Hiçbir günah insanı dinden çıkartmaz
Dinde kesin sâbit olan hükümleri kabul etmekle birlikte, bunların herhangi birini ortadan kaldırma sonucunu doğurmayan yorumları benimseyenler kâfir sayılamaz. Sadece İslâm’ın dosdoğru yolundan sapmış “Fırak-ı Dâlle” olarak isimlendirilirler. Zira hiçbir günahın kişiyi dinden çıkartmayacağı ayet ve hadislerle açıkça ifade edilmiştir.
İtikatla ilgili bilinmesi gerekenleri soru-cevap şeklinde geçen yazımızda açıklamaya başlamıştık. Bu yazımızda da Ehl-i Bidat’ın neler yaptığını ve îtikadi yönden durumunu ele alacağız.
SORU: Ehl-i Bidat’ı Ehl-i Sünnet’ten ayıran temel özellikler nelerdir?
CEVAP: Bu özellikleri aşağıdaki ana noktalarda toplamak mümkündür:
1) Nasların (âyet ve hadislerin) ruhuna ve İslâm’ın temel yönelişlerine vakıf olmamak.
Nitekim Mutezile’nin, mürtekib-i kebîre (büyük günah işleyen bir kimse)yi
ne mümin ne de kâfir saymaları bu
kabildendir.
YANLIŞ VE UZAK YORUM
Hâlbuki birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerde hiçbir günahın insanı dinden çıkartmayacağı açıkça belirtilmiştir.
2) Yabancı kültürlerin etkisi altında kalıp âyet ve hadisleri uzak yorumlarla tevil etmek.
Sapık Mutezile fırkasının:
“O gün bir takım yüzler aydındır. Rabbisine bakıcıdır” (Kıyâmet Sûresi:22-23) âyet-i kerîmelerini: “Rablerinin emrini bekleyicidirler” diye tevil etmeleri son derece yanlıştır ve uzak bir yorumdur.
3) Kur’ân-ı Kerîm’in kendisine has üslup ve Arap dilinin ifade özelliklerine bakmaksızın bazı âyetlerin ve hadislerin zâhirine takılıp kalmak.
Yine aynı fırkanın:
“Gözler O’nu idrak edemez” (En‛âm Sûresi:103’den) âyet-i kerîmesini: “Gözler Allâh-u Teâlâ’yı göremez” diye tefsir etmeleri, Arap dilinin özelliklerini gözardı etmelerindendir.
Zira idrak, anlamak ve kavramak manalarına gelmektedir ki, burada Allâh-u Teâlâ’nın öz Zâtı’nın kimse tarafından idrak edilemeyeceği, tam manasıyla anlaşılamayacağı, gören göz tarafından kuşatılamayacağı açıklanmak istenmiştir.
Yoksa şekilsiz, örneksiz ve idraksiz bir görme reddedilmemiştir. Aksine birçok âyet ve hadislerde bu husus ispat edilmiştir.
4) Âyet ve hadislerin yorumlanmasında peşin ve indî (şahsî) görüşleri, âyet ve hadislerin murat (kastedilen) manalarına hâkim kılmak.
İbni Teymiyye ve sapık yandaşlarının:
“Rahman Arş’ın üzerine istivâ etti” (Tâhâ Sûresi:5) âyet-i celîlesine: “Rahman Arş’ın üzerine oturdu” diye mana vermeleri ve birçok hadîs-i şerîflerde: “Allâh-u Teâlâ’nın nüzûlü” ile ilgili geçen ifadeleri, bildiğimiz manada inmekle tefsir etmeleri, âyet ve hadislerden kastedilen manaları anlamamazlıktan gelmektir. (Zâhidü’l-Kevserî, el-Mekālât, Fitenü’l-Mücessime, sh:397)
EHL-İ SÜNNETE UYMAZ
Zira burada anlatılmak istenen, Allâh-u Teâlâ’nın Zâtına layık bir istivâ ile Arş’a hükmetmesidir.
