Hesabı sorulacak
Başbakan sıfatıyla 5 Ekim 1996 günü çıktığı Doğu seferinin Libya ayağında Kaddafinin Türkiyeye yönelik densizliği karşısında tüm öfkesine rağmen diplomatik nezaket kurallarına uyan Necmettin Erbakan, o günlerde medyanın boy hedefiydi.
Hürriyet, Millet bunun hesabını sorar manşetini attı. Diğer gazetelerde Erbakan istifa, Dış politika iflas etti, Erbakan enkaza döndü, Bu ne pişkinlik türünden başlıklar ön plana çıktı. Darbe senaryoları pişirilmeye çalışıldı.
Erbakanın tepkisizliği, kişisel olarak benim de doğru bulmadığım bir tavırdı. Lafın bittiği yerde diplomatik nezaketin cari olmayacağını, hakaretin başbakan nezdinde Türkiyeye yönelik olduğunu düşünürüm. Milli gururun korunmasında bedel hesabı yapılmasını doğru bulmam.
Nitekim, bu hata, 28 Şubat aktörlerince hükümeti devirmeye yönelik psikolojik harekatın parçası haline getirildi.
Operasyon, geziden önce başladı ve devam etti.
1 Ekim günü TBMMnin açılışında konuşan Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temel nitelikleri değişmeyecek, değiştirilmeyecektir diyerek soruna laiklik ekseninde boyut kazandırmaya çalıştı.
Hemen ardından (2 Ekim) gazetelere konuşan ANAP Lideri Mesut Yılmaz, şu açıklamayı yaptı: Bir darbe hareketinin oluşturulmasına ilişkin bazı kadroların çalışma içinde olduklarına sezgilerim, hatta bilgilerim var.
Bu arada CHP, Libya gezisini gerekçe göstererek gensoru önergesi verdi. Koalisyon ortağı DYP bile rotadan çıktı. 9 Ekim günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral İsmail Hakkı Karadayıya giden Tansu Çiller, Erbakanın Libyaya gitmesi hataydı şeklinde açıklama yaptı.
Geziden hemen sonra ise 15 Ekimde Ankaraya Washingtondan gizli bir yazı ulaştı. Dönemin Başbakanlık Müsteşarı Yaşar Yazıcıoğlunun açıklamasına göre; ABD Dışişleri Bakanlığından Ankaradaki büyükelçiliklerine gönderilen ve CIA özel notlarını da içeren yazı, Başbakan Erbakana da verildi.
O yazıda; hükümetin batıdan kopup doğuya yöneldiği, İslam Birliğini hedeflediği, ABDnin menfaatleriyle zıtlaşan bir dış politika izlediği, Ortadoğu politikalarına zarar verdiği yönünde Beyaz Saray yönetiminin iddiaları vardı.
Hem ABD hem İsrail, o geziden çok rahatsızdı. İki ülkenin soruna yaklaşımı, Türk medyasındaki genel eğilimle örtüşüyordu.
Şimdi...
Erbakanla aynı siyasi gelenekten yoğrulmuş Başbakan Erdoğan, İsrail Cumhurbaşkanı Perezle birlikte Davosta bir oturuma katılıyor, karşılaştığı ağır hakaretler karşısında tavır koyarak oturumu terk edip Davos artık benim için bitmiştir diyor.
1996 yılındaki Libya gezisi sonrası Erbakana yönelik tepkileri hatırlayınca nasıl bir tavır beklersiniz? Türkiyenin milli gururunu ayaklar altına almaya çalışan İsrail Cumhurbaşkanına haddinin bildirildiğini düşünürsünüz, değil mi?
Erbakana Millet bunun hesabını sorar diyen Hürriyetin Başyazarı Oktay Ekşi, Pereze çıkışan Erdoğanı anti-semitist tavır almakla, diplomasiyi bilmemekle, kabadayı davranmakla, Türkiyeye ağır bedel ödetmekle suçluyor.
Libya gezisi öncesi Mecliste laik mesajlar veren Demirel de Erdoğanın bu tavrı karşısında İsrailin Türkiyeye fatura kesebileceğinden endişe duyduğunu söylüyor.
Bir de bakıyoruz; Doğan Grubunun Almanyadaki kankası (iş ortağı) Bild Gazetesi, Oktay Ekşinin yazısını referans göstererek Erdoğana yükleniyor.
Anlaşılan yandaş medyanın ve statükocuların ezberi, bir kez daha bozuldu.
Dün diplomatik nezaket kuralını Türkiyenin gurur incinmesi olarak görüp başbakanı istifaya davet edenler, şimdi Türkiyenin haklı gururunu diplomatik nezakete uymadı gerekçesine boğdurmak istiyorlar.
Beyler, bu millet iki yüzünüzü de çok iyi biliyor. Erbakana Millet bunun hesabını soracak diye manşet atan Hürriyete aynı manşetle cevap vermek istiyorum: Millet bunun da hesabını soracak...
Hürriyetin Başyazarı Oktay Ekşi, geçen pazartesi günü yazıma cevap vermek yerine bana iki sayfalık açıklama göndermeyi tercih etmiş. Diyor ki: Ben sizin açıklamanızı kullandım siz de benim açıklamamı kullanın.
Benim açıklamam sadece bir cümleydi, o, iki sayfa yazmış. Üstelik, açıklama değil adeta hakaretname.
Eski yazılarıma gönderme yapıp Sen de şöyle yazmıştın demeye getiriyor, aklınca satır aralarında hakaret ediyor. İspata çağırdığım iddiası için sadece bir değerlendirme diyerek geçiştirmeye çalışıyor. Sonra da Sen değerlendirme yapacaksın ben yapamayacak mıyım? diye soruyor.
Bir de üslubuma laf ediyor.
Önce şunu belirtmeliyim; yalan ve değerlendirme aynı kavramlar değildir. Bu saatten sonra lügat öğretemem. Teknoloji gelişti, googledan bile arasanız yalanın ne anlama geldiğini bulursunuz. Yalanından dolayı özür dilemedikçe o başlık, boynunuzda asılı kalacaktır. Hesabınızı verin sonra diğer yazılarımı konuşuruz.
Üslubuma gelince...
Kimi zaman yazılarımda düzeyimden saptığımın farkındayım. Ama pişman değilim. Sürekli küfür ve hakaretler savuracaksınız, sonra aman... diyeceksiniz. Kusura bakmayın, artık kim hangi lisandan anlıyorsa o lisanla yazacağım.
Ha unutmadan, şerefsiz kelimesini Hürriyetin bidon kafa mucidi Yılmaz Özdilden ödünç aldım. Terbiye dersi vereceksiniz, sanırım önce yazarlarınızdan başlamanız gerekiyor.