemezsiniz.
Sessiz devrim: Yüz yıl daha çatışsak geleceğim yer burası
Cumartesi günü hükümet ve HDP temsilcileri Çözüm Süreci kapsamında tarihi bir açıklama yaptılar. HDP heyeti Abdullah Öcalan’dan PKK’ya silahsızlanma çağrısını dile getirdi.
Başbakan yardımcısı Yalçın Akdoğan, Çözüm Süreci’ni ve ulaşılan noktayı “sessiz devrim” olarak niteledi. Bundan sonra gözler Kandil’de olacak. PKK’nın silah bırakma çağrısını ne kadar önemseyeceği, nereye kadar bu yönde hareket edeceği izlemeye alınacak. Muhtemelen silahlı birimlerini Türkiye dışına çıkarmaya dönük çalışmalar hız kazanacak.
İşin burası bir takvim sorunu, yöntem sorunu. İşin esası ise, PKK’nın, Türkiye’nin Kürtlerle kurmak istediği ortak geleceğin önünde bir engel olup olmayacağıdır. Daha doğrusu, 21. yüzyıl bölge denkleminde Kürtlerle Türkiye’nin geleceğinin barış ve ortaklıkla mı yoksa ayrışmayla mı yer alacağı sorununun cevabını bulmaktır.
Ortada bir ortaklık iradesi vardır. Ancak otuz yıllık çatışmanın travmalarını atlatmanın zorluğu ortadadır. Bir üst arayış, bir üst perspektif, yüzyıla dönük bir çaba ne kadar baskın onu göreceğiz. İçişleri Bakanı Efgan Ala’nın; “Yüz yıl daha savaşsak geleceğimiz yer yine bugünkü nokta olacaktır” sözü aslında barışa, çözüme hayır diyenlere bir soru yöneltmektedir: Ne diyorsunuz, ne öneriyorsunuz?
Sonsuz savaşların kapısı aralanabilir
Çözüme karşı olanların bu soruya verecek hiçbir cevabı yoktur. Ve kendileri de bir cevap, bir çözüm adresi göstermemektedir. Dünyada olduğu gibi, coğrafyada da 20. yüzyılın tolere ettiği çatışma ve kriz haritası bu yüzyılda büyük yıkımlara dönüşme özelliği taşımaktadır. Türkiye için mesele PKK ile sınırlı değildir. Bölge genelinde yaşayan Kürtlerle bu yüzyılda nasıl bir ilişki kurulacağının cevabını ve yolunu bulmaktır.
Yani mesele PKK’dan da derindir, Türkiye’nin kaderiyle birebir ilişkili bir durumdur. Çatışmayı seçtiği durumda, kriz PKK ölçeğini çok daha fazla aşacak hızla Kürtlerle Türklerin savaşına doğru sürüklenecektir. “Türkiye bu yüzyılda büyüyerek mi yoksa küçülerek mi var olacak” sorusunun cevabı o zaman küçülerek var olmak olacaktır.
Kürtler, PKK’nın arkasına sığınarak, modası geçmiş bir etnik milliyetçilik üzerinden Türkiye ile hesaplaşma yolunu tercih eder, barış kapılarını kapatırsa ya da Türkiye’yi barışla oyalayıp örtülü bir siyasi kazanım derdine düşerse 21. yüzyıl tarihi Kürtlerle savaş tarihine dönüşebilir. Bölgede sonsuz bir yıkım ve kıyım savaşları başlayabilir ve bu, Türkiye ölçeğini aşıp bölgeselleşebilir. O zaman da Kürtler bu sonsuz savaşların kurbanı haline gelebilir. Barış değil savaş dilini tercih edenler, insanlık tarihinden örnek almalı, savaş dilinin haklı-haksız durumuna göre değil, güçler hesaplaşmasına göre şekilleneceğini bilmelidir.
Barışın karşısındaki en büyük engel, Türkiye ve Kürtler değil, savaştan güç devşiren, bunu sektöre dönüştüren, çatışma üzerinden iktidar arayışına giren, buradan semiren güç ve çevrelerdir. Bir de, Türkiye ve Kürtlerin dışındaki ülke ve güçlerdir.
Selçuklu dayanışması ve mikro devletçikler
Biz biliyoruz ki, bölgedeki sorunların aşılamamasının tek sebebi onlarca yıldır doğrudan ve kendi dilimizle konuşamamamız, başkalarının dilini kullanmamız, onların aracılığı ile iletişim kurmamızdır. İlk kez doğrudan temas kuruyoruz ve kendi dilimizi konuşuyoruz, başka adreslerin referanslarını ortadan kaldırıyoruz. Bu yüzden de ilk kez çözüm için adım atabiliyoruz.
Türkiye, Cumhuriyet tarihinin en büyük sorununu çözebilecek mi?
Bütün bölgenin paramparça edildiği Dünya Savaşı’nın bize bıraktığı, savaş sonrasının en sorunlu ve en kanlı krizinin üstesinden gelme becerisini gösterebilir mi?
Hem de; tıpkı Dünya Savaşı döneminde olduğu gibi, yeni bir çözülme dalgasının, yeni etnik ve mezhep ayrışmalarının servis edildiği bir dönemde, Kürtlerle yeni bir Selçuklu dayanışması, ortaklığı inşa edebilir mi?
