17 Aralık'ta Dikkatten Kaçanlar
ergin geçen haftalarımız ve keyifsiz seçim atmosferimiz içinde Türkiye'nin birer birer ferdi olarak acaba bizler nerelerde hata yapıyoruz diye kendimi sorgularken değerli Amasyalı Zekai Görgülü Hocamla yaptığımız yazışmalarda sanırım birkaç nokta keşfettim:
1) Kavgada kardeşliğimiz unutulmamalı,
2) Hariçten mihrakların durumdan vazife çıkartma hevesi dikkate alınmalı,
3) Devlet kendini korur, toplumsal infiale gerek yok,
Gerçekten de çatışma kültürünün bize mahsus bazı kırmızı çizgileri olmalı. 77 milyon bir ülkeyi paylaşan milletiz. Farklılıklarımız, farklı yaşam tarzlarımız, kültürlerimiz, gelir düzeylerimiz, dilimiz, hatta dinimiz var. Elbette ki bütün bu farklılıklar bizi zaman zaman karşı karşıya getirecektir, getiriyor da. Fakat biz her defasında yeniden birbirimize sarılabilecek bir yol bırakmalıyız. Çünkü biz 77 milyonluk bir aileyiz. Velhasıl milletimi seviyorum diyorsak 77 milyona sarılabilmeliyiz. Çatışmada kırmızı çizgilerimiz olmazsa; milletine rağmen devlet misalinde Suriye, Mısır'dan farkımız kalmaz.
Hem bu yol sayesinde hariçten biri müdahale etti mi "Sen karışma, biz dövüşürüz de, barışırız da" diyebiliriz. Kaldı ki Türkiye'deki her kutuplaşma üst planlayıcıları heyecanlandırır. Eğer bizde çatışma kültürünün temel prensipleri olmazsa farkında olmadan devletimize de milletimize de kastetmiş oluruz. Bu yüzden dengeli ve prensipli olunmalı. Hem hangi taraftan olursak olalım, tarafımızın galebe çalabilme adına hariçten destek arayışına asla ve asla müsaade etmeyelim. Bu oldukça mühim bir tehlike.
Bu kırmızı çizgiler, demek değildir ki ortaya çıkan kaoslar esnasında sus-pus kalacağız. Hayır… Doğrularımızı, düşüncelerimizi, belgelerimizi, sentezlerimizi, kendi durduğumuz noktadan gördüklerimizi imkanlarımız dahilinde savunacağız. Ama bunu yaparken kendimizi ait gördüğümüz tarafı vatanperver addederken, karşı tarafın mensuplarını büsbütün vatan haini olarak ön kabul ile yaftalamamalı, zihnimizi hissiyatımıza teslim ederek adımlar atmamalıyız.
AK Parti ve Cemaat mensupları için 17 Aralık neyi ifade ediyor?
AK Partililer son 11 yılı AK Parti'nin iktidarda kalma mücadelesi olarak değil, milli iradenin bağımsızlık mücadelesi olarak görüyor. Devleti ve milli iradeyi AK Parti'de emin ve güçlü gördüğü için onu destekliyor. Hatta bu mücadelede yardımcı unsuru olduğu için cemaate karşı da bir minnettarlık hissinde. Milli irade son 11 yılda tam 7 kez bertaraf edilmek istendi. Tabi hal böyle olunca milli iradeye karşı hain teşebbüsler hangi sebeple kim tarafından gelirse gelsin millet, iradesini koruma refleksi geliştiriyor. 17 Aralık'ta millet tehdit olarak hiç ummadığı bir adresle karşılaştı: "cemaat" Manevi bir iklimin parçası olarak saygı duyduğu camiayı, kayıt dışı siyasi örgüt olarak deşifre etti ve derhal pozisyonunu aldı. AK Partililere göre muazzam bir güce, ihtişama ve sempatiye sahip olan Cemaat AK Parti ve özellikle Başbakan'ı tasfiye için müthiş bir plan ve cesaretle düğmeye bastı. Fakat bizzat Başbakan çok kısa sürede hem satranç düzenini bozdu ve cemaatin vesayet kurmaya çalışan, kirli ilişkiler kurarak darbe teşebbüsünde bulunan bir örgüte sahip olduğuna dair yaygın bir kanaat tesis etti. AK Partililer kendilerine çok yakın bulduğu bir gruptan gelen bu tehdidi hazmedemedikleri için bir kat daha öfkelendirmiş halde oldukları için cemaate ilişkin algı negatif yönde hızla değişti. Derken cemaat kendini savunma cephesinde buldu. Negatif algıyı dağıtmak için propaganda çalışmalarına hız verdi.
