Can Dündar olayı... Heyy ABD elçisi, sen bari sus!
Neresinden tutsam, neresinden başlasam acaba?.. “Magazin” tarafından mı, “gazetecilik” tarafından mı, yoksa “aile, eş ve aldatma” tarafından mı?..
“Gazetecilik”te bir teamül vardır!..
Denilir ki;
“Haber, ayrıntıda gizlidir!”
O halde, biz de “Can Dündar olayı”ndaki bir “ayrıntı”ya çekelim dikkatleri ve soralım;
“Can Dündar ile eşi Dilek Dündar, kaç yıldır evli?”
Dilek Dündar’a göre; “Can Dündar’ın tutuklandığı” gün, yani önceki gün, çiftin “28. Evlilik Yıldönümü” imiş!..
Merak edip, araştırdım; evliliklerinin üzerinden gerçekten “28 yıl” mı geçmiş?..
“Haber”lerde deniliyor ki;
“1991 yılında evlendiler!”
İyi de, o zaman evliliklerinin üzerinden “28 yıl” değil, ‘24 yıl” geçmiş olmaz mı?..
Ama, Cumhuriyet’in dünkü manşetinde “Can-Dilek Dündar çifti”nin yerde otururken bir fotoğrafı vardı...
Altında da, şu başlık:
“Evlilik yıldönümünde Çağlayan hatırası!”
“Resimaltı”nda şunlar yazılıydı:
“Can Dündar ile eşi Dilek Dündar, adliye koridorlarında yerde birlikte oturdu...”
O esnada, Dilek Hanım, demiş ki;
“Herkesin güçlü durmasını istiyorum... 28. evlilik yıldönümümüzde, böyle bir şey yaşamak da varmış!”
Dilek Dündar, “28 yıl”dan bahsettiğine göre; çiftin “1987’de evlenmesi” gerekir!.. Oysa, kayıtlarda, “1991” yazıyor!..
Haa, Can Dündar’ın, bir de “Ege Dündar” adlı bir oğlu var...
Ege, 1989 doğumlu!..
Şimdi, gelin de sormayın;
“Ege Dündar, Dilek-Can çiftinin oğlu mudur, bir başka kadından mıdır, yoksa evlilik öncesi bir ilişkinin ürünü müdür?”
Öyle ya;
“Evlilik 1991’de,
Ege’nin doğumu 1989’da!”
Hani, “zenginin malı züğürdün çenesini yorar” demişler ya, “Can Dündar’ın evliliği” de, bizi bir hayli uğraştırdı...
Aslında, meselemiz “onların evlilikleri” değil!.. Bana ne evliliklerinden!..1991’de evlenmişler de, çocukları 2 yıl önce yani, 1989’da doğmuş!.. Kime ne?.. Ama, “söylenen tarih” ile “resmi kayıt”lar birbirini tutmuyorsa, ortada bir “yalan” var demektir!..
İşte ben, deminden beri, bu “yalan”ı deşifre etmeye uğraşıyorum!..
“Evlilik tarihi yalan” ise, Can Dündar’ın “gazetecilikten tutuklandım” sözleri de “yalan”dır!..
YAPTIĞI, RESMEN CASUSLUK!
Efendim, olay malûm;
Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül; önceki gece, “MİT’in yardım TIR’ları” soruşturması kapsamında; “casusluk” ve “silahlı örgüte üye olmak” suçlarından tutuklandılar!..
Lütfen dikkat;
“Gazetecilik”ten değil “casusluk” ve “terör örgütüne üyelik”ten tutuklandılar!..
Sormak lâzım değil mi;
“Sarı Basın Kartı sahibi bir gazeteci” olmak, insanlara “terör örgütüne üyelik ve casusluk yapma” hakkı verir mi?..
“Gazeteci” isen, “haber” peşinde koş!.. Ama sen ne yapıyorsun; ülkeni gammazlıyorsun!..
Neymiş;
“O TIR’larda silah var”mış!..
“İşte o silahlar”mış!..
