Vakit sadece yazmıyor, aynı zamanda yaşıyor!
Hemen her hafta olduğu gibi, geçen hafta da, “medya”nın gündeminde “Kozmik odalardaki aramalar” vardı... Kimi çevreler, “devlet sırrı” olduğu gerekçesiyle bu aramalara karşı çıkarken, kimi çevreler de; “O odalarda devlet sırrı varsa, aramayı yapan hakimin de devletin hakimi olduğu unutulmamalı...
Devletin hakimi için, hiç devlet sırrı olur mu?” diyerek “kozmik odalardaki aramalara” destek verdiler... Tabiî, bu arada, “hakimin takip edilmesi” meselesi de, geçen haftanın gündemine bomba gibi düştü... Olayı biliyorsunuz... “Genelkurmay’ın resmî açıklaması”nda, “idari görevde” oldukları bildirilen bir uzman çavuş ve erler, “iki ayrı araç”ta yakalandılar... Kiminin “elektrik teknisyeni”, kiminin “marangoz” ve kiminin de “aşçı” olduğu bildirilen bu erlerle ilgili Genelkurmay açıklaması, hiç kimseyi tatmin etmedi... “Siyasîler”den ve “STK’lar”dan yapılan “ironik” açıklamalarda; “Öyledir zaten” denildi; “İstihbaratçılar ya kestaneci olurlar, ya simitçi, ya da kuruyemişçi veya manav!”
HEP KAMUFLAJ... YİNE KAMUFLAJ!
Malûm, Genelkurmay internet sitesinde yayınlanan ve “erleri korumaya” yönelik olan açıklama, Vakit’in Cumartesi günkü manşetinde “Yine kamuflaj” başlığı ile verildi. Vakit’in haberinde, daha önceki “kamuflaj” açıklamalarından da örnekler verilip, denildi ki;
“Sivil araçlar ve içindeki sivil giyimli askerlerin orada ne işlerinin olduğunu açıklamayan Genelkurmay; bilindiği gibi toprak altından fışkıran ‘Law’ ve benzeri silahlar için ‘boru’ demiş, Adli Tıp tarafından ‘ıslak imzalı’ olduğu tescil edilen ‘eylem plânı’ için de ‘kâğıt parçası’ ifadesini kullanmıştı.”
BUNLAR DA MI PARANOYA?
Malûm, aynı Genelkurmay; “Bülent Arınç’a suikast girişimi” iddiası üzerine “suçüstü” yakalanan “Albay” ve “Binbaşı” için de; “Bir köstebeğin peşindeydiler” açıklaması yapmıştı.
Bu olayları “hiç yaşanmamış” gibi göstermek isteyen Genelkurmay açıklamasında, “medya” ve “toplum” suçlanıyor ve deniliyordu ki;
“Olayın bir şüphe üzerine yapılan ihbar ve bu ihbara yönelik olarak icra edilen bir uygulama olduğu anlaşılmış ise de, son günlerde yaşananların, kişileri ve toplumu ne hale getirdiğini göstermesi bakımından önemli olduğu düşünülmektedir.”
Bu açıklama ile, “medya” ve “insan”lar adeta “paranoya” içinde olmakla suçlanıyordu... Malûm, bu açıklamaya “siyasîler”den ve “STK’lar”dan yoğun tepki geldi...
Vakit’in dünkü manşetinde; “Asıl paranoya TSK’dan” başlığı ile verilen tepkilerde şöyle deniliyordu:
“Ergenekon kapsamında tutuklanan generallerden ele geçirilen belgeler; asıl TSK’nın nasıl bir paranoya içinde olduğunu ortaya koyuyor. İlahi okuyan küçücük çocukları, kendisine yönelik bir tehdit olarak görüp Hükümete muhtıra vermesi, bakkal, hastane, okul fişlemesi, İmam Hatip Lisesi’nde okuyan kız öğrencileri kameraya çekip basına servis etmesi, Cuma namazına giden memurların abdest almasını ve namaz saatine yakın tuvalete gitmesini bile fotoğraflaması, TSK’nın paranoyalarından yalnızca birkaçı...”
HÜRRİYET’TE GÖREV DEVİR-TESLİMİ!
Dediğimiz gibi; geçen haftanın “medya gündemi”nde; “arama”lar ve “takip” konusu öne çıktı...
Evet, “medya gündemi”nde bunlar vardı... Ama, geçen hafta “medyanın kendisi” de gündemdeydi...
