Nasıl barış
Eğer ortada bir belirsizlik varsa, o belirsizlikten yararlanan biri de vardır.
Her ilkenin, her olayın, her lafın kayganlaştığı, somut gerçeklerin hep kenara itildiği, belirsizliğin baştacı yapıldığı bir dönemden geçiyoruz.
Gölgeli bir belirsizliğin içinde her şey şeklini kaybediyor.
Bize “demokrasi ve barış” sözü verildi bu iktidar tarafından.
Üstelik defalarca söz verildi.
Bugün bile söz vermeyi sürdürüyorlar.
Ama kendi söylediklerini, kendi vaatlerini kendileri hemen yalanlıyor.
Bu iktidarın hangi sözüne güvenilebileceğini tam bilemiyoruz.
Üstelik bu kayganlığı, belirsizliği, kendi kendini sürekli tekzip etmeyi “başarı” gibi göstermeye çalışan geniş bir gazeteci grubu var ellerinin altında.
Hiç sorgulamıyorlar.
Sorgulayanlardan hiç hoşlanmıyorlar.
Başbakan dün “özgürlüklerin sınırı olduğunu” söyledi.
Nedir o sınırlar, o sınırları kim belirler?
Bu iki soru, Avrupa Birliği’nin ilerleme raporunun iktidar partisinin komisyon başkanları tarafından çöpe atıldığı bir dönemde çok önem kazanıyor.
Çünkü demokrasinin kurallarını belirleyen, özgürlüklere çok geniş bir alan tanıyıp, onun sınırlarını da “keskin” bir şekilde çizen AB’nin “ölçülerinden” vazgeçtiğinizde demokrasinin ve özgürlüğün “evrensel tanımından” da vazgeçiyorsunuz.
O zaman, nasıl bir demokrasiden, nasıl bir özgürlükten bahsediyor iktidarın yöneticileri?
Avrupa Birliği’ne üyeliğini ciddiye aldıklarında onların “ölçülerini ve sınırlarını” biliyorduk, AB’nin kriterleri bunları net biçimde gösteriyordu.
O kriterleri çöpe attıkları andan itibaren ortada bir ölçü kalmadı.
Demokrasinin ve özgürlüklerin tarifini yapmıyorlar.