Oturmak, kalkmak, inmek, çıkmak gibi işler ise sonradan yaratılanlara mahsus olduğundan:
“O’nun (Allâh-u Teâlâ’nın) benzeri hiçbir şey yoktur” (Şûrâ Sûresi:11) âyet-i kerîmesiyle Allâh-u Teâlâ’dan uzak tutulmuştur.
Yine böylece zamanımızda bulunan bazı kimselerin, Mehdi ve Deccal ile ilgili hadîs-i şerifleri kendi görüşlerine göre yorumlamaları, gerçek Mehdi ile hiç alakası olmayan kimseleri Mehdi ilan edip, hakiki Deccal’dan çok uzak olanları
Deccallıkla vasıflamaları, Ehl-i Sünnet’in görüşlerine hiç uymamaktadır.
Evet! Hazreti Mehdi’den evvel onun öncüsü olmak üzere bir takım Mehdi denebilecek âlimler, Deccal’dan önce
de onun hazırlıkçısı olan Deccalların çıkacağı hadîs-i şerîflerde zikredilmiştir.
Fakat gerçek Mehdi’nin kıyamete yakın çıkacağı, hakiki Deccal ile savaşacağı ve Îsâ (Aleyhisselâm)ın ona yardım etmek üzere gökten ineceği hakkında, inkârı insanı kâfir edecek derecede katî ve mütevâtir hadîs-i şerîfler bulunmaktadır ki, biz bunların bir kısmını “Nüzül-ü Mesîh” isimli (5 numaralı) risalemizde açıklamışızdır.
Bu sapıkların iddiasına göre ise Mehdi de, Deccal da gelmiş geçmiş, fakat ne Îsâ (Aleyhisselâm) inmiş, ne de kıyamet kopmuştur.
İYİ NİYETLİ DEĞİLLER
5) İslâm’ın ilk neslini oluşturan ve onu her yönüyle sonraki nesillere aktaran ashâb-ı kirâm (Radıyallâhu Anhüm)e karşı iyi niyetli olmamak.
Onların, özellikle dini ilgilendiren rivayet, anlayış ve uygulamalarına değer vermeyip, kendi şahsî yorumlarını onların üstünde tutmak.
EN GÜZEL ÖRNEK
Nitekim Şîa fırkasının Ebû Bekr, Ömer ve Osman (Radıyallâhu Anhüm) hazarâtını sevmemeleri, Hazreti Muâviye ve onunla birlikte bulunan on bin sahâbîyi kâfir saymaları ve onların dînî hükümlerle ilgili rivayetlerini reddetmeleri bu maddenin en güzel örneğidir.
Yine aynı fırkanın, çıplak ayağa meshetmeyi ve Müta nikâhını kabul etmeleri, sahabenin nakil ve tatbiklerine itibar etmeyip kendi yorumlarını onlara tercih ettiklerinin göstergesidir.
6) Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in kavlî, fiilî ve takrîrî sünnetine karşı menfi (olumsuz) bir tavır takınmak.
HAFİFE ALIYORLAR
Nitekim bazı kimselerin Rasûlüllâh (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in emrettiği ve tatbik ettiği sakal ve sarık gibi önemli sünnetleri kabul etmedikleri ve daha nice sünnetleri hafife alıp reddettikleri görülmektedir.
7) Kur’an ve İslâm’ın temel prensipleriyle bağdaştığı halde kendi görüşleriyle bağdaştıramadıkları bazı hadîs-i
şerifleri mütevâtir olmadıkları gerekçesiyle reddetmek.
Nitekim Şîa mezhebi Ebû Bekr ile Ömer (Radıyallâhu Anhümâ)nın fazileti hakkındaki birçok hadîs-i şerîfleri inkâr etmektedirler.
8) Kendi mezhep anlayışlarını desteklemek amacıyla hadis uydurmak veya bu tür hadisleri rivayet etmek.
Mesela Şîa mezhebi, halifeliğin Ebû Bekr (Radıyallâhu Anh)dan evvel Ali (Radıyallâhu Anh)a ait olduğu hususunda bir çok hadis uydurmuşlardır.