Malûm; önce, “Hürriyet Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök’ün görevi bıraktığı” ve yerine de Ankara Temsilcisi Enis Berberoğlu’nun getirildiği açıklandı.
Herhalde dikkatinizi çekmiştir;
“Arşiv” sayfamızda bir kısmına yer verdiğimiz “yazı”larda; özellikle “Aydın Doğan medyası”ndan ayrılan “yazar”lar; gerek Ertuğrul Özkök’le, gerek patron Aydın Doğan’la ilgili “kırgınlık”larını ve hatta “öfke”lerini dile getirdiler...
Şöyle yazıyorlardı:
“Çok değil bir, bilemediniz iki sene önce, Doğan Grubu patronu Aydın Doğan kamu otoritelerini de yanına almış, devletin gücünü kendi lehine kullanma imkânlarıyla esip gürlüyordu.
Kendine yarı tanrısal bir güç vehmetmiş, bir yanında Ertuğrul Özkök, diğer yanında kızlarıyla toplumdaki herkesi ama özellikle de rakiplerini ‘yaftalıyordu’.
Herkes kirliydi, bir tek kendileri temiz.
İşadamlarına, rakip gazetelerin sahiplerine en çok yakıştırdıkları unvan ‘kriminal’di.
Yani herkesi suçla ilişkilendiriyorlar, rakip medyaları ‘suç işlemiş’ kişilerin sahip olduğu yayınlar olarak gösteriyorlardı.
Gücün doruğunda oldukları için kendi suçlarının hesabını asla vermeyeceklerini düşünüyorlardı. (...)
Ama, görüyorsunuz, adalet, işini dünyada da görüyor. (...)
Ve yine bakın şu ilahi adalete ki, herkesi ‘kriminal’ diye yaftalayan ve yaftalatan adam şimdi dolandırıcılıktan, halkın parasını bir şekilde iç etmekten hakkında yapılan suç duyurusu nedeniyle 8 yıl hapis istemiyle mahkemelerde.”
Bunları yazıyorlardı, çünkü, “patron” iken “imparator” olmayı gözüne kestirmiş olan Aydın Doğan da; “görev”lerini terk etmişti...
Yerine, kızı Arzuhan Doğan bakacaktı...
Bazıları, “Ohh, Aydın Doğan da gitti” diye sevinirken; bazıları, bunun bir “oyun” olduğunu ifade edip, şöyle diyordu:
“Yeni Türkiye’de vatan kurtarmak görevini Aydın Doğan Bey’in gazeteleri üstlendiklerinden... (...)
Efendim? Aydın Bey bıraktı mı? Hayır, bırakmadı, bırakmış gibi yapıyor, kerizler de yuttular.”
MUSTAFA UZUN’UN TEHLİKELİ YOLCULUĞU!
Biraz önce ifade ettiğimiz gibi;
Geçen haftanın “medya” gündeminde “kritik gelişmeler” yer alırken, “medyadaki kritik gelişmeler” de, Türkiye’nin gündemindeydi...
Vakit’in ise, bütün bunların dışında “bambaşka bir gündemi” vardı... “Nerede bir Müslüman varsa, orada olan Vakit”, geçen hafta boyunca da; ülke ülke, şehir şehir dolaşıp, çeşitli “engellemeler”den ve yaşadığı “badire”lerden sonra Mısır’a ulaşan “Gazze Konvoyu”ndaydı...
Gündeme getirdiği konular ve yaptığı “röportaj”larla adından sık sık söz ettiren muhabirimiz Mustafa Uzun, İHH öncülüğünde Gazze’ye ulaşmaya çalışan “insanlık konvoyu”nu adım adım takip etti...
Gerek konvoyda bulunanlarla, gerek bulundukları ülkenin ileri gelenleriyle “röportaj”lar yaptı... Bu röportajları ilgiyle ve heyecanla okuduğunuzu zannediyoruz...
Mustafa Uzun, dün bir şey daha yaptı... Dünyanın çeşitli ülkelerinden ve elbette Türkiye’den de “gazeteci”lerin izlediği “Gazze Konvoyu”nun dünkü güzergâhı, Suriye’nin Lazkiye Limanı ile Mısır’ın Ariş Limanı idi...
Lazkiye’den yola çıkıp, dün geç saatlerde Ariş Limanı’na ulaşan “Ulusoy 6” adlı gemide, “tek gazeteci” vardı, o da muhabirimiz Mustafa Uzun’du...
