ESED-ŞAH-MAT!
Geçen hafta yanlış hesap Brüksel’den döndü. Avrupa Parlamentosu Sosyalist Gurup Başkanı Swoboda, “Erdoğan’ı caniyle bir tutan anlayışı” kapının eşiğinde bıraktırdı.
Tamam, Sayın Kılıçdaroğlu’na yapılanlar nahoş bir durumdu. Ancak ülkeyi yönetmeye talip bir genel başkanın devletini şikâyet etmesi de hiç ama hiç hoş olmasa gerek!
Kendi ülkesini şikâyet eden biri, karşı tarafı da cesaretlendirdi ve olan oldu…
CHP Genel Başkanı'nın düştüğü bu duruma “Oh olsun” diyenlerin tavrını da doğrusu abartılı buluyorum. Neticede CHP, bu toprakların bir değeridir. Bu topraklara mal olmuş bütün değerler, bizim öz varlığımızı oluşturur. Yeri geldi mi CHP’li yeri geldi mi MHP’li veya BDP’li olmak gibi bir zaruret doğabilir. Bu bağlamda “solculuğu, milliyetçiliği, İslamcılığı” kimseye bırakacak değiliz…
Yeri geldiğinde vatan toprağına dönmeleri hususunda Nazım’a da sahip çıkarız, Sultan Vahdettin’ine de!
“Zalimi bile gavurun vicdanına havale etmeyecek kadar onurlu olmak” durumundayız. Zira biz Osmanlıyız. yeri geldiğinde köpeğimize dahi sahip çıkmak zorundayız. Cezası görülecekse kendi elimizle bu cezayı vermeliyiz. Biz, eşiğimizdekine sahip çıkmazsak elin gâvuru sahip çıkar ve üzerimize musallat eder.
Gelelim Suriye odaklı ana konumuza;
Suriye’de yeni gelişmeler var. Daha doğrusu var olan gerçekler gün yüzüne çıkıyor. Lübnan Hizbullah’ı “Suriye’deki muhaliflerle topyekûn savaşmak için Ali Hamaneyn’den emir bekliyoruz” diyor. Neymiş efendim; Şam düşerse Kudüs’te düşermiş…
Gardaş, Kudüs şu anda kimlerin elinde?
İran, Suriye konusunda barışa katkı sunacağına, savaş için gün sayıyor, şartların olgunlaşmasını bekliyor!
Öte yandan Türkiye, Suriye’ye ta başından beri barışa, huzura dönük telkinlerde bulunuyor, nasihatler çekiyor. En son Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, Hafız Esed’in Suriye’de kalabileceğini garanti ediyor. Bunun diplomatik dilde manası “Suriye’de kalma imkânı bulamazsan bile Türkiye’de kalabilirsin” demektir. Türkiye, yeter ki Suriye'de akan kan dursun çabasında…
Yine İran, “Suriye ile Türkiye arasında fili bir savaş varmış gibi gösterip, iki devlet arasında aracılık yapmaya hazır olduklarını” söylüyor. Pişkinliğin bu kadarına da pes doğrusu!
Almış Çin’i ve Rusya’yı arkasına ve “Esed düşse de Baas yönetimi devam etmeli” diyor. Bir de "biz Esed yanlısı değiliz, ABD ve İsrail'e karşı Suriye'nin yanında yer alıyoruz" demeleri yok mu, Türkiye bu dansözlüğü beceremiyor işte...
Filistin davasını örnek gösterip İran’ı mazlum gösterenlere bir çift lafımız var. Bir kere İran’ın varlığı İsrail düşmanlığı üzerinden Filistin davasını kullanmasıdır. Zira İran, Filistin dışında hiçbir antiemperyalist duruşunu görmemiz mümkün değildir. Yakın geçmişte Kosova’da, Bosna’da, Çeçenistan’da İran’ın Müslümanların cihadına destek verdiğine şahit oldunuz mu? Hayır…
İran, Afgan cihadına niye destek olmadı. Doğru, orda da Amerika vardı. ABD, iki kutuplu bir dünyada Rusya’ya karşı Afgan cihadını destekledi. ABD’nin Afgan cihadını destekliyor olması, bizi Rusya yanlısı mı yapmalı, böyle bir mantık olur mu?
