Dikkat aldatılıyoruz
Evet, göre göre, bile bile ve de "aslanlar gibi" aldatılıyoruz. Üstelik bu "aldanma" sadece "salak" yerine konulmamızla da sınırlı kalmıyor, bizi ülser, gastrit, reflü, kolit, kanser, kalp hastası yapıyor. Peki, kim bunlar? Nasıl yapıyorlar bu vicdansızlığı? İşte örnekler…
Önce tereyağına margarin ekleyip bize "margarini çok, tereyağı yok" paketleri "tereyağı" diye sattılar. Hızlarını alamayıp tereyağına bitkisel, bitkisel yağa kanola yağı eklemeye, midemizle oynamaya başladılar. Baktılar tepki yok, tık yok, gördüler ki "ayıp"ları bir-iki gazete haberi, üç-beş kuruşluk ceza ile geçiştirildi, dolandırıcılar "hileli gıda" da yağ oyununu daha da geliştirdiler. Yağa yağ ekleme gibi ucuz işleri (!) bırakıp işi sadece "aroma" ile halletme yoluna gittiler. Netice şu: "Tereyağlı" diye satın aldığınız baklavaların çoğunda tereyağının esamesi yok! Tereyağı yerine aroması (yani kokusu) var. Oyun sadece yağda oynanmıyor, başka alanlarda da tekrarlanıyor. Mesela baklava şerbetlerinde şeker yerine (ucuz diye) kimyasal tatlandırıcı (sakarin, aspartam) ya da mısır glikozu kullanılıyor. Yine baklavalara antepfıstığı yerine bezelye ya da yeşile boyanmış yerfıstığı ekleniyor. Bitti mi?
Bitmedi! Hırsızlığın, dolandırıcılığın başka yollarını da bulmuşlar. Bulmuşlar zira dolandırıcıların hayalleri ve cüzdanları zannettiğinizden çok daha büyük. En son numaraları ise yoğurtlarımıza bitkisel yağ, margarin ve jelatin ilavesi. Yoğurtların içinde peynir suyu ve nişasta eklendiğini de duyuyorduk ama bu jelatin işini yeni öğrendik. Özetle yediğimiz yoğurtların da bazıları yoğurt filan değil. Acayip bir kimyasal karışım. Peki, dondurmalarımız, onlar sağlam mı? Ne gezer! Orada da "arızalı işler" var. Bazılarında dondurmanın ana maddesi "taze sütü" mikroskopla bile arasanız bulamazsınız. Bulsanız bile onlara süt demek çok zor, çünkü çoğuna su ekleniyor.
Peki tavuk dönerin içine öğütülmüş inek memesi parçaları, sakatat, kıyılmış tavuk derisi eklendiğini biliyor muydunuz?
Lahmacunlarınızın hayvansal gıda eklerinden, örneğin yağ ve kemik külünden yapıldığını duymuş muydunuz? Kırmızıbibere kiremit tozu, karabibere renkli kanserojen boyalar eklendiğini yıllar önce öğrenmiştik ama afiyetle yediğimiz kuru incirin hidrojen peroksitle ağartıldığını sanıyorum siz de benim gibi ilk defa işitiyorsunuz. Özetle gıdada müthiş bir terör dalgası var ve maalesef o dalga her geçen gün biraz daha büyüyor, tsunamiye dönüyor.
Ve gelelim neticeye
Netİce şu: Gıda hileleri konusunda da "sözün bittiği yere" geldiğimiz anlaşılıyor. Yukarıdaki bilgileri rasgele bir kaynaktan değil, Türkiye Ziraatçılar Derneği başkanı İbrahim Yetkin'in hileli gıda konusundaki açıklamalarından özetledim. "Terörün çok can aldığı kesin ama gıda terörünün aldığı canlar da az değil anlaşılan. Değerli okur, saygıdeğer yöneticiler, muhterem gıda üreticileri, "gıda güvenliği" günümüzün en önemli sağlık tehditlerinden biri. Yiyip içtiklerimizin her birini adeta pimi çekilmiş birer kimyasal bombaya çeviren bu teröre sadece devletin değil, tüketiciler ve güvenilir üreticiler olarak hepimizin "Dur" deme vakti çoktan geldi, geçiyor. Bunun için de gıda güvenliği konusunda ülke çapında platformlar oluşturmanın bir yolunu bulmalıyız. Bulmalıyız çünkü bunu yapamazsak oluşabilecek genetik hasarlar nedeniyle sadece bizim değil, bizden sonraki nesillerin de sağlığı tehdit altında olacak. Yapmazsak her türlü hastalık, özellikle de kronik hastalıklar ve öncelikle de KANSER sorunu büyüyerek devam edecek.
Çiğ mi kilo yapar yoksa pişmiş mi
Pekİ gıdaları çiğ yemekle pişirmenin kilo kontrolü bakımından bir etkisi var mı? Muhtemelen var. Çiğ yenen gıdalarda kilo alma olasılığı daha düşük gibi görünüyor. Sebep olarak da pişirmenin, özellikle nişastalı besinlerde glisemik yükü arttırması gösteriliyor. Örneğin çiğ havucun glisemik yükü pişmiş havuca göre neredeyse yarı yarıya daha az.
ÇİĞ Mİ PİŞMİŞ Mİ? Pişmemiş yemeğe itiraz eden de var
Pekİ, bu konuda itirazı olanlar ne diyor? İtirazlardan biri şu: Eğer dikkat etmez iseniz, çiğ besinlerle bedene yeteri kadar protein, kalsiyum ve demir kazandıramama ihtimaliniz var. Zira çiğ beslenme "bitkisel ağırlıklı" yani vegan beslenme anlamına da geliyor. Yani bu beslenme modeli hayvansal proteinlere sırtını dönmüş durumda, bu nedenle protein gücü yüksek bitkisel besinlerden (örneğin mercimek, bezelye, kuru fasulye) daha sık ve bol yararlanmanız lazım. Ayrıca daha fazla kalsiyum kazanabilmek için lahanaya, karnabahara, ıspanağa, pazı yaprağına, susam tohumu, kabak çekirdeği, domates ve keten tohumu gibi ürünlere de ağırlık vermeniz lazım.
İŞTE BENİM GÖRÜŞÜM
Az pişmiş (al dante) makarnanın da pişmiş makarnaya oranla daha düşük glisemik yükü olduğu biliniyor. Kısacası çiğ mi, pişmiş mi sorusunun yanıtı öyle kolayca verilebilecek gibi görünmüyor. Bana gelince… Ben burada da "denge" ve "makul" sözcüklerini rehber olarak alıyor, çiğ ve pişmişi dengelemeye çalışıyorum.
Niçin yürümeliyiz?
Koşu severler, jogging tutkunları, hatta yaz aylarında her gün neredeyse iki saate yakın kulaç atanların bana biraz kırıldıkları anlaşılıyor. Gönderdikleri elektronik postalar da ısrarla şunu soruyorlar: Neden ille de "yürüyün!" diye yazıyorsunuz? Neden böyle düşündüğümü bir kez daha açıklıyorum. İlk nedenim insan bedeninin biyomekanik bakımdan yürümek üzerine planlandığını düşünmem. Bana sorarsanız yürümenin çok daha "DERİN FAYDALAR"ı da var. Mesela mı?
HEM BEDENE HEM RUHA
Yürümek hormon dengesini iyileştiriyor. İnsülin direncini engelleyip fazla kilo problemine çözüm üretiyor. Cinsel hormon salgılarını arttırdığını, stres hormonlarının, özellikle de kortizolun üretimini sınırladığını da biliyoruz. Yürümek beyinde endorfin, serotonin, dopamin yapımını da uyarıyor.