Takdir edersiniz ki;
Bu gemi, bir “aşk(!) gemisi” değil!.. Bu gemi, yer yer “yunus”ların eşlik ettiği bir “yolcu gemisi” de değil!..
Bu gemi, bir “yük gemisi” ve günlerdir Gazze’ye “gıda, giyecek ve ilaç” ulaştırmaya çalışıyor!..
Dahası, “tehlikeli bir yolculuk” yapıyor... Çünkü İsrail, bu geminin yolculuğundan son derece rahatsız...
Nitekim, dün Lazkiye’den yola çıkıp Ariş’e doğru yol alan gemi, “İsrail hücumbotları” tarafından adım adım takip edilmiş...
Herhangi bir “anormallik” yaşamasalar da, saatler süren bu “yakın takip” bile başlı başına bir “taciz.”
Kaldı ki, İsrail bu!!..
Nerede, ne zaman, ne yapacağı hiç belli olmaz!..
Daha önceki gün “sebepsiz yere” Gazze’yi bombalayan bir İsrail, pekâla “gemi”ye de saldırabilirdi!..
Mustafa Uzun, telefonla geçtiği mesajlarda, “tehlikeli yolculuk” esnasında “büyük endişe yaşadıklarını” bildiriyordu.
VAKİT’İN FARKI İŞTE BU!
Onun yaşadığı halet-i ruhiyeyi anlıyoruz...
Herhalde sizler de anlar ve bu tehlikeli yolculuğun ne kadar “riskli” olduğunu kabul edersiniz...
Ama, “Vakit ruhu” işte bu...
Bizler, gerek “gazete” olarak, gerek “çalışanlar” olarak; sadece “gazetecilik” yapmıyor, sadece “haber” vermiyoruz, aynı zamanda işte böyle “yaşıyoruz!”
Ruhumuzda yaşıyoruz!..
Bedenimizde yaşıyoruz!..
Daha da açıkçası;
“Kelle koltukta yaşıyoruz!”
“Engelleme”lere, “dayatma”lara, “yargısız infaz”lara, “silahlı saldırı”lara, “linç girişimleri”ne ve dün Mustafa Uzun’un yaşadığı “İsrail hücumbotlarının tacizleri” gibi taciz, gözdağı ve “andıç”lara rağmen; verdiğimiz her haberi, yaptığımız her yorumu “yaşıyoruz!”
Evet, sadece yazmıyor, aynı zamanda yaşıyoruz!..
Çünkü biz “insan”ız!..
“İnsanlık konvoyu”nun tehlikeler ve risklerle dolu yolculuğunu da, Mustafa Uzun’un şahsında yaşadık, aynı duyguları sizlere de yaşatmaya çalıştık!..
“Vakit’in farkı” da, işte burada!..
DİLİPAK’A YILIN FİKİR ADAMI ÖDÜLÜ
İşte bu “fark”ı gösteren bir olay daha... Muhabirimiz Kemal Gümüş, geçen hafta sizlere “Bangladeş izlenimleri”ni anlatmaya başladı... Kemal Gümüş’ün; “yoksulluğa ve sömürüye rağmen inançlarını koruyan insanların ülkesi” Bangladeş’i anlattığı yazı dizisini merak ve heyecanla takip ettiğinizi sanıyoruz...
Gözlem ve izlenimlerini gayet güzel yansıtan Kemal Gümüş’ü bir kere daha tebrik ediyoruz.
Bu arada, yazarımız Abdurrahman Dilipak’ın, Türkiye Yazarlar Birliği tarafından “Yılın Fikir Adamı” seçilmesi de bizi ziyadesiyle mutlu etti... Dilipak, “ufuk açıcı” yazılarıyla böyle bir ödülü gerçekten de hak etmişti...
Dilipak’ın; hem “eleştiren”, hem de “çözüm üreten” görüşlerini takdir ettikleri için Türkiye Yazarlar Birliği’ni de kutluyoruz.
Dilipak’ı da “tebrik” ediyor, “nice ödüllere” diyoruz...
Ama Dilipak da, bizler de gayet iyi biliyoruz ki; bizim asıl ödülümüz “milletimizin gönlünde” olmaktır.
Milletimizin bizi sevdiğini, desteklediğini ve dua ettiğini biliyoruz ya, bize o yeter...
Selâm, saygı ve gönül dolusu muhabbetlerimizle...