Bin Ali kaçtı... Sıra Buteflika ve Mübarek'te!
Atalarımız ne demiş; “Perşembe’nin geleceği Çarşamba’dan bellidir”... Bir söz daha söylemiş atalarımız; “Mazlumun ahı, devirir şahı.”
Şarkılara-türkülere konu olan bir söz daha vardır ki, o da şudur:
“Zalimin zulmü varsa,
Mazlumun Allah’ı var.”
Tunus halkı “mazlum”du... Devlet Başkanı Zeynel Abidin bin Ali ise “zalim”in önde gideni...
Ama, ne oldu?..
Önceki gece saat 20.30 civarında gelen haberlere göre, Zeynel Abidin bin Ali, ülkeyi terk etmiş.
Yani, kaçmış!..
Hem de; önceki gün saat 15.00’ten dün sabah 07.00’ye kadar “sokağa çıkma yasağı” ilân edip, kendisini “garantiye” aldıktan sonra kaçmış... Kim bilir, belki de, halkın kendisini “linç” etmesinden korktu!..
23 YILLIK DİKTA BİTTİ!
Sizin anlayacağınız;
Zeynel Abidin bin Ali’nin ülkeyi terk etmesiyle, “23 yıllık bir dikta” dönemi de sona ermiş oldu.
Malûm, Zeynel Abidin bin Ali denilen bu despot, 7 Kasım 1987’deki “Beyaz Darbe” ile yönetimi elegeçirmiş, Burgiba’nın yerine geçmişti.
Gelen haberlere göre;
Yönetimi, 17 Kasım 1999’dan bu yana Başbakanlık koltuğunda oturan Muhammed El Gannuşi devralmış.
Gerçi, Gannuşi’nin Devlet Başkanlığı’na gelmiş olması, “necaseti sidikle yıkamaya” benziyor ama, yine de iyi bir gelişme!..
Çünkü, beterin de beteri var!..
Ya “Zeynel Abidin diktası” devam etseydi?!? Ya, Tunus halkı, Abidin’in; “Bana 3 yıl daha tahammül edin... 3 yıl içinde hem özgürlüklerinizi vereceğim, hem de interneti serbest bırakacağım” yalanına kanıp, diktaya tahammül etseydi?!?
İyi oldu, iyi!..
Gannuşi, “zulmün birinci ayağı” olsa da, herhalde bundan sonra “denge”leri gözetecek ve “mengene”yi biraz daha gevşetip, halkın rahat nefes almasını sağlayacaktır!..
Aksi alde, ülkeyi saran alev, Gannuşi’yi de yakar.
FİTİLİ ATEŞLEYEN İNTİHAR!
Peki, “Tunus diktatörünün ülkeden kaçmasına” sebep olan olay ya da olayların sebebi nedir?..
Elbette “zulüm!”
İşte bunun son örneği:
Efendim, Tunus’un orta, hatta kırsal kesimi diyebileceğimiz bir şehri var... Adı, Sidi Bouzid...
İşte, Sidi Bouzid denilen bu şehirde, geçen yılın 17 Aralık’ında bir olay meydana gelir.
Bir genç, hem de “Vali Konağı” önünde, başından aşağı benzin döküp, kendini ateşe verir... Güvenlik güçleri, binbir güçlükle alevleri söndürüp, Muhammed Buaziz adlı genci hastaneye kaldırır... Bu genç, “3. derece yanık”tan tedavi görmeye, “ölüm-kalım savaşı” vermeye başlar... Çünkü, “vücudunun yüzde 70’i kömürleşmiş” durumdadır!.. Ne var ki, kurtulamaz... 5 Ocak günü son nefesini verir!..
Peki, bu genç niye yaktı kendisini!..
Önce, kısa bir bilgi.
5 Ocak 2011 tarihi Sabah’ta, Erdal Şafak, ülkede “bardağı taşıran son damla”yı şöyle anlatıyordu;
“Sidi Bouzid halkı geçimini tarım ve hayvancılıktan sağlıyor. Tahıl, sebze, et, süt üretiyor ve ülkenin diğer bölgelerine gönderiyor. O nedenle, tüm tarımsal bölgelerde olduğu gibi, Sidi Bouzid’de de istihdam imkânları iyice sınırlı.
Ne var ki; Sidi Bouzid’in nüfusunun çoğunluğunu gençler oluşturuyor.
