BU HALK, 150 YILDIR BEDEL ÖDÜYOR!
Osmanlıda fes uygulaması II. Mahmut’la başladı ve Osmanlı sonrası yeni Cumhuriyet’te 1925’e kadar devam etti. 1925 sonrası Şapka Kanunu, Osmanlıdaki fes uygulamasının bir başka sürümüydü.
Özellikle Tanzimat(1839) sonrası, Osmanlının Frenk Mukallitliği günümüz tabiriyle Batı Taklitçiliği, Cumhuriyet döneminde de yoğunlaştırılmış bir şekilde devam ettirildi.
Saltanat kaldırılmıştı kaldırılmasına…
Millet, Tek Parti Dönemi CHP’nin ceberruti uygulamalarıyla da tanıştı. “Postmodern padişahlar devri” başlamıştı. CHP kendisini, saltanatını tehlikede gördüğü bütün unsurları ortadan kaldırmaya, yok etmeye programlamıştı. Halk, “hem parti il başkanı hem vali hem de belediye başkanı”, sıfatlarının üçünü bir arada taşıyan kudretli yöneticilerle tanıştı. Ardından Çok Partili Dönem(1946) ve darbeler yaşandı. Her darbe, “Atatürk’ün göstermiş olduğu uygarlık hedefinden sapma” diye gerekçelendirildi. Demokrasi bize bir numara büyük geldi. Başbakan ve bakanlar asıldı. Diğer sivil idamlar oldu. Bu darbelerle devletin ve milletin enerjisi tüketilmesi bir yana, gerçekten ülkenin kaynaklarını iç edip malı götürdüler...
Gelinen bu noktada birçok badirelerden geçildi. Değişen dünyada, İslam coğrafyalarında olduğu gibi Türkiye’de de yeni gelişmeler ve toplumsal dönüşümler yaşanıyor. Türkiye özelinde “darbeler ve darbecilerle yüzleşme dönemi” başladı. Siviller üzerindeki askeri vesayete karşı ilk kez bu yoğunlukta mücadele ediliyor. Son 150 yılın en büyük dönüşümüne tanıklık ediyoruz.
Elbette bu süreçte eleştirilecek birçok yöntem ve uygulama olabilir. Ancak her şeye rağmen askeri vesayetten kurtulmak adına adımların atılıyor olması, demokratikleşme adına çok önemli!
Toplumsal dönüşüm sürecinde statükoya direnç gösterenler olabilir, normaldir. Her dönüşümün müspet ve menfi yönleri olur. Önemli olan, halkın “potansiyel taleplerini” hayata geçirmektir.
Hükümetin demokratikleşme noktasındaki “yetmez ama evet” kabilinden birçok icraatına tanıklık ediyoruz. Atılan adımların “mutlak doğruluk” iddiasında hiç olmadım ve olmayacağım. Ancak bu topraklarda “demokratikleşmek” adına kararlı adımlar atılmaktadır. Eksik olmasına rağmen…
En son okullarımıza dönük “kıyafet serbestliği” yönetmeliği var. Yeni uygulamanın getireceği birçok olumsuzluğu paylaşmıyor değilim! Atılan bu adımların “özgür birey” yetiştirilmesi bağlamında önemsenmesi gerektiğine de inanıyorum. “Zararlarındansa faydası daha çok olacaktır” düşüncesindeyim. Hatta bu uygulamanın bir an önce simgesel değer taşıyan meslek gurupları hariç, diğer kamu çalışanlarını da kapsaması gerektiğine inanıyorum. Başörtüsü konusu ayrıca değerlendirilebilir…
Statükoyu putlaştıran, kendimize “Sfenksler” gibi “korku babaları” inşa eden bir gelenekten geliyoruz maalesef. Zaman zaman “tehlikenin farkında mısınız?” naraları atılıyor. Son “kıyafet serbestliği” yönetmeliğinde Cumhuriyet Gazetesi manşetine bakın; “Korkarım Şeriat Geliyor, Bunun Sonu Çarşaf” diyor. Osmanlıyı da “Şeriat istiyoruz” diye Sultan Abdülhamit’e karşı propaganda ve isyan yürütmüşlerdi ve de muvaffak olmuşlardı. İttihat ve Terakki’den bahsediyorum. Yönetimi sloganlarla alaşağı ederler, iş başa düşünce “biz yıkmaya programlanmışız” dercesine bir çözüm üretemezler. CHP, aynı geleneğin devamıdır.
Evet, biz “tehlikenin” farkındayız. Amaç üzüm yemek değil, bağcıyı dövmektir. Şimdi her defasında ya Atatürk diyorsunuz, ya vatan-millet-Sakarya ya da şeriat-çarşaf! Demek ki; inşa ettiğiniz kaleler yıkılırken böyle oluyor! Beyhude çabalar bunlar…
Bir kölenin isteyebileceği en büyük şey, özgür olmak değildir. Köle, efendisine nasıl davranması gerektiğini öğrenir ve efendisine özenir, daima efendi olmak ister. Bunlar geçmişinden ne öğrendilerse, aynısını ezbere yürütme gayretindeler. Etrafımızda neler olup bitiyor, bunlara kulak kabartalım demezler. Çünkü tehlikede olan saltanatlarıdır…
Günümüz dünyasında kuruya Batılılaşma hülyalarına itibar kalmadı. Piyanist Fazıl Say gibileri yalnızlığa mahkûm edildi. Dünkü köylü Ali dayının, Mehmet dayının çocukları, Batı’da işadamı olmuştur. Köylü yeri geldiğinde şehirliden daha reel düşünebilmektedir. Dünya enformasyon bakımından bilgiye ve belgeye ulaşmada engel tanımıyor. Jakoben anlayış, bu milletin gen yapısına uymaz.
Sıkıntı; Anadolu insanının şehirleşmesi, kamunun her alanında “ben varım” demelerindendir.
Bunu hazmedemedikleri için “şeriat geliyor” yaygaraları kopartılmaktadır…
Bu dönemde, birçok olumsuz tablolara rağmen, hayatın her alanında sosyolojik dönüşüm yaşanmaktadır. Yasaklar kalkmakta ve daha fazla özgürlük noktasında önemli adımlar atılmaktadır. İlkokul birinci sınıfa giden kızım, erkek kardeşine “yasak kalkıyor, gelecek sene uzun saçlı okula gidebileceksin” diyebiliyor.
Yasakların kalktığı uygulamalarda pedagojik açıdan bazı sıkıntıları doğuracak olması, bu adımların atılmamasına gerekçe olabilir mi?
Özgürlüklerin disipline edilmesinin tartışılmasını anlarım. Çözüme katkı sağlanması gerekirken, alternatifler sunulması gerekirken; süreci baltalamayı, iç siyasete kurban vermeyi yöntem olarak benimsiyorlar ve halkı “hasta” ediyorlar.
Bu adımlar; otoriter bir yaklaşımla “tümdengelim” metoduyla değil, sosyolojik gerçeklikten hareketle, “tümevarım” metoduyla işletilmesi çok önemli! Bu millet, bu topraklarda 150 yıldır bedel ödüyor. Var mı böyle bir ülke?
Özgürlüklerden doğabilecek sıkıntıları bu halk göğüsleyecektir, hiç kimsenin endişesi olmasın!
Yeter ki yaygara koparmasınlar…
Selam ve dua ile.