Be adam; senin bu yaptığın “gazetecilik” filan değil, düpedüz “alçaklık”tır, “ajanlık”tır, “casusluk”tur, “Türkiye’ye ihanet”tir!..
VELEV Kİ SİLAH OLSUN!
Türkiye’nin “Bayırbucak Türkmen-leri”ne ya da “zalim Esed yönetimi”ne karşı savaşan “Özgür Suriye Ordusu”na gönderdiği “yardım”lar arasında velev ki “silah” da bulunsun!.. Bunu “ifşa” etmekle kimin eline ne geçecek?.. Bunun Türkiye’ye ne faydası olacak?..
Dedim ya;
O TIR’larda velev ki, “silah” da bulunsun!.. Bunu “ifşa” etmek, bir “gazetecilik faaliyeti” midir, yoksa “Türkiye’yi ispiyonlamak ve gammazlamak” mıdır?.. Bu “ifşaat”tan dolayı “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” zor durumda kalır ise; Can Dündar, bir yerlerine “kına” mı yakacaktır?..
“Paralel İhanet Çetesi”nin amacı, “TIR’ları durdurarak, orada silah bulunduğu algısı oluşturmak” ve böylece “Hükümet’ten intikam” alıp, “Türkiye’yi Uluslararası Ceza Mahkemesi’nde yargılatmak”tı!..
Ne var ki; dönemin Adana Valisi Hüseyin Avni Coş ve Adana Emniyet Müdürü Cengiz Zeyrek’in yoğun çabaları ile “ihanet plânı” boşa çıkartıldı...
Paralelci hainler, amaçlarına ulaşamadılar.
Aradan bir yıl geçtikten sonra, “Su Samuru”nu devreye soktular ve çok usta oldukları “montajlanmış görüntü”leri Can Dündar’ın eline verip, 29 Mayıs 2015’te Cumhuriyet’te yayınlattılar!..
Üstüne basa basa ve altını çizerek tekrar ediyorum ki;
“O TIR’larda velev ki silah olsun!.. Bundan dolayı Türkiye’yi suçlamak mı gerekir, yoksa alkışlamak mı?”
Ne yani;
Türkiye, “Suriye’deki zalim Esed rejimi”ne karşı “var olma-yok olma savaşı” veren Bayırbucak Türkmenleri ve Özgür Suriye Ordusu’na “silah” göndermeyecekti de, “havuç” veya “hıyar” mı gönderecekti?..
CEZAEVİNDEKİ KASAP SAYISI
Tekrar ediyorum;
Can Dündar’ın yaptığı iş, kesinlikle “gazetecilik”le açıklanamaz!..
Biliyorum, bugün-yarın şunu diyecekler;
“Cezaevlerindeki tutuklu gazeteci sayısı bilmem kaça ulaştı!”
Bunu söyleyenlere sorun;
“Tutuklu gazeteciler haber veya yorumlarından dolayı mı tutuklandılar, yoksa terör örgütlerine üyelik ve casusluktan dolayı mı?”
Çok basit bir soru:
“Kasabın görevi nedir?”
Elbette “hayvan boğazlamak” ya da boğazlanan hayvanı parçalara ayırıp, satmak...
Bir kasap; “kasap bıçağı”nı veya “satır”ı bunun için kullanır!..
Ama, o kasap; “satır veya kasap bıçağı”nı “et doğramak” için değil de, “insan öldürmek” için kullanmışsa, yani “cinayet” işlemişse, onu yakalayıp “cezaevi”ne attıklarında; “kasap dernekleri”nin şöyle bir açıklama yaptığını hiç duydunuz mu;
“Cezaevlerindeki tutuklu kasap sayısı şu sayıya ulaştı!”
Ne kadar saçma değil mi?..
Aynı olay “doktor”lar, “şoför”ler, “öğretmen”ler ve “mühendis”ler, daha doğrusu “bütün meslekler” için geçerli!..
Her kim, hangi mesleği icra ederse etsin, “suç işleme özgürlüğü yok”tur!..
