ZİHNİYET PROBLEMİ DEVAM EDİYOR!
YAZI DİZİSİ 3
“İmam-Hatip okullarını kadim CHP döneminde açılmıştır” sözü doğrudur! Ama durumdan vazife çıkarıp “İmam Hatip okullarını biz açtık” diye övünç vesilesi olarak bahsedilmesi tuhaf bir durumdur. Zira o dönemde halk, “cenazeyi kaldıracak adam dahi bulamama” acı gerçeği ile karşı karşıyadır. Bir ihtiyaca cevap vermek için bu okulların açıldığını, buna “mecbur kalındığını”bilmek zorundayız.
Vaktiyle yapılan toplum mühendisliğinin tezahürü olarak günümüzde de acayip acayip durumlar ortaya çıkıyor. O dönemin “zihniyet problemi” günümüzde de çeşitli versiyonlarda devam etmektedir. Dine ve dindara karşı “çatışmacı” bir zihniyeti zımnen dahi olsa bu halka benimsetme gayretleri var…
Mustafa kemal’in ifadesiyle; “halkın ruhundan ve vicdanından alınmamış” bir zihniyet baki kalır mı?
ATATÜRK’ÜN ÖLÜMÜ ÜZERİNE BİR ALINTI!
CHP’nin Tek Parti Dönemi yanlış uygulamalarının günümüze tevarüs ettiğinin çarpıcı bir örneğini sizinle paylaşmak istiyorum.
Atatürk’ün vefatından 10 gün sonra cenazesi İstanbul’dan Ankara’ya nakli söz konusudur. O günün yarı resmi gazetesi hüviyetinde olan Cumhuriyet Gazetesi elime geçti. Gazeteyi okuyunca ilginç pasajlara rastladım. “Birebir tarihe tanıklık etmek” gibi bir hissiyatın içine girdim.
O günün psiko-saosyal tahlilini yapıp günümüz Türkiye’si arasında bir köprü kurdum. Yakın geçmişte Kore devlet başkanı Kim Jong’un cenaze merasimi ile Türkiye’deki “10 Kasım Atatürk’ü Anma Merasimleri” arasında nasıl bir benzerlik olduğuna, o dönemde “halkın nasıl formatlanmaya çalışıldığına” siz karar verin.
20 İkinciteşrin(Kasım) 1938 tarihli Cumhuriyet Gazetesi’nin bazı pasajlarını sizlerle küçük yorumlar katarak paylaşayım.
“Atamız gitti. Artık İstanbul onun aziz hatırasıyla baş başa ve matemiyle yalnız kaldı. Fakat her ağızda Onun ismi, her gönülde Onun sevgisi yaşıyor; her evde, her cemiyette Onun sözü ediliyor. Her ruhta Onun yası, bu ebedi ayrılığın ebedi hicranı var. İstanbul halkı, on gündür Onun için ağlıyor; fakat hala ağlamaya doyamadı. Üç gün Dolmabahçe’de Onun tabutunu tavaf etti, fakat ziyaretine doyamadı…” İnsanların Atatürk’e olan sevgisini Beytullah’ı(Allah’ın evi Kâbe’yi) tavafa benzetmesi var! “Tanrı ile kul arasında tercih” gayesiyle söylenmiş, zorlama bir ifadedir…
“Hiç kimseye, hatta hayatında kendisine bile eğilmeyen Türk sancağı, dün Sarayburnu’nda Onun manevi huzurunda eğilmekle Ataya selam ve tazimlerinin en büyüğünü yaptı. Türk istiklalinin sembolü olan sancak, bu istiklali kurtaran kahraman ordunun Başkumandanı ve Birinci Eri Ataya, hiçbir faniye nasip olmayan en büyük hürmeti gösterdi. Sancak fanilere eğilmez ama O fani değildir, ebedidir…”
Bu kadar “ululuk” ancak “ezeli ve ebedi olan Allah” içindir. Burada “ebedidir” ifadesinden“uzun zaman dilimi kastedildi” dememiz için “fani değildi” cümlesi kullanılmaması icap ederdi. Neticede o da “her nefis(can) ölümü tadacaktır” ayetinin muhatabıydı. Hâsılı; “ebedilik”kavramı buradaki kullanımı itibarıyla “fani değildi” sözüne karşılık, bir kul için uygun bir sıfat değildir, “mübalağa” sınırları zorlanmıştır…
“Aziz ve Ebedi Şefimiz Atatürk dün İstanbul’dan bir daha dönmemek üzere ebediyen ayrıldı. İstanbullular bu elim acıyı yürekler parçalayıcı yürekler parçalayıcı levhalar içinde gördüler ve duydular. Onun mukaddes naşını günlerden beri bir Kâbe gibi tavaf eden İstanbul halkı …”
Yine başka bir paragrafta; “Büyük Ölünün huzurunda, saat 7.58. Günlerden beri İstanbulluların Kâbe’si olan büyük merasim salonundayız…” denmektedir.
