Dünyanın Efendileri Ne Kadar Efendi?
Yavuz hırsız ev sahibini bastırır misali Batı’nın kendi gerçekleri ortadayken Türkiye’yi şanlı tarihi üzerinden uyduruk ve bilimsel olmayan mesnetlerle vurmaya çalışması tam bir kara mizah örneği... Kendi cennetlerini başkalarının cehenneminde arayan bu efendiler dururken, düşmanına dahi merhamet eden bir medeniyetin temsilcilerine dil uzatmaları yansıtmadan çok daha öte, pişkinliktir.
Hadi ey efendiler… Madem siz demokrasinin, adaletin, barışın adresisiniz… Türkiye katliamcı, soykırımcıdır. O halde 3 milyonu aşkın Suriyeliyi nasıl olur da böyle bir ülkeye bırakır, ya da teslim edersiniz. Sahip çıkın bu zavallı insanlara da iddianızda birazcık tutarlı olun.
Türkiye her platformda isnat edilen meseleyi siyasi mecradan ayrı tutmak ve asli mecrası olan arşivleri işaretle bu hususta çalışmalar yapması gereken uzmanlara bırakmak gerektiğini vurgulaya dursun… Biz ve herkes biliyor ki burada asıl mesele gerçekleri öğrenmekten ziyade algı siyaseti ile Türkiye’yi mahkûm etmek, akılları sıra köşeye sıkıştırmak.
İşin garibi Dünyanın efendiler koltuğuna oturan ve adalet, demokrasi, barış gibi değerler üzerinden ahkam kesen Beşi Bir Yerde’lerin hiç birinin de mazisi pirüpak değil.
Gerçi bu günlerde de iftiharlık durumları yok ama biz yine de birazdan her birinin mazilerindeki kara ve karanlık notlarına ufaktan ufaktan değineceğiz.
Ama ona geçmeden evvel bir hususu paranteze alalım.
Dünyanın bu efendileri, kendi karanlık tarihleri ortada dururken demokrasinin ve barışın temsilcileri formasını giyme pişkinliği gösteriyorlar. Öte yanda mazisi şefkat ve merhamet tarihi olan bizlerin barbarlık, zorbalık, ilkellik, zalimlik gibi nahak yaftalarla itham edilişimiz hangi mantık üzere tanımlanır bilmem. Fakat bildiğim bir şey var, bu ithamlara karşılık “aslında biz öyle değiliz” anlamında savunmalar lüzumsuzdur. Su-i niyetle yol tutan guruhların gürültülerine aklıselim cevaplar düzmek abesle iştigalden gayri bir hal değildir çünkü.
Evlad-ı Osman olan Türkiye’nin yapması gereken iki şey var: Birincisi; savunma araştırmaları yapmak yerine tarihçi akademisyenlerimizin dünyada her kim emperyal bir yol tutmuş, her kim mazlumun sırtından parlak kaldırımlar döşemişse tek tek belleyip bunlar hakkında derinlemesine araştırmalar yapmak, hakim olanın diliyle yazılan tarihi değil, haklı olanın susturulmuş dilindeki tarihi ortaya çıkarmak. İkinci vazife Yüce Meclisimizindir. Maskelenmiş bu pişkin efendilerin kara ve karanlık mazilerini Meclis kararıyla: “Vakti zamanında yaptığınız katliam, sömürü ve sürgünlerle masumların sırtından kendilerinize ihtişam ve şatafat temin ettiniz ama bu haliniz dünyayı daha iyi bir dünya haline getirmedi. Dünyanın istikbali, refah, huzur, adalet ve barışın ilanihaye hakim olabilmesi için bundan böyle adaletten, insan haklarından, paylaşımdan, barıştan, temiz siyasetten yana olduğunuzu dünyaya ve insanlığa ispat ediniz. Mazinizdeki büyük günahlardan ötürü mazlumların nesillerinden af dileyiniz.” şeklinde ifadeler kullanarak kınamalı, lanetlemelidir.
