Siyasette metamorfoz ve “Zalim İstanbul”
CHP Genel Merkezinden “Tekbir” seslerinin geldiği…
CHP’li belediye başkanlarının Kur’an’ı Kerim’i öperek göreve başladığı…
CHP’li belediye başkan adaylarının camilerde Kur’an okuyup, dua ettiği…
CHP’li belediye başkanlarının, “haram, helal, yoksullar, kimsesizler” vurgulu konuşmalar yaptığı…
CHP’li siyasetçilerin “laiklik, rejim, irtica” lafını ağızlarına dahi almadıkları yeni bir siyasal döneme girdik.
Bu siyasal dönemde AK Parti ise, ilk dönemlerindeki o kuşatıcı, birleştirici, ortak değerlere vurgu yapan, ötekisi olmayan, dışlamayan dili rafa kaldırarak geçmişte Kemalizm’in “düşmanlaştıran, yok sayan, yaftalayan” sert dilini kullandı.
Yeni siyasal söylem, dini terminolojiyi kullanmaktan oldu olası kaçınan CHP’ye, biri kesin olmamakla birlikte on büyük şehrin anahtarlarını armağan ederken, AK Partiye kalesi sayılabilecek önemli büyük şehirlerini kaybettirdi.
Fakat CHP bunu, alışılageldik kodlarının tamamen dışına çıkarak, tarihsel arka planını flulaştırarak, kök değerlerini görünüşte de olsa yadsıyarak yaptı. Tıpkı AK Partinin kuruluş değerlerini unutturan o kötümser kampanyası gibi…
AK Partinin giderek katı Devletçilikle bütünleşmesini, CHP’nin ise ilk dönem AK Parti kodlarını yarım yamalak içselleştirmesini; insanın kendisine baskı uygulayan otorite ile özdeşleşmesine benzetmek mümkün.
****
Birileri “Hükümet sonunda CHP’yi de imana getirdi” diye tatsız laflar ediyorlar.
(Maturidi anlayışına göre) İman-amel ayrı şeyler oldukları ve herkes imanda birbirinin eşiti olduğu için, kimsenin imanı ile ilgili konuşmak ahlaken doğru olmaz.
“E o zaman bu tablo neye alamet?” diye sorulabilir.
Bence bu tablo CHP’nin, sokağı kavrayacak siyaset dilini ve bu dilin nimetlerinidaha yeniyeni keşfettiğine dalalet…
“Peki bu olumlu bir şey mi? diye sorulacak olursa...
CHP, 94’te Refah Partisi ile başlayıp sonradan AK Partinin markalaştırdığı dinamik, hizmet odaklı yerel yönetim biçimini de taklit edecekse, olumlu...
Ama, sadece yöneticilerin Kur’an tilavetleriyle, dua fotoğraflarıyla sınırlı kalacaksa hiç de olumlu şeyler değil.
“Neden?” denebilir.
Çünkü şöyle: Yöneticilerin görünür dindarlıklarının yarıştırıldığı, tercihin ehliyetli olandan değil de dindar olandan yana yapılmak istendiği, dindarlığın yönetim becerilerini gölgelediği bir siyasal zeminin uzun vadede kaos getirme olasılığı çok yüksek.
Toplum kesimleri “Onlar samimi değil, biz daha samimiyiz” sloganları ile bölündüklerinde çatışma zemini bulmakta güçlük çekmeyebilirler.
Lüzumunu hissettiğimiz şey dindarlıklarıyla veya dindarlık sembolleriyle tebarüz eden idareciler değil; adil, bilge ve hukukun üstünlüğünü merkeze alan, yönetme vasfı yüksek yöneticiler. He ayrıca dindar olurlarsa ne ala…
İbn Haldun, Aristoteles’in Politika adlı eserine ve adaleti ile meşhur Sasani hükümdarı Nuşirevan’a atıfta bulunarak: “Tüm iktisadi faaliyetlerin, refah ve bayındırlığın temelinin adalet olduğunu” söyler.
Hz. Ömer de, “Devletin dini adalettir” der.
Bu yüzden bu yeni siyasal söylemi, birilerinin yüzlerine istihzai bir gülümseme takınarak yaptığı gibi, “Bak işte CHP’de yola geldi!” hissiyle değil, endişeyle takip ediyorum.