Pek çoğu da eğitimli, üniversite mezunu.
Ama işsiz!..
26 yaşındaki Muhammed Buaziz de işte üniversite diplomalı o binlerce gençten biriydi. Okulu bitirince 5 yıl boyunca iş aramış, çalmadık kapı bırakmamıştı. Boşuna...
Sonunda ana-babasının daracık bütçesine katkı için seyyar satıcılık yapmaya karar verdi. Bir kaldırıma tezgâh kurup, borç-harç aldığı sebze-meyveleri satmaya başladı.
Daha ikinci gün, zabıta, mallarına el koydu. Yılmadı; yine borç bulup sebze-meyve aldı. Bir-iki gün sonra yine zabıtayı karşısında buldu.
İki, üç, dört... Aldığı bir borcu ödemeden sermayeyi zabıtaya kaptırması nedeniyle yeni bir borçla tezgâhına mal bulmaya çalışıyordu.
Artık beşinci mi, altıncı mı baskından sonra bunalıma girdi ve “İşsizlik, yoksulluk canıma tak etti” feryadıyla kendini ateşe veriverdi.
Sıradan bir cinnet olayı gibi görülebilecek bu intihar, bir toplumsal depremi tetikledi.
Tüm Tunus’ta olduğu gibi Sidi Bouzid’de de, otoriter rejimin uysallaştırdığı halk bir anda zembereğinden boşalmış gibi sokağa döküldü. Güvenlik güçleri kalabalığı zor kullanarak dağıtabildi.
Aradan birkaç gün geçti... 22 Aralık’ta yine Sidi Bouzid’de yine bir genç bir meydandaki elektrik direğine tırmandı. Toplanan kalabalığın dehşetten irileşmiş gözleri önünde, yine aynı sloganla, yani yine “İşsizliğe, yoksulluğa lanet olsun” diye bağırarak 300 bin volt elektrik geçen tellere sarılıverdi...
Direkten cansız bedeni düştü yere.
O da üniversite mezunuydu ve yıllardır iş arıyordu.
Bu ikinci intihar, Sidi Bouzid’de protesto gösterisi yapan kalabalığı daha da büyüttü. Dahası, tepkiler kentin sınırlarını aşıp hızla Tunus’un diğer bölgelerine yayılmaya başladı.
Yine o günlerde yine Sidi Bouzid’de, yine işsiz bir genç daha kendini kuyuya atıp intihar etmesin mi!
Maki ateşi artık orman yangınına dönüşmüştü.”
Sonuç, resmi rakamlara göre 70, gayri resmi rakamlara göre ise 100’ün üzerinde ölü ve bir o kadar da yaralı!..
Ama, “mazlumun ahı” yerde kalmadı.
Devirdi 23 yıllık şahı!..
HALK, ÖZGÜRLÜKLERE AÇ!
Sırası gelmişken, hemen söyleyeyim: Bu “öfke patlaması” sadece Tunus’la sınırlı kalmayacak... Artık önce Mısır’da mı, yoksa önce Cezayir’de mi, halk patlayacak ve “ah”lar, “şah”ları devirecek!..
Tunus Devlet Başkanı Zeynel Abidin Bin Ali, 1987’den beri iktidarda ve 2014’te yeniden adaylığa hazırlanıyordu...
Cezayir’de Devlet Başkanı Abdülaziz Buteflika 1999’dan bu yana iktidarda ve 2014’te yine aday!..
Mısır’da ise; Cumhurbaşkanı Hüsnü Mübarek 1981’den beri işbaşında ve gelecek yıl sağlığı elverirse kendisi, elvermezse oğlu aday olacak!
Göreceksiniz; Kuzey Afrika’da patlayan “öfke seli” Buteflika’yı da götürecek, Mübarek’i de!..
Çünkü, bu ülkelerin halkları, sadece “midesel” yönden değil, “özgürlük”lere de aç!..
Bilmem, hatırlar mısınız;
1999 yılında yazdığım bir yazıda, Tunus’ta “halkın nasıl susturulduğunu” ve “özgürlüklerin nasıl boğulduğunu” bir “fıkra” ile anlatmıştım.
O yazımda; Tunus’un, nasıl “dilsiz bir ulus” haline getirildiğinin örneklerini de vermiştim...
O yıllarda anlattığım fıkra; 1998’de yine Le Monde gazetesinde yayınlanmıştı...
