SİYASAL MÜTABAKATI TESİS EDİN!
Efendim TBMM Başkanı Cemil Çiçek, PKK ve onun cürümlerine karşı “ulusal mutabakat şart” diyor, eyvallah…
“Ulusal mutabakat şarttır” derken nasıl anlamamız gerekiyor?
Bir tespiti yaparken anlaşılanın tersi çok önemli! “Bu topraklarda böyle bir mutabakat yok ve bu mutabakat bir an önce tesis edilmelidir” diye mi anlamamız gerekir?
Öyle ya, mantık kuralı olarak söylenen sözün mefhumu muhalifi(anlaşılanın tersi) “ulusal mutabakatın olmadığı” şeklindedir. Peki, bu mutabakat yoksa bu mutabakatı kim sağlayacak?
Başörtüsü meselesinde de benzer bir yaklaşımla “kamusal alan” dayatması vardı. Yasakçılığı meşru gösteren CHP’nin “toplumsal mutabakat” önerisini hatırlayalım! Daha sonra aynı CHP, toplumun zaten mutabık olduğu başörtüsü yasağının kaldırılmasına “zımnen destek vererek” üniversitelerde sorun ortadan kalktı.
Demek ki “ulusal mutabakatın yolu siyasal mutabakattan geçiyormuş” denebilir…
Terör konusunda Millet her daim mutabakat halindedir. Mutabık olmayan biri varsa; o da siyasilerimizdir. Milli meselelerde iktidar ile muhalefetin her fırsatta didişmişlerdir.
Özellikle milli konularda bir mutabakat olacaksa, bu mutabakat, parti liderleri ekseninde “siyasal mutabakat” şeklinde olmalıdır. Böyle bir mutabakat toplumun bütün katmanlarına da yansıyacaktır.
Bu topraklar ulusal mutabakatımızın ortak paydasıdır; zira bu topraklar bizim için varlık sebebimiz! Ama aynı şekilde bu topraklara göz koyanlarda var! Durum böyle olunca; bizim dışımızdakilerin bizi rahat bırakacaklarını sanmıyorum: çünkü;
Türkiye; medeniyetlerin beşiğidir…
Türkiye; tarihi geçmişi ile potansiyel güçtür…
Türkiye; sıcak denizlere açılan kapıdır…
Türkiye; transatlantik güç dengesinin öngörüsündeki ileri karakoldur…
Türkiye; birilerine göre “vaat edilmiş ve kaybedilmiş topraklar” hüviyetindedir…
Türkiye; yer altı ve yerüstü zenginliği ile iştah kabartmaktadır…
Türkiye; kıtaları birbirine bağlayan stratejik konuma sahiptir…
Sizce; böyle bir ülkeyi rahat bırakırlar mı, ne dersiniz?
Bırakmazlar…
Türkiye’nin dünya devletleri arasındaki önemini kavrayabilmek için “uluslararası stratejik araştırmalar uzmanı olmak” gerekmiyor. Türkiye daima küresel emperyalizmin iştahını kabartan ülke konumundadır ve akliselim kişilerce bilinir.
Millet olarak bu toprakların ne derece öneme haiz olduğunun bilincindeyiz. Çanakkale gibi bir “laboratuarımız” var. Buradan elde ettiğimiz sonuçlar var. Burada bu milletin ve devletin ihtiyacı olan “ruh kökenimizin mutabakatı” var. Bu ruhu diriltebiliyor muyuz, bütün mesele bu!
Bazı aydın ve idarecilerimiz, geri kalmışlığın faturasını İslam’a keserek Batı’nın sanayideki inkişafını yakalamak adına körü körüne kültür taklitçiliğine soyundular. Hatta bu uğurda “nesli ıslah etmek adına Batı’dan damızlık erkek ithal etmeyi” bile düşünen uç “aydıncıklar” türedi, maalesef…
Hâsılı; içte ve dışta dirliğimizi ve birliğimizi sağlamak adına; “ağır sanayi, savunma sanayi ve savunma stratejileri geliştirilmesi”, milli meselelerde iktidar ile muhalefet arasında mutabakat sağlanması, “Çanakkale ruhunun” diriltmesi vs. gerekirken, uzun yıllar “kendi insanın değer yargılarına yabancılaşan, milli değerlerimize bariyerler koyan” yönetim ve aydınlar zümresi olmuştur. Bu zümrenin yaptıkları her şeyi “devlete kutsallık atfederek” yapmaları da ilginç!
Bu milletin öz evlatları “öz yurtlarında yabancı muamelesi” görmüştür…
“İşgal kuvvetlerinin yapamadıklarını” bu millete reva görülmüştür…
Zaman zaman “dini siyasete alet etmek” gibi uyduruk yaklaşımlarla sanki “inkişafımıza mani olan başörtüsüymüş” gibi inançlı kesime gerici(mürteci) damgası vurulmuştur. Çok şükür artık bunlar demode oldu…
Bütün bunları sinemize hapsedip yutkunamayız. Kendimizi özeleştiriye tabi tutmalıyız. Bu topraklarda buna benzer nice operasyonel yaklaşımlar olmuştur. Mesela;
Devlet; “kendi halkını fişleyen bir muhaberat anlayışı” ile yönetilmiştir. Bu Milletin içine “sağcılık-solculuk” hastalığı sokularak tarihine ve özüne yabancılaştırılmaya çalışılmış, çeşitli yasaklar ihdas ederek milletin enerjisi tüketilmiş, ihtilallar yaparak devlet ve millet on yıllarca geri bırakılmıştır. Daha ne denebilir ki!
Memleket güllük gülistan, asayiş berkemal, her şey tamam! Yok, yok böyle bir şey! Temenni etmemekle beraber, bu topraklarda böyle bir tabloyu uzun zaman göremeyeceğimizi düşünüyorum. Bunu “karamsarlık” adına söylemiyorum, inanan insan hiçbir şarta ümidini kesmez, ancak görünen bu! Zira sorunlar her ne kadar içte cereyan etse de, dış kaynaklıdır. Bu gün PKK denilen illeti bitirirsiniz, yarın dış güçler başka şeyleri musallat ederler. Dün ASALA terörü vardı, bu gün PKK…
Hâsılı, bu günlerde “ulusal mutabakat” söylemleri retorikten öteye anlam ifade etmemeye başladı. Dedik ya; milli meselelerde siyasal rekabeti bir kenara koyup, bu milletin birliği ve dirliğinin yegane çözümü olan “din” ile barışıp, “ulusal mutabakatın yolu siyasal mutabakattan geçer” anlayışını hâkim kılmak, liderlerin işidir. Türkiye’de siyasal mutabakatların tamamında(koalisyon hükümetleri dâhil) toplusal dönüşüme katkısı olmuştur. Siz tepede mutabık olursanız bu halk size tabi olur, endişeniz olmasın. Halk, zaten milli konularda devletine, devlet ricaline tabidir. Selam ve dua ile.