Dikkat ederseniz “Kâbe ve tavaf” kelimelerini benzeterek “tanrısal” bir mana yüklenmektedir.“Ebedi Şef” kavramı ise “tazim-saygı-itibar” için olabilir; ancak “Kâbe ve tavaf” kelimesi“kulluğun idrak edildiği mekân ve eylem” amacıyla olduğu için teşbihle dahi olsa, “kul ve ilah”ayrı ayrı neviler olduğu için metodolojik olarak kıyas edilemez…
“Bütün şehir Büyük Ölünün geçeceği yollara dökülmüştü. Ebedi Şef, yüz binlerce hıçkırık sesi ve bir gözyaşı seli içinde bizi yetim bırakarak…”
Bu pasajda Atatürk’e “Büyük Ölü” sıfatıyla hitap edilmektedir. Taha önceki “Kâbe ve tavaf” gibi atıflardan yola çıkarak, “merhum” denilseydi direkt “fani” olduğu anlaşılacağı için “Allah’ın merhametine muhtaç” konumuna düşürmek istenmemektedir...
Atatürk’e ait olan “Ebedi Şef” sıfatı ise daha sonra halefi İsmet İnönü’ye “Milli Şef” şeklinde evrime uğrayacaktır. İsmet İnönü, tıpkı paralardan Atatürk’ün resminin kaldırıp kendi resmini koydurtması gibi; itibarını da “Ebedi şef” unvanından iktibas edecek ve “Milli Şef” şeklinde devam ettirecektir…
“Yollarda bulunan talebelerin gösterdiği hassasiyet her türlü tasvirin fevkinde idi. İstanbul Kız Lisesi’nin hemen bütün talebeleri, Onun yüksek ölüsü geçerken kendilerini yerlere atıyorlar, gözyaşlarını zapt edemiyorlar…”
Belli ki, bütün öğrenciler nizami bir şekilde Atatürk’ün naşını uğurlamaya getirilmiştir. Ağlamalar tıpkı Kore’de olduğu gibi “histeri nöbetine varıncaya kadar” devam etmiştir. Görüyoruz ki; ezilmiş, kapalı toplumlar bu tür “histeri nöbetleri” geçirebilmektedir. Savaşlardan yorgun düşmüş, türlü badirelerden geçmiş bir halk düşünün…
Devam edelim;
Atatürk’ün vefatı üzerine Fransız Somali’si Cibuti Müslümanları da bir taziye yollarlar. Taziyede; “Cibuti şehrinin bütün camilerinde bu gün Cuma namazından sonra Atatürk’ün yüksek ruhuna ithaf edilmek üzere mevlit okunmuş ve üç gün ikindi namazından sonra Kur’an okunması kararlaştırılmıştır” denmektedir.
Acaba Afrika’nın Cibuti şehirleri “3 gün boyunca Kur’an okutacak kadar müteessir” olduklarını söylerken, o dönemde “Türkiye topraklarında Arapça harfleri ile Kura’n eğitimin yasak olduğunu” biliyorlar mıydı, sanmıyorum…
“Siyah at bu mukaddes tabutu taşımak istemiyormuş gibi yerlerinde tepiniyor, hırçınlaşıyordu. En Büyüğümüzün kaybı bu hayvanları bile teessüre sevk etmişti…”
Yine “abartılı ve zorlama” bir benzetme var…
“Tarih, bir tabutusekineden bahseder. Allah’ın, bilinmez nasıl bir hatla, üzerine emirlerini yazdığı levhaların bu tabut içinde uzun bir zaman saklandığını söyler. Masal!...”
Burada bahsi geçen “tabutusekine” Ahdi Atik Sandukası’dır. Bakara Suresi 248. ayetinde zikredilen bu sandukada Hz. Musa’dan kalan taş levhalardan bahsedilir. Atatürk’ün naşını“Atatürk’ü tabuta sığdırmak bir inkılâptı” demek suretiyle Atatürk’ün tabutuna öyle anlamlar yüklüyor ki, tezini güçlendirmek için Kuran’da bahsi geçen tabutu “masal” olarak nitelemekten de geri durmuyor. Kuran’da bahsi geçen hikâyeye “masal” demekle hem ayeti “inkâr” var hem de“alay” söz konusudur! Aklı sıra Atatürk’ü tabuta sığdırmayacak ya, zavallı M. Turan Tan!
“Ebedi Şefimiz Atatürk’ün aziz naaşlarının 21.11.938 Pazartesi günü Ankara’da mevkii mahsusuna va’zını müteakip, yurdun her noktasında büyük ölünün hatırasına son bir ihtiram olarak, herkes olduğu yerde ve ayakta hürmet vaziyeti alarak 3 dakika tevakkuf(durmak) edecektir. Bütün nakil vasıtaları da oldukları yerlerde 3 dakika duracaklardır. Bunun için Galata ve Beyazıt kuleleri ile Kadıköy’ünde mevcut sirenler tamam saat on altıda bütün kuvvetleriyle çalmağa başlayacaklar ve Denizbank şirket vapurları dahi aynı saatte nerelerde bulunuyorlarsa canavar düdükleri çalmak suretiyle saatin hulul ettiğini halka bildirmeğe yardım edeceklerdir….”
Bu günlerde pek uygulanmasa da vasıtaların ve insanların sokakta durma geleneği, “hayatın durduğu an olarak anlatılan o gelenek son kez uygulanacak” ifadesi geçerli olmamış ve günümüze dek sürmüştür.
“İmamet vazifesi İslam Tetkikleri Enstitüsü Ordinaryüs Profesörü Şerafettin Balkaya, müezzinliği de hususi müezzini Hafız Yaşar Okur aldı. Altı meşalemin aydınlattığı salonda Tanrı uludur , Tanrı uludur, Tanrı uludur… Namaz kılınırken salonun sessizliği içinde yalnız ağlayanların hıçkırıkları duyuluyordu…”
Bu pasajda, Atatürk’ün cenaze namazının “Türkçe” kılındığı hususunda emareler taşımaktadır...
“Cumhuriyet Halk Partisi Meclis Gurubu Umumi Heyeti 19.11.1938 saat 11 de Reis Vekili Trabzon Saylav’ı Başkanlığında toplandı. İlk söz alan Dahiliye Vekilimiz Refik Saydam Ulu Önderimiz Ata’nın ufulü gününden beri yüksek maneviyatına karşı bütün devlet devairi, parti teşkilatı ve halk kütleleri tarafından vakar ve ciddiyet içinde ve hükümetin tanzim ettiği program dairesinde izhar edilen hürmet ve saygı tezahüratı son güne kadar hiçbir hadiseye sebebiyet vermeksizin tam bir intizam içinde cereyan etmekte olduğunu beyan etti. Yalnız, 17 ikinci teşrin 938 akşamı İstanbul’da Dolmabahçe Sarayı önünde Büyük Ölü’nün önünden geçmek suretiyle bütün İstanbul halkının ve civar mahalleden gelenlerin mutad tezahürü saat 8.20 de ani olarak büyük bir izdiham husulüne sebep olmuş ve bu izdiham arasında yedisi kadın ve dördü erkek olmak üzere on bir vatandaşın ezilerek vefatına bais olunmuştur…”
Bu pasajdan da anlıyoruz ki, merasim esnasında İstanbul’da organizasyon eksikliği sebebiyle 11 vatandaşın ölümü söz konusudur...
Nadir Nadi’nin Atatürk’ün sözünü nakleden “Türk milleti çok büyük bir millet! Ona layık kumandan olabilmek marifettir.” derken; Atatürk, esas olan “milletin yüceltilmesi gerektiğine" vurgu vardır…
Hâsılı; bir sosyolojik gerçeklik olarak toplumun genlerine uymayan ne varsa zamanla cerahate dönüşmekte ve temizlemekte gelecek nesillere düşmektedir. Bu gün yaşananlar bu tarihi aksaklıkların bir yansımasıdır. Tarih, milletin üzerindeki bütün “ağır yükleri” kaldıracaktır. Buna hepimiz şahit oluyoruz…
Eşyanın tabiatı bunu gerektirir.