Bırakalım da gerçek manada mazisi kan ve karanlık olanlar debelensin… Kendi ibretlik suretlerinde insaf arasınlar, insan olmanın erdemini keşfetsinler.
Şimdi geçelim bizim efendilere ve sicillerine…
Amerika…
Avrupalı beyaz adamların Amerika macerası daha işin başında felaketle başladı. Kabileler ve aşiretler halinde yaklaşık 2.5 milyon Kızılderili tam bir misafirperverlikle karşıladıkları beyaz adamlar tarafından insanlık tarihinin ilk ciddi soykırımını yaşadı.
1831 Gözyaşı Yolu, Çeroki kampları ve Kızılderili Tehcir Yasası derken 19.yy’dan 20.yy’a sıçrayan yarım milenyumluk soykırım hikayesi ABD tarihinin göbeğine oturmuş durumdadır.
Dünya Savaşında Wilson İlkeleriyle demokrasinin ve barışın temsilcisiymiş gibi başat rol üstlenen ABD, özellikle Hiroşima ve Nagazaki katliamlarından sonra insanlığın kâbusu haline geldi. Girdiği her yerde kan ve gözyaşının gizli kahramanı oldu. Kore, Endonezya, Laos, Kamboçya’da emperyal hesaplar neticesinde milyonlar üstü katliamların aktörlüğüne soyundu. Sadece Vietnam’da kişi başına beş bomba kullandığı istatistikler arasında.
Kendi kıtasında da benzer katliamlara imza atmıştır. Mesela Şili’de, Arjantin’de, Panama’da, Küba’da on binlerce sivil katliamın öznesi olmuştur ABD.
Afrika ve Ortadoğu’da da Libya, Irak, Somali, Angola coğrafyasında milyonlar üzerinde akan kanın müsebbibidir. Örneğin 1991 Irak’ta ABD altı hafta içinde 85 bin ton bomba ile 113 bin sivilin katline imza atmıştır. 1991-1998 arasında açlık ve hastalık nedeniyle çoğu çocuk bir milyona yakın Iraklı hayatını kaybetti. Faili kim; ABD.
Güney Afrika’da uygulanan emperyal ittifak ve organize katliamlar bilhassa araştırma konusu. İrili ufaklı birçok Afrika ülkesi halen IMF eliyle ABD kontrolünde sömürülmektedir.
Keşke her şey bu saydıklarımızla sınırlı olsa… Bunlar ABD’nin kendi cüssesini gösterdiği örneklerden bazıları. Bir de perde arkasından yürüttüğü katliamlar var. Silah tüccarlarıyla, emperyalist hesaplarla taraflar oluşturarak, tarafları birbirine düşürerek, tarafların ellerine silahlar tutuşturarak azmettirdiği katliamlar. Özellikle İslam coğrafyasını hedef alan ve kurguladığı terör maskesiyle İslam’ı özdeşleştirip kendi kulelerini vurdurtup Uzakdoğu’dan Afrika’ya kadar geniş bir yelpazede savaş ve katliamlara gerekçeler oluşturması ve bu yönde neticeler alması ibretlik bir hal.
Rusya…
Çerkes Sürgünü ve soykırımı ile başlayalım söze. 1864’ten sonra başlayan zorunlu göçler neticesinde özellikle Adığeler ve Abhazlar olmak üzere, Kuzey Kafkasya halklarından bir milyonun üzerinde nüfus Osmanlı topraklarına sığınmak mecburiyetinde kalmıştır.
Stalin, Almanlarla işbirliği yaptığını iddia ederek 18 Mayıs 1944’te bir gecede sorgusuz sualsiz yaklaşık 200 bin Kırımlı kardeşlerimizin katliamına imza atmıştır.
