Kimin Buyruğuna Göre Yaşıyorsanız…
Mine Gökçe Kırıkkanat her zamanki sıra dışı çıkışlarından birini yaptı ve “Atatürk benim ilahım, ona tapıyorum” dedi.
Belki yalnızca kendi düşüncesini belki de kendi gibi düşünen bir takım insanların düşüncelerini ifade etti. Bilemiyorum…
Ama ne olursa olsun ifade bu ,”Atatürk benim ilahım…”
Herkes bir şaşırdı… Net bir şekilde ortaya konulması herkeste ama belki de tezlerinin doğrulandığını düşünen dindarlarda enteresan bir his uyandırdı bu sözler.
Bu sözlerin ne anlama geldiğini gayet iyi bilmekle beraber bunda şaşıracak, garipsenecek, ilk kez duyuyormuşuz gibi yapacak, tek örnekmiş gibi muamele edilecek bir durum yok bence!
Çünkü toplumumuzda ve elbette modern toplumlarda Allah’tan başka “şeylere” tapan ilk kişi değil söz konusu hanımefendi.
Anne-babasını ilah gibi gören çok kimse biliyorum.
Patronlarına tapan insanlar tanıyorum.
Başkanlarına tapan çok insanla tanıştım.
Şeyhlerine, cemaatlerine tapınmayı adet edinmiş insanları garipsemiyorum bile.
Mine Hanımın aynı Atatürk’e taptığı gibi yıllardır Osmanlı Sultanlarına ve dahi din büyüklerine uluhiyet atfederek tapınanlar var memlekette. “Kadına” tapan erkekler ve “Erkeğe” tapan kadınlarsa en kalabalık müminler topluluğunu oluşturuyor bugün.
Ünlülere tapanları, onlardan bir “ilah” gibi bahsedenleri, Allah’ın buyrukları yerine ünlülerin kılavuzluğunda hayatlarını tanzim edenleri bu köşede sürekli yazmaya, uyarmaya çalışıyorum zaten. Ürettiği mala, markaya, bindiği arabaya, oturduğu eve, statüsüne, unvanına, mutluluğa, makama, metresine, ihalesine, devletine, partisine, vatanına, başarıya, hevasına, kendine, bedenine tapan insanlarsa hepinizin malumu…
Atatürk’e tapanları, onu ilahlaştıranları parmakla gösteren ama gidip Cumhurbaşkanı Erdoğan’a tapan bazı dindar insanların varlığını da belirtmem gerekiyor.
Allah dışında bir “şeye” tapmak… Bu o kadar da karmaşık bir mesele değil ayrıca.
Kimin buyruğuna göre yaşıyorsunuz.
Kimin doğru ve yanlışlarını,doğru ve yanlış kabul ediyorsunuz.
Allah’ın size bir şeyleri emretmesine karşın kimin talimatlarını tercih ediyorsunuz.
Kiminkini ediyorsanız, orada, siz de sorunlu bir Rabb-kul ilişkisi içine girmiş oluyorsunuz.
O yüzden Hanımefendinin söylediklerinde çok şaşıracak bir şey yok.
Dileyen dilediğine tapar ve tapacaktır da…
İnsanlar kendi taptıklarına tapılmasını diğer insanlara dayatmadıkları müddetçe, neye taptıkları kimsenin umurunda olmamalı…
RTÜK CEZA KESİYORMUŞ GİBİ Mİ YAPIYOR?
Vatandaşı, ama elbette daha çok çocukları, gençleri zararlı televizyon yayımlarından hangi kamu kurumu koruyacak?
RTÜK…
RTÜK, bunu en çok hangi araçla yapıyor, peki?
Cezalar ve yayın durdurmalarla…
Hatta biz de buradan, “Bu cezalar yetersiz, RTÜK’ün daha ağır cezalar vermesi gerekiyor” diyorduk yazılarımızda.
Fakat bırakın cezaları artırmayı, RTÜK daha önce kestiği cezaları bile tahsil etmeyi başaramıyormuş.
Olay son Sayıştay raporuyla ortaya çıktı. Beş yılda kesilen cezaların sadece % 49’u tahsil edilmiş RTÜK tarafından. Geçen yıl da sadece %34’ü…
Bu sizce de ilginç değil mi?
Alacaklı olan devletken, borçlu olan yapımcılar borçlarını beş uzun yıl savuşturabiliyorlar. Dizileriyle her haltı işledikten, toplumu kaosa sürükledikten ve bu yolla kazandıkları paraları yurt dışında ezdikten sonra bile ödemelerinin zamanı gelmiş olmuyor.
Reyting için şiddet ve müstehcenliğin dozunu diledikleri gibi artırıyorlar zira nasıl olsa ceza ödemiyorlar…
Halbu ki borçlu olan sokaktaki insan olsa, normal vatandaş, sözgelimi bir emekli, devlet belki de maaşının bir kısmına el koyardı bu beş sene içinde…
Yapımcı arkadaşlar için böyle bir durum söz konusu olmamış maalesef. Neden olmamış? Devletin alacağını tanzim eden bir yasa yok da tamamen keyfilikle mi dönüyor bu tür alacak işleri?
Bilemiyorum…
Anladığım şu!
RTÜK, “Sen rahat ol vatandaş, ceza keserek kanalları tedip ediyorum” derken belli ki vatandaşın gazını alıyormuş, tabiri caizse. Bir nevi, “Soran olursa görevimizi yapıyoruz” durumu… Ama diğer taraftan vatandaşın sırtından milyon kere milyonlar kazanan koca bir endüstriyle dostluk ilişkisini sürdürüyor, zararlı yayımlarına yol veriyormuş. Ne şiş yansın ne kebap derler böyle tutumlar için.
Zararlı yayınlar hariç her şey kağıt üzerinde anlayacağınız, her şey…
Kağıt üzerinde bir kavga…
Yazık!