Adil Bir Dünya Mümkün mü?
Hayatın olağan akışına ters olan ne varsa normalleşti.
İnsanlığın var oluşuna tezat olan anlatılara insanlar duyarsızlaştırıldı.
En acı gerçeklerin hüznünün yaşamanın süresi artık sayılı günlerle sınırlı hale geldi, hissizleşti insanlık.
Ne acıdır ki!
Elimizden ne gelir ki diyenlerin sayısı her gün artarken ellerinden bir şey gelir diye bekleyenlerin ümidi ise giderek tükeniyor.
Vicdaaannnn!.. sesinin yankısı sadece içi yananlar tarafından duyulmakta…
Batılıların ense köklerinde şaklayan kırbaçlarının acısını yaşayanlar; ense kökünde kırbacı henüz yeme sırası gelmeyenlere kulağa küpe edilsin diye cümle cümle sıralıyor sözlerini.
Onlardan birisi de Ousmane Sembène…
Ousmane Sembène, Senegal vatandaşı bir yazardır. 1997 yılında İngiltere kraliçesi tarafından ödüle layık görülür.
Ousmane Sembène, ödülünü almak üzere İngiltere’ye gider. Yapılan törene katılır ve törene katılan başta kraliçe olmak üzere tüm katılımcıların gözünün içine içine baka baka şu tarihi konuşmayı yapar:
“Baylar ve bayanlar, konuşmama İngiliz dilinde devam etmeyeceğim…
Sizin topraklarınızdayım ve sizin sahibi olduğunuz sistem içinde sizin tarafınızdan ödüllendiriliyorum.
Ancak asıl konuşmam kendi öz dilimde olacaktır. Merak edenler, konuşmamın İngilizce tercümesi koltuklarınıza bırakılmıştır alıp okuyarak beni takip edebilirler.
İngilizler geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize, gözlerimizi kapayarak dua etmesini öğrettiler.
Gözümüzü açtığımızda ise; bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.
İngilizler’in dinini, dilini öğrendik. Uzak dünyadan gelen yeni dil ve din bizi hep çalışmak zorunda kalan itaatkâr köleler yaptı.
İngilizler gelmeden önce topraklarımızda sadece kavga vardı. İngilizler’in kutsal dini bizim kavgacılığımızı kullandı.
Hastalıklar yaydılar. Ne olduğunu bilmediğimiz içeceklerle bizleri hasta ve zayıf yaptılar. Atalarımızı zincirleyerek büyük şehirlerine köle olarak götürdüler.
O büyük binaları, caddeleri, tünelleri ve kiliseleri insan etinin üzerine inşa ettiler.
Kendilerini temizlemek için sanatçılarına fikir adamlarına; sadece kendilerini kapsayan insan tariflerini yaptırdılar. Her çeşit yiyeceklerin büyüdüğü topraklarımıza ilaçlar döktüler. Toprağın altındaki yanıcı siyah cehennem kanı için bizleri öldürdüler.
Büyük acılar ve ölümcül işkenceler ördüler.
Her gelen gemiden; kıyılarımıza hep ikiye bölünmüş tekneler yanaştı.
İlk gelenler zulüm ettiler, arkasından gelen arkadaşları zulmü durdurma vaadiyle bizleri ele geçirdiler. Bugün gelenler de aynı sistemle hâlâ işgale devam etmekteler…”
Ousmane Sembène’nin konuşmasından bir kesitinin içeriği; batının gerçek yüzünü tüm çıplaklığıyla ortaya koymaktadır.
Batı budur. Batılı zihninde doğulu hep ötekidir.
Haçlı seferleriyle depreşe batılı habis ur, tedavisi mümkün olmayan bu hastalıklı halle günümüze dek kendisini göstermiştir:
Kıta Avrupa’sında mazlum insanlara musallat olmayan bir devletten söz edilebilir mi?
Avrupa devletlerinden zülüm etmediğini bildiğimiz bir devlet var mıdır?
Tarihin, zalimliklerini kaydetmediği batılı bir devlete rast gelinmiş midir?
Amerika’nın işkenceyle anılan geçmişini bilmeyen var mıdır?
Rusların, Çinlilerin yapmış olduğu soykırımdan utandığı duyulmuş mudur?
İsrail’in, katliamını, zalimliğini ve hainliğini, gaddarlığını söylemeyen kaldı mı?
Bu devletlerin umurunda mı ötekisi? Milyonlarca insan öldürülürken, işkenceye tabi tutulurken, sefalet içinde yaşamaya zorlanırken bu duruma itiraz eden hangi sese kulak verdiler?
Batılıların eliyle “adî bir dünya” mümkün kılındı.
“Adil bir dünyanın” mümkün olabilmesi için vicdani pürü pak olanların sesinin yankılandığı ve her yerden duyulan yeni yepyeni bir sese ihtiyaç vardır.
Dini, ırki ve rengi ne olursa olsun; acının, hüznün, zulmün olduğu yerde gür bir sesle
“Yeter artık, yetti artık…” diye haykıran bir sese ihtiyaç vardır.
Sesiyle vücut bulan diri vicdanlara, bu diri vicdanların insanlığın nöbetini tutmasına da kâinatın ihtiyaç vardır.