O zaman soruyoruz; İran, neden ABD’nin Irak işgalinde Saddam’ın yanında yer almadı da ABD’ye eyvallah çekti, Irak’ta emperyalizm yok muydu?
Tamam, Saddam zalimdi, halkına zulmetti, doğru! Saddam halkına zulmetti de Esed halkına gül mü dağıtıyor, Irakta ki tavrınla Suriye’deki tavrın niçin taban tabana zıt!
Saddam idam edilirken; “birlik içinde kalın, İran’a güvenmeyin” sözleri kulaklarımda çınlıyor. İdam sehpasında olan bir insan ancak bu kadar gerçekçi olabilirdi. Onu idam edenlerin Şii intikam tugayı olduğunu söylememize gerek var mı? Saddam öyle dedi diye biz Saddam’ı baş tacı edecek değiliz. Ancak hakikat şu anda zahir olmuştur. İran’ın Bağdat merkezli Şii yapılanması Saddam’ın son sözlerini teyit etmiyor mu?
“Suriye’de İsrail ve ABD vardır, emperyalizm var, bu bir Amerikan Projesidir” diyenlere soruyoruz; Esed’in yanında kimler var? Rusya ve Çin...
Peki Suriye'nin yanında yer alanlar kimin projesiyle hareket ediyorlar?
Çin’i ve Rusya’yı tanımasaydık bize antiemperyalist diye yutturacaklar! Yok, yok biri ötekinden farkı…
Rusya, ABD ve Batı’ya karşı “enerji imparatorluğu kurmak ve korumak” adına İran’ı sonuna kadar Türkiye’ye karşı kullanacaktır. Türkiye böyle bir durumda ABD’nin menfaatleri var diye Rusya’ya boyun mu eğsin?
Türkiye güç dengelerini gözetmek, diplomatik imkânlarını sonuna kadar kullanmak durumundadır. Daha doğrusu Türkiye, var olan küresel güçler karşısında “edilgen bir yapı içinde etken bir siyaset güderek” bu diplomatik savaşta manevra alanı oluşturuyor. Ülkesini mezhep savaşına sürüklememek için uluslar arası güçlerin gazına da gelmiyor. Kardeşkanı dökülmemesi için hem içte hem de dışta savaş çığırtkanlarına karşı direniyor. Devletin yaptığı budur…
“İsrail Suriye’yi bombalıyor ve biz İsrail’in yanında mı duralım” diyenlere;
İsrail, Suriye’de muhtemel olan Müslüman Kardeşler iktidarı tehlikesine karşı kendi güvenliğini sağlama peşindedir. İsrail, Suriye’de güvenlik koridoru, tampon bölge oluşturmanın altyapısını hazırlıyor…
Şimdi Türkiye’deki “İrancılara” sormak lazım; İran’ın bu mezhep diplomasisi üzerinden yürüttüğü savaşı göremiyor musunuz?
Göremeyenler var. MHP’nin bu “anti milli” duruşuna şaş kalıyorum. CHP’ye de şunu söylüyoruz. Daha doğrusu şunu merak ediyoruz; CHP içinde hiçbir zaman “ulusalcı ve yenilikçi kanat” uzlaşmazken, ne oluyor da Suriye konusunda hemfikir olabiliyorlar?
İnsanın aklına acaba “CHP’nin içindeki yenilikçi kanadın mezhepsel duruşlarının ağırlıkta olmasından mı kaynaklanıyor” diye sorası geliyor?
Suriye’de akan kanların faturasını Tayyip Erdoğan’a kesmek, uluslararası arenada Türkiye’nin elini zayıflatmak, vebali ağır olacak bir yaklaşımdır.
Suriye, eninde sonunda “şah-mat” olacak, ama CHP bu vebalin altında kalır, bizden söylemesi!