SONUÇ, ÇOK KEYİF
Bunların artması ise daha çok mutluluk, keyif, huzur ve "iyilik hali" anlamına geliyor. Melatonin üretimini de arttırdığı, neticede daha güzel uyuttuğu ise çok mühim bir ayrıntı. Yürümek kalbi güçlendirip damarlara etkin bir vasküler jimnastik yaptırıyor. Dahası da var. Yürümek cinsel yaşamı ve bedensel performansı da olumlu etkiliyor. Bağırsakları aktive ederek kabızlığı engellediğini, sindirimi kolaylaştırıp gaz, reflü problemlerini baskıladığını, kanda şeker, kolesterol seviyelerini dengelediğini de unutmayalım. Yürümenin güçlü bir kan basıncı dengeleyicisi olduğunu da not edelim.
PİŞENDE DE ŞİFA VAR
Çiğ beslenmenin yol açabileceği başka problemler de var. Pişirme işlemi sebze ve diğer besinlerdeki vitaminlerin bozulma oranını ortalama %20 arttırsa da pişirmek o besindeki antioksidanların biyoyararlanımını da güçlendiriyor. Mesela domatesteki likopen domates ısıl işlemden geçince daha kolay açığa çıkıyor. Bu nedenle aynı miktar domatese oranla domatesin salçasında ya da domates çorbasında daha fazla "şifalı madde" var. Pişirmenin gıdalardaki mikropları yok etme bakımından da önemli bir avantaj olduğu da mühim bir ayrıntı. Pişirilen besinlerdeki nişastanın hazmı da daha kolay oluyor.
Çİğ beslenme "yeni bir trend" ama başlangıcı milyon yıl öncelere dayanıyor. Ateşi bulmadan önce binlerce yıl çiğ gıdalarla beslendik. "Rawfood" yani "çiğ beslenme" akımı aslında eskinin tekrarından başka bir şey değil. Peki, nasıl bir şeydir çiğ beslenme. İyi mi, kötü müdür? Faydalı mı, zararlı mıdır? Dahası çiğ mi, pişmiş gıdalar mı daha sağlıklıdır? Buyurun…
'ENERJİLİ' BESİN
Çiğ beslenmede gıdalar pişirme gibi bir işlemden geçirilmiyor. Taraftarlarına göre gıdalar doğal halleriyle sindirim için gerekli enzimleri yüksek oranda zaten içeriyor. Bu enzimlerin sadece gıdalara değil, vücuda da yararlı olduğu örneğin kanserden koruyabildiği de düşünülüyor. Ayrıca çiğ besinlerin "yaşayan" yani "enerjisini koruyan" bir başka anlamda "canlı" besinler olması da mühim bir nokta sayılıyor. Besinleri çiğ olarak tüketmenin avantajları yalnızca "enzim içeriklerini korumakla" da sınırlı değil. Çiğ besinlerin daha çok vitamin, mineral, doğal antioksidan içerdikleri de kesin. Yiyecekler ısıtılınca sadece enzimleri yok olmuyor, vitaminleri (mesela C vitamini) de tahrip oluyor. Pişirme suyunun içine karışan vitamin ve mineraller "haşlama/pişirme" sonrasında süzülen suyla çöpe gidiyor. Isıl işlemden zarar gören yalnızca C vitamini değil. Daha pek çok vitamin, örneğin A vitamini, folik asit ve bazı B vitaminleri de zarardan payını alıyor.
'SUDA' KURUYEMİŞ
Taraftarları, özellikle sebze meyve söz konusu olduğunda çiğ beslenmeden taviz verilmemesi gerektiğini düşünüyorlar. Fındığı, bademi ve benzeri yağlı tohumları da ısıl işlemden geçirmeden doğal halleriyle tüketmenin önemini ise ısrarla vurguluyorlar. Başka bir önerileri daha var: Mesela kuruyemişleri yemeden önce 6-12 saat suda bekletmenin enzim hareketlerini hızlandırdığını, besinlere canlılık kazandırdığını düşünüyorlar. "Suda bekletilmiş cevizi ye, suyunu da iç" tavsiyesinin bir nedeni bu olmalı...