Hz. Peygamber ve öncü kuşağın tarih-kurucu rolü
Hz. Peygamber’i (sav) nasıl anlayabileceğimiz meselesi üzerinde kafa patlatmaya devam ediyoruz bu yazıda da. Bu kez Hz. Peygamber’in tarih-kurucu rolüne, konumuna, yer’ine dikkat çekmek niyetindeyim.
Kur’ân-ı Kerîm’de Allah Teâlâ, Allah’a ve Resûlü’ne itaat vurgusu yapar. Bu vurgu, meselenin püf noktasıdır. Bu vurgu, Hz. Peygamber’in konumu ile Allah’ın konumunu eşitlemez -hâşâ! Öyle şey olur mu! Allah’a ve Resûl’üne itaat vurgusu, peygamberimizin ilâhî bir tabiata sahip olduğuna dikkat çekmek için değil, onun konumunun akîdevî boyutuna dikkat çekmek için yapılmıştır. İslâm’ın en güçlü olduğu yer, akîdesinin sade, sarih ve muhkem olmasıdır. Yaratıcı olarak Allah’ın konumu ile peygamberler dâhil bütün yaratılanların konumu apaşikâr bir şekilde birbirinden ayrılmış, bunun altı her fırsatta özenle çizilmiştir,
Allah’a ve Resûlü’ne itaat meselesi, ilâhî bir konuma değil, akîdevî bir duruma işaret eder. Hz. Peygamber’e itaat meselesi, bir iman meselesidir. Hz. Peygamber’in fiilleri, Allah’ın emirlerinin hayata geçirilmesi, ete kemiğe büründürülmesidir. Burada Müslümanların üzerinde kafa yormaları gereken mesele, Hz. Peygamber’in fiillerinin teker teker neler olduğunu tespit etmek ve bunları hayatlarına tatbik etmek meselesi değildir. Mesele, mâhiyetle ilgili değil keyfiyetle ilgilidir. Hz. Peygmaber’in fiillerinin ne, neler olduğu meselesi değil, Hz. Peygamber’in Allah’ın emirleri olan bu fiileri nasıl hayata geçirdiği meselesidir. Mevzû Kur’ân-ı Kerîm olunca, mesele asıl meselesidir, ama mevzû Hz. Peygamber olunca, mesele asıl meselesi değil usûl meseledir. Ontolojik bir meseledir. Mesele konu meselesi değil, konum meselesidir. Ne sorunu değil, nasıl sorunudur.
Hz. Peygamber’in vazifesi vahyi getirmekten ibaret değildir ve vahyi getirince bitmemiştir; aksine, vahyi getirince başlamıştır: O gelen vahyin nasıl hayata geçirilebileceği, nasıl hayatımız hâline getirilebileceği meselesi, asıl vazifesidir. Başka bir ifadeyle, Hz. Peygamber’in asıl vazifesi vahyi getirmek değil, vahyi hayat hâline getirmektir. Sadece temsiliyet değil aynı zamanda teslimiyet’tir. Teslimiyet’in (kulluğun) nasıl gerçekleştirilebileceğini ve tarihe nakşedilebileceğini göstermektir.
Hz. Peygamber hem insan yetiştirdi, hem hayat ve dünya inşa etti. Hâl böyle olunca, Hz. Peygamber’in hem insan modeli geliştiren, o insan modelinin nasıl hayata geçirilebileceğini gösteren insan-yetiştirici hem de tarihin nasıl yapılabileceğini gözler önüne seren tarih-kurucu bir rolü, konumu ve işlevi var.
Hz. Peygamber bir kuşaklık zaman dilimi içinde tarihin akışını değiştirdi.
Hz. Peygamber bu açıdan milattır her alanda. Bir Hz. Peygamber’den öncesi vardır, bir de Hz. Peygamber’den sonrası.
Müslümanların yaptıkları her işte milat olmalıdır bu durum.
Onun yapıp ettiği her şey, örnektir bizim için.
Yeni dünya tarihi Hz. Peygamber’le başlar. Hz. Peygamber hem pagan klasik dünyaya hem de paganlaştırılan dinlerin dayanaksız ve dayanaksız olduğu için de dayanıksız dünyasına son veren yeni bir dönemin başlatıcısıdır. İnsanlık tarihinde yeni dünya tarihinin de miladıdır Hz. Peygamber.
Burada “modern tarih” kavramını kullanmadım özellikle. Çünkü “modern tarih” diye bir şey yok gerçekte. “Modern tarih” olarak adlandırılan tarih, paganizmin, klasik Grek ve Roma dünyasının yeniden icadıdır. Modernlik bu açıdan milat olacak yenidir tarihin başlangıcı değildir.
Gerçek anlamda yeni, İslâm’dır: Hem pagan tasavvurlara hem de paganlaştırılan din kökenli geleneklere darbe vuran, başkaldıran yegâne kaynak İslâm’dır.
Bu anlamda da tarihin akışını değiştirdi Hz. Peygamber. Modernlerin kendilerini yeni, modernliği yenilik olarak yutturmaları hem göz boyamaktan hem de kamuflajdan ibarettir.
Bu konu tartışılması gereken çok velûd bir konu. Başka yazılarda ele almak niyetindeyim.
Burada Hz. Peygamber’in bir kuşaklık zaman dilimi içinde tarihin akışını değiştirmesinin bizim için ne anlam ifade ettiği meselesine mim koymak istiyorum.
Bu şu demek bizim için: Bir kuşaklık bir zaman dilimi içinde insanmış ve adanmış blr öncü kuşak tarihin akışını değiştirebilir. Sağına sadakat timsali Hz. Ebubekir’i, soluna adalet timsali Hz.Ömer’i, önüne ahlâk timsali Hz. Osman’ı ve nihayet arkasına basiret timsali Hz. Ali’yi alan bir kişi, lider, öncü sağına ve soluna bakmadan dörtnala koşturabilir…
Bütün mesele işte o inanmış ve adanmış öncü kuşağı yetiştirebilmekte…
Vesselâm.