Cemaat mensupları ise, -alt tabanı kastediyorum- gerçekten nahif insanlar… Binde birinin dahi devlet ve milletimizin aleyhinde bir teşebbüse niyet ve amelinin olmadığına eminim. Belki liderlerine olan kökleşmiş muhabbetleri sebebiyle koruma refleksleri gelişmiş, yanlışı görmez olmuşlar, kendilerine verilen brifinglere inanma ihtiyacı duymuşlar. Onlara göre; cemaatimiz bunca yıl yaptıkları hizmetler ile meşruiyetini ispatlamış, asla kirli tezgah ve emeller peşinde koşmamışız. Allah rızasından başka hedefi olmayan biz hizmet erlerine karşı hain bir pusu ve devlet düzeyinde bir karalama kampanyası var. 17 Aralık bir darbe teşebbüsü değil, AK Parti'nin kusurlarını hatırlatma adına bir şefkat tokadı. Fakat AK Parti olanca gücü ile cemaate hücum edince biz de refleks olarak kendimizi savunmak zorunda kaldık. Abilerimiz de durumun bundan ibaret olduğunu defaatle izah ettiler. Bize karşı haksız ithamlar var. Biz miyiz örgüt, biz miyiz terörist?
Aslında "örgüt" diye tarif edilen ekip cemaatin tamamını ifade etmiyor. Bu ekibin yekunu cemaatin binde biri bile değil. Fakat cemaatin politikalarını belirleyebilecek kadar gizli ve güçlüler. Asıl hedef bu kadro olsa da cemaatin tamamı kendini hedefte görüyor ve bu yüzden itham, isnat ve tehditleri üzerine alınıyor. Bu itham, isnat ve tehditler vatandaşlar arasında yaygınlaştıkça cemaat mensupları ile kişisel ve sosyal ilişkilerimizde çatırdamalar başlıyor. Hakaretler ve küskünlükler ilavesinde farkında olmadan gizli bir düşmanlık filizleniyor.
Bir teşkilatın mensubu bir noktadan sonra tepedekilerin yanlış yolda olduğunu fark eder ve kendine çekidüzen verir. Fakat söz konusu cemaat mensubu biri ise bırakın en tepe kadrosunun, kendi abisinin dahi kusurunu, yanlışını görmez kabul etmez. Ola ki bir şekilde kabul etti; "hizmet şahıslara bağlı değil" der, o şahsı siler yoluna devam eder.
Böylesi itaate yatkın bir teşkilata karşı hakaretamiz ifadeler pozitif hiçbir netice doğurmaz. Biz kaosa dair fikir ve bilgilerimizi hislerimize göre değil, zihnimize göre sarf etmeliyiz. Böyle olursa cemaat mensuplarının da akliselim düşünmelerine de katkı sağlamış oluruz.
Öte yandan devleti tehdit eden bir teşebbüs varsa, bunu zaten devlet kendi refleksleri ile yapılması gerekeni yapar, yapıyor da.
Herkes kendi vicdanında neyin doğru, neyin yanlış olduğunu biliyor. Çatışma sadece safları güçlendirir. Toplumsal infiale ve gerginliğe gerek yok.