Nitekim Ali el-Karî (Rahimehullâh) Şîa’nın Ehl-i Beyt’in fazileti hakkında üç yüz bin hadis uydurduklarını nakletmiştir. (Ali el-Kārî, el-Esrâru’l-Merfû‛a, sh:454)
UÇURUMA DÜŞTÜLER
9) Ashâb-ı kirâmdan itibaren oluşan cumhûr-u Müslimînin (Müslümanların çoğunluğunun) din anlayışından kopup ayrılmak, azınlık hâlet-i rûhiyesi içerisinde karşı grupları küfür (kâfirlik)le itham etmek (suçlamak).
Nitekim günümüzdeki Vehhâbî fırkası, Mâtürîdî ve Eşarî gibi Ehl-i Sünnet’in temsilcilerini ve mensuplarını kâfir sayarak bu vartaya (uçuruma) düşmüşlerdir.
10) Dinin temel hükümlerini, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîflerin ruhundan ve cumhûr-u ulemânın görüşlerinden kopararak, sürekli tartışmaya açık tutmak.
Şimdi bir takım sapıklar türemiş, Vakfe’nin Arefe günü olması gerektiği ile ilgili sağlam hadîs-i şerîfler ve cumhûrun ittifakı varken Vakfe’nin hac aylarının herhangi bir gününde yapılabileceğini söyleyecek kadar ileri
gitmişlerdir.
SORU: Ehl-i Bidat’ın îtikad yönünden hükmü nedir?
CEVAP: Zarûrât-ı Dîniyye’yi (dinde kesin sâbit olan hükümleri) kabul etmekle birlikte, bunların herhangi birini ortadan kaldırma sonucunu doğurmayan yorumları benimseyenler küfre nisbet edilemez (kâfir sayılamaz). Sadece İslâm’ın dosdoğru yolundan sapmış “Fırak-ı Dâlle” olarak isimlendirilirler. (İmâm-ı Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, 1/203)
HİÇ ŞÜPHE YOK
Burayı şöyle bir misalle açıklayalım; Şîa mezhebinden Ebû Bekr es-Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın sahabeliğini inkâr edenler veya Âişe (Radıyallâhu Anhâ)ya iftira edenler kâfir olurlar.
Zira Sıddîk (Radıyallâhu Anh)ın sahabeliği ve Âişe (Radıyallâhu Anhâ) anamızın beraati (zinadan uzaklığı) Kur’ân-ı Kerîm ile sâbittir.
Fakat bu gibi kesin hükümleri kabul edip de Ali (Radıyallâhu Anh)ın diğer halifelerden üstün olduğunu iddia edenler ve onları sevmeyenler kâfir sayılmasalar da sapık olduklarında hiç şüphe yoktur.
Ayet-i Kerime
“Eğer Allah seni bir zarar uğratırsa, onu kendisinden başka giderecek yoktur.
Ve eğer sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz O her şeye kadirdir.” (En’âm, 17)
Hadis-i Şerif
Bismillâh! Allâh’a tevekkül ettim. Allâh’ım! Dalâlete düşmekten ve başkaları tarafından dalâlete sürüklenmekten, kaymaktan ve kaydırılmaktan, haksızlık yapmaktan ve haksızlığa uğramaktan, câhilce davranmaktan ve câhillerin davranışlarına muhâtap olmaktan Sana sığınırım.”
(Ebû Dâvûd, Edeb, 102-103/5094; Tirmizî, Deavât, 35)
Alimlerden Öğütler
“Allah’tan (C.C) başka ilah yoktur” dediğinde bir dava peşine düştün demektir. Her davada şahit isterler, şahidi olmayan davasını kaybeder. Ayrıca bu uğurda gelecek her türlü sıkıntıya göğüs gerip, sabır göstermek de birer şahid sayılır. Bunları yaparken ihlaslı olmak gerekir. (Abdulkadir-i Geylani Hazretleri)