AİHMin 50. yılı ve Türkiye
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi geçtiğimiz cuma akşamı 50. yılını kutladı.
Türkiye de Avrupa Konseyinin ilk günlerden beri üyesi, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin de ilk metninin altında devlet olarak imzası var.
1987den beri de, Özalın büyük atılımıyla, bireysel başvuru hakkını yurttaşlarına tanımış bir ülke.
Bu tarihten itibaren de AİHM içtihatı Türk hukukunda çok özel bir yer tutmaya başladı.
AB sürecinde Anayasamızın 90. maddesinde 2004 yapılan değişiklik sonrası AİHM içtihadı, kararlar bütünü çok daha önemli hale geldi çünkü AİHM içtihatı iç hukuka girdi, hatta yasalarımızdan daha üstün bir hukuksal pozisyon aldı.
Türkiyede hakimler bu işe ne kadar inandılar, ne kadar benimsediler pek belli değil zira hem ilk derece mahkemeleri kararlarında hem de özellikle yüksek yargı kararlarında AİHM içtihadının ruh olarak izini bulmak çoğu kararda pek kolay değil.
Ancak yine de bu süreçte AİHM içtihadı sayesinde Yargıtay bir Taş kararı üretti, 1976 tarihli önemli bir AİHM kararını adeta türkçeleştirerek ifade özgürlüğü alanında bir türlü yakalanamayan bir ÇAĞDAŞLIK düzeyini yakaladı, bu düzeyi hep koruyamadı ama en azından bir kıpırdanma oldu.
Sistem DGM meselesini yine AİHM kararları sayesinde temizledi, yurttaşlarımıza ait azınlık vakıfları (bir önceki Cumhurbaşkanı Sezer bunların yabancı vakıf olduğunu düşünüyordu) mülkiyet meselelerinde bir adım atabildiler vs.
Ancak, başta yüksek yargı olmak üzere Türkiyede AİHM içtihadının iç hukukun bir parçası hatta yasaların üzerinde olduğu anayasal gerçeği pek benimsenemedi, pek anlaşılamadı.
Devlet sistemimiz, hukuk sistemimiz ve hukukçularımızın büyük bölümü AİHM içtihadına hep kuşkuyla bakmaya devam ettiler.
Bu mesafeli hatta dostane olmayan bakışın ve uygulamanın son örneğini geçtiğimiz Cuma günü Strasburgda gördük, yaşadık.
Yukarıda da belirttiğim gibi cuma akşamı AİHM 50. kuruluşunu kutladı; AİHM Başkanı Costa, Ulusulararası Adalet Divanı Başkanı İngiliz profesör Higgins ve Fransa Adalet Bakanı Raşida Dati birer konuşma yaptılar.
Bu geniş katılımlı toplantıya Avrupa Konseyi üyesi ülkelerin yüksek yargı organları başkanlarının, Strasburgda görevli daimi temsilcilerin tümü davetliydiler; doğal olarak bizimkiler de davetli idiler.
AİHM 50. kuruluş yılı kutlamalarına iki ülke dışında yüksek yargı organları ve daimi temsilcilikler düzeyinde katılım gerçekleşti.
Törenlere katılmayan iki ülke Türkiye ve Letonya oldular.
Letonlar çok sıkıntılı bir bütçe döneminden geçtiklerini ve yüksek yargı organları başkanlarına yolluk ayıramadıklarını belirtmişler.
Bizimkilerin katılmama sebebi ise herhalde harcırah meselesi değildir diye düşünüyorum.
Bizim yüksek yargı organlarının başkanları ya da temsilcilerinin törene neden katılmadıklarını gerçekten bilmiyorum ama sezdiğim bu mercilerin AİHM meselesinden ve içtihadından pek hazetmedikleri ama umarım katılmama gerekçeleri bu da değildir.
Ben kendi adıma yüksek yargının çok meşgul olduğunu ve AİHM 50. yıl kutlamalarına davetli olmalarına rağmen bu nedenden katılamadıklarını düşünüyorum.
367 harikasını üreten Anayasa Mahkemesi, üç bilirkişinin raporuna rağmen Hrantın yazısında suç unsuru bulan Yargıtay herhalde bugünlerde çok önemli bir konuyu, muhtemelen önlerine bir süre sonra gelebilecek çok önemli bir konuyu tefekkür ediyorlar diye düşünüyorum.
Prof. Mümtaz Soysal önemli bir TV kanalında geçenlerde Nokta dergisinin ortaya çıkardığı Darbe Günlükleri meselesinin yani vergi mükelleflerinin parasıyla maaş alan kuvvet komutanlarının darbe planlamalarının ceza hukuku açısından suç teşkil edemeyeceğini ifade etti.
367 meselesini Sayın Sabih Kanadoğlu ortaya atmış idi; Sayın Mümtaz Soysal da hukuk çevrelerinde Kanadoğlundan aşağı kalan biri pek değildir.
Ama bu kez bence konu 367den de çetrefil ve kılıfına uydurulması zor; çok çalışmak lazım çok.
Gün AİHMde vakit kaybedilecek gün değildir.