Gazeteci “casusluk” yapamaz, kasap “insan doğrayamaz!”
Haa, “gazeteciler casusluk yapabilir” dersen, “kasaplar” da der ki; “Benim başım kel mi?.. Ben de insan doğramak istiyorum!”
İster mi ister!..
SEN ABD’YE BAK, ELÇİ BEY!
Son bir gelişmeden söz edeyim:
ABD Ankara Büyükelçiliği; Cumhuriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül’ün tutuklanmasıyla ilgili bir açıklama yapmış... Büyükelçilik hesabından atılan tweet’te “Bir basın kurumunun daha baskılandığını düşündüren gelişmelerden oldukça endişeliyiz” denilmiş...
ABD Ankara Büyükelçisi John Bass ise, Instagram hesabına siyah bir kare koyarak, “Derin rahatsızlık duyuyoruz” notunu paylaşmış!..
Gayet net ve açık söylüyorum; “casusları tutuklama” veya “cezaevinde çürütme” konusunda “en son konuşacak ülke ABD”dir!..
l Hele hatırlayın... “ABD’nin devlet sırlarını ifşa ettiği” için, Julian Assange adlı adam, hem “vatan haini”, hem de “terörist!” ilân edilmedi mi?..
Malûm; ABD’nin tepkisi, “söz”le de sınırlı kalmadı... “Can derdine” düşen Assange, halen ABD’den köşe-bucak kaçıyor ve Ekvador’un Londra Büyükelçiliği’nde, “tuvaletten biraz büyük bir oda”da, adeta “hapis” hayatı yaşıyor, iyi mi?..
Yerinden kımıldasa, tutuklanacak!..
Assange, “can derdinde” ama, ABD Büyükelçisi “Can derdine” düşmüş!..
l Bir de, Bradley Manning denilen bir adam vardı... Çeşitli gazetelere; “ABD’nin Irak ve Afganistan’da yol açtığı sivil ölümler”e dair “belgeler” sızdırdı diye “tutuklanmış” ve “35 yıl hapsine” karar verilmişti...
Hapiste gördüğü “işkence”ler de cabası!..
Hâlâ zindanda!..
CNN NE YAPMIŞTI?
Gelelim Edward Snowden olayına...
2013’te bir CIA ve Ulusal Güvenlik Dairesi elemanı olan Edward Snowden, ABD’nin “122 devlet ve hükümet başkanını dinlediğini” iddia ederek birtakım belgeler çıkardı.
Bu belgelerin bir kısmı da The Guardian gazetesinde yayınlandı...
The Guardian’dan önce, bu belgeler “Amerikan CNN Televizyonu”na geldi.. CNN, böyle bir haberi yapmayı reddetti.
Gerekçesini de şöyle açıkladı:
“Ulusal güvenlikle ilgili gizli bilgilerin ifşa edilmesine araç olamayız!”
Guardian ise bu belgelerin çok küçük bir kısmını yayınladı.
Guardian Genel Yayın Yönetmeni Alan Rusbridger bu yayının hemen ardından, kendini “hakim önünde” buldu!..
Guardian kapatılma tehdidiyle karşı karşıya geldi..
Alan, hemen pazarlığa oturdu; “Sizin gazetemi kapatmak istemenizin nedeni eğer benim elimdeki belgeler ise; bu kolay, yok ederiz, olur-biter” dedi.
Sonra dünya televizyonlarına da konu olan o görüntüleri izledik.
The Guardian çalışanları, ellerinde matkap ya da beton taşlama makinesi ile bilgisayarların hard disc’lerini paramparça ettiler.. İngiliz istihbarat elemanları o parçalama işlemi sırasında gazetenin dört bir tarafına dağılıp bu imhaya tanıklık ettiler..
YAHUDİ CASUSA 30 YIL!
Durun, daha bitmedi...
Bir örnek daha:
60 yaşında olan Jonathan Pollard adlı İsrail casusu; 1985’te Amerikan Deniz Kuvvetleri’nde çalışırken, binlerce sayfalık gizli belgeyi İsrail’e vermek suçlamasıyla tutuklanmıştı.
