FED'in hırsızlığı ve piyasa çöküşü
Başbakan para basma tartışmasına sert çıktı. Karşılıksız para basılmasını hırsızlık olarak değerlendirdi. Bir bakıma haksız da sayılmaz. Miktar teorisine göre para ile mal miktarı uygun şekillenmeli. Yoksa enflasyon aracılığı ile millet soyulmuş olur.
Türk halkı yıllarca enflasyon aracılığı soyuldu durdu. Yıllık yüzde 100 enflasyonlu yılları düşünün ki cebinizdeki para bir anda yarı yarıya eriyip gidiyordu. Başbakan para basmayı halkın soyulması olarak düşünüp kabul etmiyor.
Oysa gelişmiş ekonomilerde para miktarı ile mal miktarı arasındaki uyum, fiziki para miktarını aşan bir ilişki içeriyor. Hiç para basmasanız bile ekonomik aktivitedeki canlılık para arzını misli artırabiliyor. Tabii ki tersi de söz konusu.
Merkez Bankası verilerine göre 6 Mart günü fiziki para miktarı 34 milyar 860 milyon lira. Ama para arzı (M2) 447 milyar 426 milyon liraya çıkmıştır. Hatta geniş tanımlı para arzı (M3) 475 milyar lirayı aşmıştır. Yani para miktarı ile para arzı arasında büyük uçurum vardır. Üç kuruşla yüz kuruşluk para hacmi oluşturulabiliyor.
Burada bir noktaya dikkat çekmek istiyorum: 26 Eylül 2008'de M1 para arzı (fiziki para, vadesiz TL ve yabancı para mevduatı toplamı) 87 milyar 702 milyon liradır. Oysa 6 Mart 2009'da para arzı (M1) 84 milyar 860 milyon liradır. Para tabanı (Emisyon+karşılıklar) ve Merkez Bankası bilânçosu büyümesine karşılık para arzı (M1) daralabilmiştir.
Konu biraz karmaşık oldu ama anlatmaya çalıştığım sorunu da basit anlatamıyorum. Yani para basmanın bazı ortamlarda çok da karşılıksız olarak düşünülmemesi gerekiyor. Eğer ekonomik aktiviteye dayalı bekleyişleri bozar, mali sektör küçülmeye başlar ise (Bknz. BDDK Mart Bankacılık raporu) para basmak enflasyonu değil sadece oluşan boşluğu dolduracak bir faktör olabilir. Ve Türkiye parasal boşluğa mahal vermemeyi ince ince izlemek durumundadır.
TL rezerv para olmadığı için matbaada para basmak bizde o kadar kolay değil. Para basmanın Türkiye ekonomisinde enflasyonist etkileri çok daha kısa sürede ortaya çıkabilir. Bu nedenle tartışmaya sıfırdan karşı çıkmak da, peşinen kabullenmek de yanıltıcı olabilir.
Oysa diğer tarafta FED'in son kararını görüyoruz. Bilânçosunda 1,4 milyar dolarlık daha büyüme öngörüyor. Daha geçen yıl bir trilyon doların altında seyreden FED bilânçosu şimdilerde 2 trilyon doları çoktan aştı bile. Ve büyük bir ek destek daha geliyor.
Acaba bu kadar ağaçların paraya dönüştürülmüş olmasını küresel ekonomik düzen kaldırabilecek mi?
Kısa bir hafıza turuna çıktığımda 2008 başında bir tartışma aklıma geliyor. Uluslararası ilişkileri daha farklı pencereden izleyen İbrahim Karagül ile aramızda tek fikir ayrılığı vardı: Kriz hemfikirliğimize karşılık, krizde ABD Doları'nın güçlenerek çıkacağını düşünüyordum. Oysa Karagül doların geleceğini parlak görmüyordu.
Krizin ilk adımı doların güçlenmesi ile geçildi. Kriz Amerika'da çıkmasına karşılık dolar değer kazanıyordu. Diğer ülkeler ve bölgeler daha kötü görülüyordu. Güvenli liman olarak ABD ortaya çıkmıştı. Hatta ABD'nin tahvillerine inanılmaz talep geliyordu. Para bir bakıma oluk oluk ABD'ye akıyordu.
Lâkin bugünlerde durumda bir arıza oluşmaya başladı. Krizin sanki bir başka adımına geçiyoruz. Piyasalar yeni bir çöküşe geçerken dolar değer kaybediyor.
Evet, krize verilen mola bitti mi? DOW için 7 bin 500-50'ler çok önemli. Bu seviyenin aşılamaması halinde krize yeniden devam diyebiliriz. Ama belki de çok daha önemlisi şu: Bu dalgada dolar yine değer mi kazanacak, yoksa değer mi kaybedecek? Bu sorunun cevabı uzun vadede o kadar büyük sonuçlar doğurabilir ki!
Acaba ABD yaşayacak mı, yaşamayacak mı?