Bırakın etnik ayrışmaları, aynı etnik topluluk içindekilerin bile paramparça olduğu, kimlik savaşlarının şehirlere, sokaklara yayıldığı, yeni ülke haritalarının çizildiği, mikro devletçikler inşa edildiği bir dönemde, coğrafyanın tamamını esir alan o felaket rüzgarını tersine çevirmek mümkün olabilir mi?
21. yüzyılın ilk umut ışığı
İşte Türkiye’nin, “Çözüm Süreci” başlığı altında mücadelesini verdiği şey, işte bu yüzden, sadece PKK ya da HDP ile sınırlı, sadece İmralı-Kandil ile başlayıp biten bir şey değildir. Savaşların ve çözülmelerin tahrik edildiği, projelendirildiği bir dönemde bir sorunu çözmenin de ötesinde ortak bir gelecek inşasına yönelen irade, aslında bir büyük meydan okumadır.
Çünkü PKK olarak bugüne kadar mücadele edilen şey, sadece bir Kürt meselesi değildir. Bir Türkiye, bir bölge tasarımının uzantısıdır. Sadece bir etnik sorun da değildir. İlk kez yerli bir irade, “kaos coğrafyası” olarak tanımlanan bölgede barış iradesine dönüşmüştür ve bu, 21. yüzyılın ilk umut ışığıdır.
Çünkü Kürt meselesi Türkiye için hiçbir zaman sadece Kürtlerle sınırlı bir mesele olmamış, Birinci Dünya Savaşı’ndan bugüne kadar uzanan bir konu olmuştur. Dolayısıyla tarafları da Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın karşısında yer alan cephe kadar geniştir. Nasıl otuz yıllık savaş böylesine çok cepheli bir savaşsa, bugünkü çözüm arayışı da o kadar çok cepheli bir mücadeledir.
Yeni Anayasa, yeni kuruluş sözleşmesi
Aslında bu barış arayışı, önümüze bir meseleyi çözmekten çok daha derin ve geniş bir dosya koymaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden bu yana gündemimizde olan büyük değişim ve yeniden kuruluş dosyasıdır bu. AK Parti yönetiminin “Yeni Türkiye” olarak tanımladığı ve altını doldurmaya çalıştığı, aslında ülkenin ve devletin tarihsel sürekliliği içindeki dönüşüm zorunluluğunu içeren bir yeniden yapılanmadır. Çözüm süreci de bu çerçevede, bu büyük dönüşümün bir parçasıdır. Bu gerekçeyle, Türkiye’nin çözümde ısrarı bir devlet projesi olarak devam edecektir.
Seçimlerden sonra muhtemelen başkanlık sistemi ve yeni anayasa referandumu bu amaçla Türkiye’nin önüne konulacaktır. Hemen söyleyelim ki, Yeni anayasa Türkiye için yeni kuruluş sözleşmesi olacaktır. Yeni bir toplumsal sözleşme metni olacaktır. İşte o zaman 20. yüzyıl dosyası tamamen kapatılacak, o dönemin dar alanlara sıkışmış Türkiye’si yerine daha dışarıya dönük, bütün kurumlarıyla dönüşmüş, 21. yüzyıl dünyasının şartlarına göre biçimlenmiş ve donanmış bir Türkiye şekillenmiş olacaktır.
Anadolu sınırlarına hapsedilmiş Türkiye yerine coğrafyanın da ötelerine uzanabilen, kimlik farklılıklarını zenginliğe ve güce dönüştürebilen, tarihsel iddialarını bugünlere taşıyabilen bir Türkiye mümkündür ve bunu göreceğiz.
1. Dünya Savaşı kadar önemlidir
İşte büyük değişim sancısını asıl o zaman hissedeceğiz. Bugün değişime, çözüm sürecine direnenlerden çok daha büyük bir direnç kendini gösterecektir. Bugünün barış düşmanları, o zaman büyük Türkiye düşmanlarına dönüşecek. On yıllardır ellerinde olan imtiyazları, iktidar alanlarını terketmeyenler o zaman kıyasıya bir savaşa girişeceklerdir.
İçeride ve dışarıda ortakları olan, çokuluslu bir yıkım stratejisi uygulanacak. Bunlar dönüşümü engellemek için Türkiye’yi mahvetmekten bile çekinmeyeceklerdir.
Ama Türkiye bunların üstesinden gelecek güce, imkana, birikime ve öncü siyasi kadrolara sahiptir. Bunun da üstesinden gelen Türkiye’nin önünde hiçbir engel kalmayacaktır. İşte bu yüzden, Yeni anayasa ile yeni kuruluş sözleşmesi, yeni toplumsal sözleşme dediğimiz şey aslında Birinci Dünya Savaşı kadar önemlidir. O savaş yıkım projesiydi bu seferki mücadele yeniden kurma mücadelesidir. Tarihi tersine çevirmektir.
Binlerce yıllık devlet geleneği ve aklı, Türkiye için en doğru olanı tespit etmiştir ve büyük yürüyüş bu yöndedir. Dışarıdaki güçlerin Türkiye içindeki ortaklarının birer birer ifşa edilip tasfiye edilmelerinin sebebi de budur.