Kürt diye sevmeyelim mi?
Gündem ne kadar yoğun ve çetrefilli değil mi?
Türkiye’nin asıl sorunlarını konuşacağı günlerin geleceğine olan inancım bitmese bile, bir gün birbirimizi ön yargısız, yaftalamadan kucaklayacağımızı sanan hissiyatım can çekişiyor.
Acaba diyorum; yıllarca kendi doğrularımızı olurlarken, aslında yıllarca bize yanlış gelen başkalarının doğrularına mı hizmet ettik.. Yüzlerce hatta binlerce Kürt gencinin sokaklara dökülmesinin, başka bir cana kastetmeyi göze almasının asıl müsebbibi yoksa biz miyiz? Düzleştirmeye çalışırken sivrilttik mi?
Nerede hata yaptık? Vurulmak uğruna, vurmak uğruna, bir çocuğun taşa sarılmasını, o minicik ellerin kana bulanmasını nasıl açıklamalı?
Kaç yıldan beri, hain PKK’lılar diye andığımız, her biri aslında bedeninde can taşıyan 100’lerce insan bu vatana ülkem demiyor? Binlerce yıl aynı toprakları kardeşçe paylaşmamızı sağlayan o bağ neydi; o bağı sonra kim kopardı?
Irkçılık diye tanımlanan şey, birini sahiplenirken diğerini dışlamaksa sırf kimyasından dolayı, bunu Kürtler de yapıyor Türkler de.. Peki kimyasal farklılık ruhsal birlikteliğe mani midir? Maniyse; peki bizler de erkek ve kadın gibi iki farklı kimyanın bir araya gelmesinden meydana gelmedik mi? Sonra o iki farklı kimyanın ortak sevgilisi cancağızı olmadık mı?
Yani olamaz mı diyorsunuz? Bir Kürt bir Türk’ü sevemez mi? Yada tam tersi.. Ortak bir dil, ortak bir coğrafya, ortak ülkede nefes alıp, ortak güzellikler inşa edilemez mi? Böyle bir hayal, 3 günlük dünyayı birbirimize dar etmekten, nefreti büyütmekten daha mı kötü?
En yakın arkadaşımıza Kürt diye sarılmayalım mı? Ya da Yılmaz Erdoğan’ın “Bu yol nereye gider”ini dinlerken bir daha mı düşünelim? Kürt diye, sevdiğimiz ne varsa, kim varsa sevmeyelim mi?
**
PKK’nın hain diye ilan ettiği, Diyarbakır’da korumasız gezemeyen, dahası PKK’dan açıkça tehdit aldığını söyleyen Kürt yazar Mehmet Metiner’i izlerken, son dönemde toplumca beynimizi kemiren bu ve benzeri soruların cevaplarını bir nebze olsun buldum...
Kürt olmanın yıllarca kendisine ne tür bir kimlik bunalımı yaşattığını “Kürt yanım hep acıdı” derken daha iyi anladım.. Dili, kimliği yıllarca inkar edilmesine rağmen “Ben bu ülkenin vatandaşı olmaktan gurur duyuyorum; bu devlet benim devletim” derken Metiner, millet olarak yersiz korkularımızın neye yol açtığını bir kez daha idrak ettim. PKK adıyla kucağımıza verilen hasta bebeği, aslında bizim büyüttüğümüzü de daha iyi algıladım..
Evet yıllarca dilim, kimliğim kurcalanmadığı için bu konuda ben rahatmışım! Belki sistemin yaptığı yanlışa düşmedim; kimseyi ırkından, renginden, dilinden, giyiminden dolayı hor görmedim.. Ama onları daha iyi de anlamamışım; onları da kendim gibi rahat sanmışım..
Asıl acı olan ise şimdi şu;
adına ister dış mihrakların Türkiye üzerindeki oyunu diyelim, ister “Aslında PKK yok; gizli örgütler var” diyelim; binlerce vatandaşımız bu odaklara kanıyor… Bu odakların sinsi planları farklılıklarımızla bir bütün olmamızı engelliyor; huzurumuzu bozuyor.
Türkiye içinde yaşayan bütün farklı unsurların anlaması gereken ise şu;
bir elinde silah olanların diğer eliyle barış ve demokrasiyi kurması imkasız.. Başkalarını ırkçılıkla suçlayıp, sadece Kürtçülük üzerinden siyaset yapanların, ortak çıkarlarımızı düşünmesi imkansız..
Ayrı bir toprak istemiyoruz deyip; sonra da “Diyarbakır kalemizdir” diyenlerin, bölmemesi imkansız.
Ufacık çocukları, çaresiz kadınları sokağa sürenlerin, can taşıyan insana değer vermesi imkansız..
**
Şimdi!
Her zamankinden daha çok ihtiyacımız var birbirimizi anlamaya, daha çok ihtiyacımız var anlaşılmaya..