“AH, KİMSELERİN VAKTİ YOK DURUP İNCE ŞEYLERİ ANLAMAYA…”
Toplum olarak özünde birbirine çok benzeyen siyasete, televizyon dizilerine ve magazine boğulmuş durumdayız. Bir şeylerin derdini çeken insan bulmak ne kadar zor şimdilerde. Şairin dediği gibi: “Ah, kimselerin vakti yok durup ince şeyleri anlamaya…”
Bunu neden söylediğimi anlatayım.
Çanakkale'de yaşayan Cevat Yaltıraklı adlı dünya tatlısı bir amcamız, ‘Zalim İstanbul' adlı dizi hakkında Çanakkale Cumhuriyet Başsavcılığına suç duyurusunda bulunmuş. Hem de hiç alışık olmadığımız bir gerekçeyle…
Yaltıraklı suç duyurusunda, dizide İstanbul'a “Zalim” denilerek ağır itham ve bilinçli hakaretlerde bulunulduğunu savunmuş.
Demiş ki: “Dini motiflerle bezenmiş, dünya inanç turizminin gözdesi İstanbul çeşitli dini mabetlerin eşsiz mimarisi ile gönüllerde taht kurmuş. İstanbul'a ‘Zalim' diyenlerin kendileri müfteri ve zalimdir. İstanbul'a zalim diye hakaret etmek kimsenin haddi değildir.”
Bu kadarla kalmamış ve eklemiş: “İstanbul kime, nasıl bir zalimlik etmiştir? Genç nesle İstanbul'u ‘zalim' olarak argo kelimelerle tanıtmak bir çapsızlıktır. Sizin gibi düşük profilli kişilerin İstanbul'u küçük düşürmeye yeltenmesi vahim bir hata ve İstanbul'a ihanettir. Bize bu mümtaz kenti kazandıranları rahmet ve şükranla anarken İstanbul'da yaşayanlardan özür dilenmelidir. İvedi olarak dizideki ‘zalim' kelimesini de yayından çıkartılmasını talep ederiz."
Nasıl tebrik edilesi bir duyarlılık bu, ellerinden öpüyorum Cevat Amcanın…
Kendisi öyle içten, öyle ince biri ki evinin bahçesindeki ağaçların her birine bir büyük edibimizin adını vermiş.
Birileri çıkıp “Yahu dizinin içinde İstanbul’dan başka daha bir çok değere hakaret var. Neden onlarla ilgili bir şey söylememiş?” diyebilir, Cevat amcanın neden onlarla ilgili de suç duyurusunda bulunmadığını sorabilir.
Biz de adettir ya, hem hiçbir şey yapmaz hem de yapanın yaptığını küçültmeye, aşağılamaya çalışırız…
Onlara şöyle söyleyelim… “Cevat Amca popüler kültürün kirli saldırısına karşı o yaşında bu kadarını yapabildi, sen de geri kalanını yap kardeşim…”
“Tutan mı var?”
Kimileri de alay etmişler Cevat amcanın yaptığı başvuru ile.
Cevat amca “O Ses Türkiye” elemelerine katılsa, bir videoda şaklabanca şeyler yaparak ülke gündemine gelse, hiç sorun olmazdı. Kimse garipsemez “Bu yaşında yaptığı şeylere bak!” demezdi. Ama sen misin “durup ince şeyleri anlamaya çalışan…”
Sen misin Fatih’in emaneti “Aziz İstanbul’u”, “Zalim İstanbul” yapamazsınız diyen.
Sen misin toplumun çoktan unuttuğu inceliklerin hala yaşanabildiğini insanlara hatırlatan…
Böyle kepaze tepkilere şaşırmıyoruz artık.
Popüler kültürün muzahrafatıyla yürekleri tıka basa dolmuş insanlardan, Cevat amcanın dert edindiği şeye saygı duymalarını ve anlamalarını beklemiyoruz.
Keşke herkes, 77 yaşındaki Cevat amca gibi son derece duyarlı bir zihinle popüler kültür ürünlerini tetkik etse ve tepkisini gösterse. Özellikle milletin vekilleri, kurumların yöneticileri ve başta ben medyanın temsilcileri… Birinin görmediğini diğeri görse ve şikayetlerin ciddiyetle gereği yapılabilse.
Daha nezih, daha yaşanabilir bir toplum olmaz mıydık?