Aynı dönemde Kırım Türklerine yönelik zorunlu tehcir uygulanır. Ve hiçbir hazırlığı olmayan, tebligat yapılmayan Kırım Türkleri apar topar nereye götürüldükleri bildirilmeden evlerinden yurtlarından edilirler. İki ay süren bu yolculuklarda on binlerce insanımız hayatlarından olur. Cesetlerini dahi gömmeye müsaade edilmez.
Üniversite yıllarımda Çağdaş Türk Dünyası derslerimizde Fahir Atakoğlu’nun 20.yy Siyasi tarihini incelerken gözlerimiz yaşlı bu konuları işlerdik. İnsanlığın dip yaptığı, vicdanın bedenlerden ve ruhlardan büsbütün göç eylediği böylesi örnekleri gördükçe insanın vahşiliğine, insafsızlığına şahit olmak pek talihsiz bir durumdu.
Benzer zulmü Sovyet Almanları yaşadı. 1941’de Almanlarla işbirliği halinde oldukları yine Stalin tarafından iddia edilerek dalga dalga yaklaşık 1 milyon Sovyet Almanı için ölümcül Sibirya sürgünleri başlamıştır.
Sürgünlere tabi tutulan sadece Kırım Tatarları ve Sovyet Almanları değildi. Çeçenler, İnguşlar, Karaçay Türkleri, Malkar Türkleri, Ahıska Türkleri gibi yaklaşık 1 milyon insan yurtlarından edilmiştir.
Mesele sadece sürgünlerle de sınırlı kalmamıştır. Sürgün sonrasında etnik ve manevi yozlaştırmalarla asli orijinlerinden baskı ve şiddet yoluyla arındırılmaya çalışıldığı, aynı kökten olanların ayrıştırıldığı politikalar planlı bir şekilde uygulanmıştır.
Sürgünler haricinde gerçekleştirilen katliamlarda yaklaşık 5,5 milyon Türk ve Müslüman ile 1940’te Katyn Katliamı ile 22 bin Polonyalı, 1923-33 Holodomor’da uygulanan suni kıtlık sebebiyle takriben 8 milyon Ukraynalı Sovyet Rusya eliyle katledilmişlerdir.
Çin…
Çin emperyal düzenden kendini korumaya çalışan köklü bir devlet olmasına rağmen özellikle komünist rejimine geçtikten sonra yenidünya düzenine çabuk ayak uydurdu.
Daha 1937’de Japonların marifetiyle Nankin katliamını yaşayan ve yaklaşık 350 bin sivilini kaybeden Çin, 1949’da kendisi bu defa katliamın başrolünü üstlenmiştir. 1949’dan bugüne dek uyguladığı asimilasyon ve sindirme politikaları nihayetinde 30 milyonun üzerinde Doğu Türkistanlı kardeşlerimizin katili durumundadır.
Ayrıca Çin’in uyguladığı nüfus planlamasına göre Uygur Türklerinin nüfusu Çin nüfusunun %1,5’unu geçmemesi gerektiği ileri sürülerek zorunlu kürtaja ve mobinge tabi tutulmaktadırlar.
Fransa…
Bugünlerde kaynayan Fransa… Bir vakit Osmanlı dostu bilinen Fransa… Zor gününün fırsatçısı olarak bir Mısır’da bir Cezayir’de Osmanlıyı sırtından vuran Fransa…
Mısır’da tutunamadı, lakin Cezayir Fransız zulmüyle inim inim inledi. 1830’lardan bu güne dek Cezayir’de milyonlarca insanı katleden Fransa özellikle 1954-62 arasında istihbarat örgütü OAS marifetiyle 2 milyona yakın kişiyi katletmiş ve bir o kadar kişiyi de tutsak halde çok ağır işkencelere maruz bırakmıştır.
Benzer hikâyeler Fransız sömürgesi Çad’da, Mozambik’te, Zimbabwe’de, Liberya’da da yaşandı. ABD ile ittifak halinde bölge insanı baskı, katliam ve emperyal politikalarla sindirilmiş, susturulmuştur.
