Krize cesur öneri
Başbakan'ın işçi çıkartanları takip etme sözlerinin henüz netleşmediği bu günlerde işadamlarından görüş almak bir hayli zorlaştı. Gerçekten iflas etmemek için işçi çıkartanları mı kast etti Başbakan. Yoksa kamuoyunda seçim öncesi ekonomiyi kötü göstermek isteyen art niyetleri mi kast etti.
Bu sözün altı henüz dolmadı. Ama sözün altına gizlenip "korkuyoruz" söyleyenler de ortaya çıkıyor.
Şartlar ne olursa olsun korkmadan çözüm öneren işadamları da karşımıza çıkıyor. Çok cesurca "bu yapılanlar geçici" diyenler de var. Ekonomiye ilişkin ana sorunumuz bunlar değil, gerçeği görmemiz gerektiğini açıklıyor iş adamları.
Son görüştüğüm iş adamı iş dünyasının çatı derneği başkanından çok cesur çıktı. "Ben gerçek sorunları söyleyeceğim" dedi.
"Türkiye çok yüksek fiyattan enerji kullanıyor. Krizin tam göbeğinde doğalgaz zammı adeta sanayiyi öldürdü. Bir taraftan bankalar kredileri kesti, diğer yandan maliyetler fırladı. Enerji maliyetleri Türkiye'de hâlâ çok ama çok yüksektir. Derhal enerjide maliyet sorunumuz çözülmeli. İşçilik maliyetlerinde ise bölgesel asgari ücreti bu krizde daha iyi anlayabiliriz. Bölgesel teşvik olsun, kredi garanti fonu olsun sorunların sadece bir parçası. Geçici çözümlerden ziyade kalıcı çözümlere geçme zamanıdır şimdi."
Yalçın Ayaydın otomotiv ve beyaz eşya sektörlerinin isteklerini kulisleri sayesinde gerçekleştirmede daha başarılı olduklarını belirterek; "aslında tekstil-konfeksiyon sektörünün istekleri Türkiye ekonomisinin krizden çıkış ilacıdır" diyor. Ayaydın hemen kuzeyimizdeki Rusya pazarının sektör açısından ne kadar önemli olduğunu belirttikten, sonra benzer süreçlerin İran ve Irak pazarları için de geçerli olduğunu söylüyor. Dış ticarette bu dönemde iki yeni pazara ayrı bir önem verilmesine dikkat çekiyor.
Yalçın Ayaydın bir başka tespitinde ise "ekonominin temeli istihdamdır. En yüksek istihdam ise tekstil-konfeksiyon sektöründe sağlanır. Eğer geçen yıllarda düşük kur ile bir çok şirket batmasaydı veya sermayelerini eritmeseydi şimdi çok daha az işsizlik olurdu. Düşük kur yıllarında şu an faaliyetine devam eden firmaların bile sermayeden çok fazla yediklerini" açıklıyor.
Sanırım düşük kur-yüksek faiz maliyetini biz daha uzun yıllar çekeceğiz. 2006-2008 arası Türkiye politika değişikliğinde geç kalmıştır ve maliyeti kolay kolay ödenemiyor. Rakamlar ortada, özel sektör bu tarih aralığında dış borç batağına saplanırken kârlılıkları azalarak zararı dış borçla kapattılar.
Krize karşı sıkça önerilen mali genişlemeye bütçenin ilk iki aylık rakamlarından bakıyoruz. Gelirler nerede ise artmıyor, ama giderler yüzde 35 artmış. İlk başta sevinilecek bir şey karşımıza geliyor. Oysa giderler sanıldığı gibi değer yaratıcı harcamalara gitmemiş. Transfer harcamaları 10,7 milyar liradan yüzde 48 artışla 15,9 milyar liraya yükselmiş.
En korktuğum nokta işte bu. Türkiye'yi şantiyeye çevirecek harcamalar yerine oturana paraları aktarıyoruz. Gelirler artarken giderler daha hızlı artmalı iken gelirler artmıyor. Mali genişleme ekonomik büyüme için tavsiye edilirken bizdeki mali açık ekonomik küçülmeden kaynaklanıyor. Bu süremez.
Oturana tek kuruş para verilmemeli. İş sertifikası karşılığı, kamu hizmeti karşılığı veya en azından çalışıp vergi ödeyenlerin emeğinin karşılığı para verdiğimizi unutmamalıyız.
Krizde Türkiye şantiyeye dönmeli, kahvehaneye değil.