Tunus parklarında; akşamları yabancılara şu “fıkra” anlatılıyormuş:
“İki köpek”, sınırda karşılaşırlar... Birincisi; tam “iskelet” haline dönmüş... Bir deri, bir kemik!.. Cılız mı cılız!.. Tüyleri dökük mü dökük... Her yanı “yara-bere” içinde!..
Bu “Cezayir köpeği”dir!..
“Tunus’a gitmek” üzere yola koyulmuştur...
Tek bir arzusu vardır:
“Dinlenmek, doyuncaya kadar yemek ve savaşı unutmak!”
İkinci köpek ise; hem “besili”, hem “kurumlu”dur!.. Hem de kuaförden yeni çıkmış gibi parlaktır tüyleri... Keyiflidir... Çünkü karnı tok, sırtı pektir... Yediği karnında, yemediği ise önündedir!..
Evet, bu da “Tunus köpeği”dir...
O da “Cezayir’e gitmek” için çıkmıştır yola.
Cezayir’den gelen köpek, uyarır Tunus’tan geleni:
“Cezayir’de işin ne?.. Canına mı susadın sen?.. Postu mu deldireceksin?.. Kör bir kurşuna kurban gitmesen bile, açlıktan geberirsin!..
Ne işin var Cezayir’de?”
Cezayir’e gitmeye kesin kararlı olan Tunuslu köpek, “Niçin mi Cezayir’e gitmek istiyorum?” der ve şu cevabı verir:
“Havlayabilmek için arkadaş!..
Özgürce havlayabilmek için!”
CİN, BİN’E DER Kİ!
Bu fıkraya bakıp da; Tunus’ta herkesin “karnının tok, sırtının pek olduğunu” düşünmeyin... Evet, “karnı tok”lar vardır ama onlar da, “Zeynel Abidin bin Ali ve avanesi”dir!..
Yani diktatör ve hanedanı!..
Bir yandan Zeynel Abidin’in ilk evliliğinden doğan kızları ve onların kocaları, bir yandan ikinci eşi ve onun kardeşleri Tunus’u parsellemişler ve ülkeyi talan etmişlerdir.
Kısaca ifade edecek olursak;
“Laikçi diktatör Zeynel Abidin Bin Ali”nin Tunus’unda “yolsuzluk” dizboyudur!..
O kadar dizboyu ki, “fıkra”lara bile konu olmuş!.. Fransız Le Monde gazetesinde yayınlanan bir fıkra, Tunus’ta dilden dile dolaşıyormuş!..
Bu fıkrayı, Tunuslular, gözlerinden yaşlar gelecek kadar, kahkahalarla anlatıyorlarmış birbirlerine...
Efendim, fıkra şöyle:
Bir gün; Cumhurbaşkanı Zeynel Abidin Bin Ali’nin karşısına, aniden bir “cin” çıkar...
“Dile benden ne dilersen” deyip, devam eder:
“Yalnız; şöyle iyi bir şey iste.”
Bin Ali, hemen söyler isteğini:
“Şu an oturduğum Kartaca Sarayı ile Arjantin’deki çiftliğimi doğrudan birbirine bağlayan bir otoyol yap!”
“Bin”in bu isteği karşısında, “Cin”in canı pek fena sıkılır...
“Biraz zor!” itirafında bulunur ve “başka bir dilekte” bulunmasını ister.
Bin Ali, diğer dileğini aktarır:
“Aile fertlerimi sakinleştir!.. Onları; yeterince yediklerine, ülkeyi gereğinden fazla soyduklarına ikna et!.. De ki onlara; bu yemeye son vermezseniz, bu hortumlamayı durdurmazsanız, Bin Ali’nin burnundan fitil fitil getirecekler!.. Söyle onlara, son versinler bu malı götürme işlerine!”
Cin; bir an düşünür... Başını kaşır...
Bu isteği yerine getirmesi, ötekinden çok daha zordur.
Şöyle der:
“Şu senin otoyolu; iki şeritli mi yapayım, yoksa dört şeritli mi?”
BAŞÖRTÜLÜLERE ZULÜM!
İşte böyle bir “yolsuzluklar ülkesi”ydi Tunus!..
Ama, bu Tunus’ta, özellikle “başörtülü”lere karşı öyle “baskı”lar, öyle “zulüm”ler yapıldı ki; “bunalım”a girdi Tunuslu kadınlar!..