İngiltere…
Hedefe ulaşmak için her çeşit yolu legal gören emperyalizmin kralı İngiltere sayısız acıların mimarıdır. Fakat biz burada bir örnekle yetineceğiz. Yer, Hindistan…
Sömürgeleştirdiği Hindistan’ın sadece toprakları değil, insanları üzerinde de istediği şekilde tasarruf hakkına sahip olduğu kanaatindedir İngiltere.
Tarihler 13 Nisan 1919’i gösterirken Hindistan’ın Amritsar şehrinde protesto gösterisi yapan 10 bin kişi üzerine İngiliz generalinin emriyle serbest ateş edilerek katliam gerçekleştirilmiştir. Trajikomik olan yönü ise emri veren general katliamın müsebbibi olarak birkaç Hintliyi gösterip infaz ettirmesi ve bir adım daha gidelim, sembolik mahkemede katil general pişkin ifadelerine rağmen aklanmıştır.
Almanya…
Beşi Bir Yerde’nin dışında kalmış olsa da savaş, sürgün, katliam dendiğinde Almanya’nın bahsi geçmiyorsa mesele eksik kalır.
Nazi Almanya’sının hüküm sürdüğü topraklarda yaşayan yaklaşık 6 milyon Yahudi ve Sovyet tutsaklar, Polonyalılar ve eşcinsellerle birlikte takribi 11 milyon insan Holokost katliamı ile yok edildiler. Ki bu katliam yakın tarihin belki de en meşhur katliamıdır. Bu rakamı 35 milyona kadar çıkartan kaynaklar da mevcuttur. Birçok filme de konu olan bu katliamın yöntemleri de akıl sınırlarını zorlar niteliktedir.
Cumhurbaşkanımızın da geçenlerde dillendirdiği Namibya Soykırımı, 1904-1907 yıllarında 20.yy’ın ilk soykırımı zehirleme yöntemiyle gerçekleştirilen çok dramatik ve insafsız bir katliamdır. Alman sömürgesine isyan eden Namibya halkı aileleriyle birlikte Alman generalinin emriyle Omaheke Çölüne sürüldü. Çöl yolunda zehirlenen içme suları kullandırılarak toplu katliamlara neden oldular. Bunun dışında sulardan içmeyip hayatta kalmak isteyenlerin önemli bir kısmı ise silahlarla katledildiler. Böylece Namibya nüfusunun %70’ine yakını katliamlar yoluyla yok edilmiş oldu.
Netice…
İçinizi, ruhunuzu kararttığım için özür dilerim. Lakin insaflıyım, bu okuduklarınız devede kulak…
Yukarıda bahsi geçen devletler ve mazilerindeki karanlık dosyalar sadece birkaç örnekten ve özetten ibarettir. Tarihi güçlüler yazdığı ve öğrettiği için bu türden meselelerin iç yüzlerin pek bilmeyiz.
Örnekleri gördünüz… İşledikleri cinayetler öyle üç beş kişi filan değil… Sadece bu yazımızdaki örneklerin toplamı 100 milyonu aşkın katliamı kapsıyor.
Kendi varlıklarını her daim barış, adalet ve demokrasi gibi maskelerle tanımlasalar da her defasında tecrübe edilmiştir ki bir yerde bu efendilerden birinin adı geçiyorsa orada kan vardır, sömürü vardır, kaos vardır, kirli para ve ticaret vardır.
Keşke yukarıda bahsi geçen devletler gerçek manada adaletin, demokrasinin, barışın timsali olsalardı da keşke yaşanan onca insanlık dışı, insaf dışı zulümler hadiseler hiç yaşanmamış olsaydı ve bizler şimdi bu efendileri başımızın tacı eyleseydik…
Yine de eyledik ama en azından başımızda duran tacın ne olduğunu bilelim. Bilmezsek her daim tacın adamı olmaya mahkûm kalırız.
Allah’ın nusret eli üzerimizden eksik olmasın…