İbrahim KARAGÜL

İbrahim KARAGÜL

Zehirli aşı kim pişirdi, içeride kim servis etti?

Zehirli aşı kim pişirdi, içeride kim servis etti?

Başbakan Tayyip Erdoğan'ın dünkü konuşmasında yer alan; 'Zehirli aşı dışarıda pişirdiler, içeride servis ettiler' sözü; Türkiye'yi hedef alan 'organize kampanyalar'ı anlama bakımından çokuluslu ortaklıklara, projelere dikkat çeken kritik bir sözdür.

Belli kişiler üzerinden yürütülen kampanyalar, görünürde o kişileri hedef alıyor olsa bile, aslında Türkiye'yi ehlileştirmeye, dönüştürmeye, yönetilebilir alana çekmeye dönük kapsamlı projelerin bir alt unsurudur.

Bu tür kampanyaları dar çerçevede yorumlamak, ciddi bir körlüğe neden olur. Bir yandan söz konusu kişi yıpratılırken, onun üzerinden o ülkeye zarar verilirken diğer taraftan bu kampanya daha kapsamlı planlar için kamuflaj olarak kullanılır.

Öyle ki, siz hedef alınan kişi üzerinde yoğunlaşırken onlar sessizce amaçlarına ulaşmış olur. Bu amaçlar çoğu zaman ideolojik olmaktan ziyade, ekonomik çıkar ve güç ilişkileri ekseninde şekillendirilir.

Günlerdir bütün Türkiye, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'a yönelik kampanya üzerinden bir tartışmaya mahkum oldu. Aslında kampanya tanıdıktı. Bazen Başbakan Tayyip Erdoğan üzerinden, bazen Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu üzerinden, bazen Merkez Bankası'nın para politikaları üzerinden bazen de askeri ihaleler üzerinden servis ediliyordu.

Hepsi birbirinden bağımsız gibi pazarlansa da, Erdoğan'ın dediği gibi 'dışarıda' pişirilip Türkiye'deki konjonktürel ortaklar üzerinden içeride servis ediliyordu. Bu servisi yapanlar, ABD'nin veya İsrail'in hatta NATO'nun endişelerini Türkiye'nin çıkarlarının önüne alabiliyor, bir tuhaf zihin karmaşasına sebep olabiliyorlardı.

Hakan Fidan savunulur ya da savunulmaz, eleştiriler ya da desteklenir. Ancak konu Türkiye olunca, bu zihin karmaşasını anlamak gerçekten güçleşiyor. İnsan, hangi saikle hareket edildiğini anlamakta zorlanıyor.

Fidan üzerinden kopartılan fırtına ve bu fırtınanın Türkiye'deki yansımalarını bu kadar önemserken, günlerdir ABD'de patlak veren müthiş istihbarat skandalına ilgi göstermemek biraz tuhaf kaçıyor.

İstihbarat olaylarının sadece istihbarat olmadığını, güç hesaplaşmasından ticari ilişkilere, yatırım projelerine, dev ihalelere kadar uzanabildiğini, istihbarat servislerinin birer ticari kuruluş haline geldiğini, ideolojik istihbarattan ekonomik istihbarata geçildiğini, piyasaların böyle yönetildiğini, bu piyasalar üzerinden de devletlerin yönetildiğini, bunun büyük bir savaş olduğunu, bu savaşta durduğumuz yerin hiç de öyle masum algılanamayacağını bilmemiz gerekiyor.

ABD Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) Fransa vatandaşlarının, Fransız diplomasisinin, şirketlerinin yetmiş milyon telefon görüşmesini ve elektronik postasını izlediğinin ortaya çıkarılmasının yol açtığı kriz, ABD ve Avrupa'yı sarsarken Türkiye'de bu olayın sıradan, magazinel bir konu gibi ele alınması da belki bir algı yönetimidir.

Siz NSA'nın sadece Fransa'yı değil bütün Avrupa'yı aynı şekilde dinlediğini, kaydettiğini, Avrupa Birliği'nin, birlik üyesi ülkelerin ve bu ülkelerdeki şirketlerin bütün sırlarını elinde tuttuğunu düşünün.

Sadece AB ülkeleri mi? Meksika'dan Brezilya'ya, Rusya'dan Çin'e kadar, bu yaygın dinleme ve izleme ağı üzerinden nasıl bir güç elde edildiğini, siyasi, askeri ve ekonomik olarak bu gücün nasıl kullanıldığını düşünün.

Dahası, Türkiye'nin bu ağın dışında olamayacağını, Türkiye Cumhuriyeti'nin, istihbaratının, ordusunun, bakanlıklarının, şirketlerinin bütün mahremiyetinin bu ağı yönetenlerin elinde olduğunu düşünün..

İşte o zaman, 'Başbakan'ın ofisine o böceği kim koymuştu' diye bir kez daha sorun. Böyle bir dünyada yaşıyoruz işte.

NSA'nın eski sistem analisti Edward Snowden sadece bir kişiydi. Sahip olduğu bilgi, dünyayı sarstı. Bu bilgileri aktardığı için The Guardian gazetesinden ayrılmak zorunda kalan Glenn Greenwald, çok yakında en az son NSA skandalı kadar gündemi sarsacak yeni bilgiler aktaracaklarını söylüyor.

İngiliz hükümetinin Thi Guardian'a yaptığı baskı, sansür pek de ilgimizi çekmezken, ABD ve Fransa'yı içine alan son skandal Batı kamuoyunda ciddi biçimde sorgulanırken Türkiye'de hala 'iç operasyon'la meşgul olmak gerçekten garip. Konuya hakkıyla önem vermek en azından biz gazetecilerin sorumluluk alanındadır.

Ülkelerin birbirini bu kadar yakından takip ettiği, 21. Yüzyıl'ın mahrem bilgiye dayanan güçle şekillendiği gerçeği ortadayken, üstlendiğimiz rolü, benimsediğimiz tavrı, aldığımız pozisyonu bari sorgulayalım.

Unutmayalım, bu tür operasyonlarda, kampanyalarda üstlendiğimiz pozisyon bir tür ihaledir. Bu tür ihaleler alanlar sadece konjonktürel ortaklardır. Konjonktürel ortaklar da çok çabuk harcanıp bir kenara atılır. Son on beş yılda, böyle kullanılıp bir kenara atılan çok ortak gördük. 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
İbrahim KARAGÜL Arşivi