Pollard’ın “İsrail istihbaratı”na verdiği “gizli belgeler”de; Sovyetler Birliği’nin Arap ülkelerine sattığı silahlar ile Suriye ve Irak’ın kimyasal silah programı yer alıyordu.
İsrail istihbaratına bilgi sızdırırken yakalanan Pollard, 1987’de “ömür boyu hapis cezası”na çarptırılmıştı...
İsrail; o gün, bugündür bağırır;
“Jonathan’a özgürlük!”
Ama, ABD, İsrail’in bu taleplerine “1985’ten beri” kulaklarını tıkar!..
Ne var ki;
“30 yıl hapis” yatan biri, “ömür boyu hapis” yatmış gibi sayıldığından, Jonathan Pollard adlı casus; 21 Kasım 2015’te, yani 6-7 gün önce serbest bırakılır!.. Serbest bırakılır ama, “5 yıl daha ABD’de yaşamak zorunda”dır!..
ELE VERİR TALKINI!
Can Dündar’ın “casusluk”tan tutuklanmasını içine sindiremeyen ABD’nin Ankara Büyükelçisi John Bass’a sormak gerekmez mi;
“Julian Assange adlı casusu hem vatan haini, hem terörist ilan eden siz değil misiniz?.. Bradley Manning adlı casusu, 35 yıl hapse mahkûm eden siz değil misiniz?.. Jonathan Pollard adlı Yahudi casusu 30 yıl hapseden siz değil misiniz?..
Ne yani;
Sizde casusluk çok ağır suçtur da, bizde değil midir?”
Heeyy Büyükelçi;
Türkiye’ye talkın verirken, kendiniz salkım yutmaktan vazgeçin!..
Söyleyecek söz çok da, yerim kalmadı... Oysa, daha “Paralel İhanet Çetesi’ne ait gazeteler”de yer alan “ikiyüzlülük” ve hatta “yüzsüzlük” örneklerini sıralayacaktım!..
Onları da yarın yazarız inşallah...
Haaa, son bir not:
Hani, “cezaevlerindeki tutuklu gazeteci(!) sayısı”nı merak ediyorlar ya, ben de; “tutuklu kasap sayısı”nı çok merak ediyorum!..
Acaba kimleri doğradılar?!?..
**********************************************************************
Amerika PYD’ye silah yardımı yapmadı mı?
Can Dündar, hâlâ “gazetecilik” yaptığını iddia ediyor... “İşte o TIR’lardaki silahlar” demenin neresi “gazetecilik”tir, anlayamadım... Sen, resmen ve alenen “casusluk” yapıyorsun!.. Kaldı ki; o TIR’larda “silah” olsa ne yazar, olmasa ne yazar?..
Ne yani; “ABD, Kobani’de ne yaptı... Kobani’yi DAEŞ’e karşı savunan PKK’nın yan kolu PYD’ye silah yardımı yapmadı mı?.. Hatta o silahların bir kısmı DAEŞ’in eline geçmedi mi?”
l “Türkiye’yi, Suriye’nin iç işlerine karışmakla suçlayanlar, Kobani’deki çatışmalar esnasında Türkiye’yi niye göreve davet etti?.. Türkiye, bu talepler üzerine Özgür Suriye Ordusu’na ve Peşmerge’lere sınırını açıp, Kobani’ye geçmelerini sağlamadı mı?.. Türkiye olmasaydı; DAEŞ, Kobani’den çıkarılabilir miydi?”
l “İran denilen devlet, Suriye’ye silah ve mühimmat yardımı yapmıyor mu?.. İran’dan yardım alan zalim Esed de; Suriye’deki Kürt’leri, Arap’ları ve Türkmen’leri katletmiyor mu?”
l Hele söyleyin; Libya’daki “kargaşa” esnasında bu ülkenin topraklarını bombalayan Fransa ve İngiltere, hangi kurallara uydu?..
Heyy, Can Dündar familyası, hadi cevap verin!