“Ruhsal travma”lar yaşadılar!..
“Nüfusunun yüzde 95’i Müslüman” olan Tunus’ta, “başörtüsü düşmanlığı” had safhaya varmıştı... Artık “sokakta örtülü dolaşmak” da yasaktı... Polis, “tesettürlü” kadınları sokakta durdurup, “örtülerini çıkarmalarını” istiyordu...
Yasak, o kadar ileri boyutlardaydı ki; “Türkiye’deki laikçi yazarlar” 1999’da Tunus’a gidip, “işte çağdaş Tunus” diye tefrikalar bile yayınlamıştı...
Onlar, “Türkiye’nin de Tunus gibi olmasını, örtünün sokakta bile yasaklanmasını” istiyorlardı...
Türkiye’de “örtü zulmü”nün zirvede olduğu dönemde, Financial Times gazetesi, “Tunus’taki örtü yasağı”nı şu başlıkla vermişti:
“Tunus’ta Türk usûlü yasak!”
Sözü uzatmanın alemi yok!..
“Mazlumların ahı” işte bir defa daha “devirdi şahı!”
Zeynel Abidin, ülkesini terk etti... Tunus’un çevresindeki ülke halkları, şu anda zevkten dört köşe...
Yapılan yorumlarda deniliyormuş ki;
“Tunus’a tebrikler!.. Sıra Mısır’da!”
ERDOĞAN, BİR ROL MODEL
Şunu da ekleyelim:
“Halkı Müslüman ülkeler”, kendi tarihlerini yazarken, “Erdoğan’dan önce, Erdoğan’dan sonra” diye bir tasnif yapacaklardır!..
Çünkü Tayyip Erdoğan, halkı Müslüman ülkelere “iyi bir örnek” ve hatta “muhteşem bir rol model” olmuştur!..
Lütfen dikkat edin; halkı Müslüman ülkelerdeki “yerli bir lider” arayışı ve “özgürlük” talepleri, Erdoğan’dan sonra, daha da kuvvetlenmiştir!..
İslâm ülkelerinin liderleri ya Tayyip Erdoğan’a benzeyecek ya da ülkelerini terk edeceklerdir!..
Zeynel Abidin bin Ali kaçmıştır.
Sıra, Mübarek ve Buteflika’dadır!..
Hele bekleyin... Dediydi dersiniz!..
“Laikçi”lere geçmiş olsun!..
Kaçan, Truva Atı’dır
Tunus’ta, 24 Ekim 1999’da “Başkanlık” seçimleri yapılmıştı... Şu anda 75 yaşında olan Zeynel Abidin Bin Ali, seçimlere girdiğinde 64 yaşındaydı... “3 aday”ın girdiği seçimlerde, Zeynel Abidin Bin Ali, rakiplerine “korkunç bir fark”(!) atmıştı!.. Oyların yüzde 99.4’ünü alarak, yeniden Cumhurbaşkanı seçilmişti.
Peki, “halkın yüzde 99.4’ünün oyunu alarak”(!) yeniden Cumhurbaşkanı seçilen Zeynel Abidin Bin Ali, nasıl bir adamdı?..
Hiçbir yorumda bulunmadan, “İtalyan İstihbarat Şefi”nin bir sözünü nakletmek istiyorum:
İtalyan İstihbarat Servisi eski Başkanı Fuluio Marti, Tunus’taki seçimlerden 10 gün kadar önce şöyle diyordu:
“Tunus’ta darbeyi biz yaptık!.. Tunus Cumhurbaşkanı’nı biz seçtik!.. İslâm kâbusunu önlemek için Bin Ali’ye biz destek verdik!”
Neymiş, neymiş;
“Tunus’taki darbe”yi İtalya yapmış!..
“Tunus Cumhurbaşkanı”nı İtalya seçmiş!..
Yani, Zeynel Abidin Bin Ali denilen “Truva Atı”nı, Tunus’un bağrına İtalya oturtmuş!..
Peki, “ne” için?..
“İslâm kâbusunu önlemek için!”
Uzun süre başardılar bunu... Bir “diktatör” eliyle, “Müslümanların nefes almasını” önlediler... Ama, öfke seli, “Truva Atı”nın bulunduğu “hara”yı da vurdu... Ve at, bağını koparıp kaçtı!..
Sözün özü, Tunus’tan kaçan, “Truva Atı”dır!..