'Karanlık' buysa cinayetler işlenen ortam neydi?

'Karanlık' buysa cinayetler işlenen ortam neydi?

Ergenekon süreci yeni gözaltı dalgalarıyla büyüyerek sürdükçe bazı çevrelerin sürece dönük eleştirileri de hızını artıyor. Devreye sokulan son klişe hayli bildik: “Korku imparatorluğu isteniyor...” Muhalefetin takdirine göre, Ergenekon süreci, iktidarın korku ve sindirme stratejisinin bir parçası...

Türkiye Ergenekon süreci başladığından buyana kitlesel altüst oluşlar ve siyasi suikastlar yaşamıyor; Danıştay baskını, Hrant Dink ve Malatya'daki misyoner cinayetleri sonrasında başladı Ergenekon süreci ve o gün bugündür kafamız daha rahat...

'Ergenekon hedefi' olan benim kafam rahat değil sadece, bu ülkede düşünen, düşündüğünü ifade eden, belli bir mücadele veren herkes kendisini daha rahat hissediyor. Benimle aynı görüşleri paylaşmayanlar da; hatta onlar daha da fazla olarak... Süreç başarıyla tamamlandığı taktirde, milletçe, huzur ve istikrarlı bir hayata kavuşacağımız kesin...

1990 yılının ilk ayında Prof. Muammer Aksoy'un kafasına sıkılan kurşunlarla ülke karanlık bir döneme girmişti. O günden 2007'nin ilk aylarına kadar hayatını siyasi suikastlar eliyle kaybedenlerin haddi hesabı yok. Çok değerli aydınları, gazetecileri, öğretim üyelerini, askerleri, ne uğruna olduğunu kimselerin tam bilemediği bir yapay ortamda kaybettik.

O günler Türkiye için 'karanlık' bir dönemdir.

Bahriye Üçok, Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı öldürüldükten sonra sokaklara dökülen yüzbinlerce insanın haykırışlarını unutmayınız. Hepsi de çok sevdikleri ve kendilerine 'önder' seçtikleri insanlardan mahrum edilmelerini kabullenemiyorlardı. O gün bugündür o insanların beklentilerine cevap verilemedi; cinayetler hâlâ 'karanlık bir bölge' olmaya devam ediyor.

1993 yılının ortalarında yaşanan ve hepimizin başını öne eğik kılan Madımak Oteli kundaklanması ve 37 aydının hayatını kaybetmesi olayını da unutmuş değiliz. Sinsice kışkırtmalara kapılanlar yargılandılar, ama bütün olayı başından itibaren planlayıp sahneye koyanlar hâlâ saklandıkları inden çıkartılamadılar.

Siyasi cinayetler ve kışkırtılmış yığınları kullanarak gerçekleştirilen toplumsal eylemler de 'kapkara' bir gerçeğidir Türkiye'nin...

Şimdi ilk defa o karanlık dönemlere hafif de olsa ışık tutabilecek bir süreç devam ediyor. Zihinleri işgal eden sorular korkusuzca sorulabiliyor. Bir adım ileride, hayatlarını kaybeden insanlara kast edenlerle karşı karşıya gelinebileceği, hiç değilse varlıklarından haberdar olunabileceği umudumuz var. Umudumuz tetikçilerin ve onları kullanan kuklacıların kimler olduğunun öğrenilebilmesiyle de sınırlı değil; yargılanıp yaptıklarının cezasını görmelerini de umuyoruz.

Sanırım bu umudu taşıyan yalnızca ben değilimdir; haince suikatlarda ve toplumsal olaylarda hayatlarını kaybetmiş değerlerimizin aileleri, yakınları, sevenleri de aynı umuda sahiptirler. Umudun yerine gelmesi demek, Türkiye'nin geçmişindeki karanlık dönemlerin aydınlanması demektir...

Ergenekon'un yargılama sürecini karalamak için kullanıyor birileri 'karanlık' metaforunu; oysa süreçle birlikte başlayan siyasi suikastsız ve toplumsal altüst oluş yaşanmayan yeni dönemin getirdiği ferahlama 'karanlık' günleri geride bıraktığımızın muştusu gibi... Kıymetini her halükârda bilip elimizden kaçırmama çabası göstermemiz gereken bir dönemden geçiyoruz.

Bugünlerde ağzından 'karanlık' sözcüğü çok fazla çıkan bazılarının cümlelerindeki o sözcüğü her işitişimizde yerine 'aydınlık' sözcüğünü koymamız, 'karanlıklar imparatorluğu' beklentisini 'demokratik Türkiye' kavramıyla değiştirmemiz galiba daha isabetli olacak...


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi