Hasan KARAKAYA

Hasan KARAKAYA

Yoldaş ve candaş medya... İşime gelmeyeni görmem abi!

Yoldaş ve candaş medya... İşime gelmeyeni görmem abi!

Kurt, kuzuyu yemeyi kafasına koymuşsa; bin dereden su getirir, bahane üstüne bahane üretir... Bu "bahane"lerden hiçbirinin ayağı yere basmasa da, "kurt" için bunların önemi yoktur... Çünkü, kurdun "karnı aç"tır... Açlık duygusu, bir "saldırı şehveti"ne dönüşmüştür... Gözü, hiçbir şeyi görmez... Çaresi yok, kuzuyu yiyecektir.
Evet, "masal"lardaki "kurt-kuzu hikâyeleri" böyledir... Hani, "Suyumu bulandırdın"la başlayan hikâye var ya, işte o ve diğerleri...

BÜŞRA'YI REDDEDEN MAN KAFASI!
Peki söyler misiniz;

Kurt ve kuzu arasında geçen bu hikâye, "insanlar" için de geçerli değil midir?.. "Yeme şehveti"ne kapılan insanların gözleri de kararmaz mı?..
"Yeme şehveti"ne kapılan "kurt" gibi, insanlar da "saldırı şehveti"ne, "muhalefet şehveti"ne kapılabilirler ve gözleri hiçbir şeyi görmez olur...

Gözleri o kadar körleşir ki;
Meselâ, Endüstri Mühendisliği 1. sınıf öğrencisi Büşra Nur Uslu'nun yaşadığı "staj serüveni"ni görmezler!..

Görmezler, çünkü;
Büşra Nur Uslu, hem "başörtülü"dür, hem de onun "staj başvurusu"nu reddeden kurumun adı MAN'dır!.. Eh, MAN da; verdiği ilan ve reklamlarla medya için "büyük bir mangır kapısı"dır!..

MAN'a cephe almak,
Elbette "mankafa"lık olur!..

Ancak, bir "mankafa"dır ki; MAN'ı karşısına alır ve kendi topuğuna kurşun sıkar!.. Sadece "kendi topuğuna" değil, "gazete veya televizyonunun menfaati"ne de kurşun sıkmış olur!..
Dolayısıyla, Büşra Nur Uslu'ya sahip çıkıp "MAN kafası" ile uğraşmaktansa, en iyisi görmezden gel, bu konuya girme!..

Bırak; ne hâli varsa, görsün!..
"Duyarlı gazeteler" hariç, Büşra'nın yaşadıklarını maalesef gören olmadı... Büşra; MAN'ın İnsan Kaynakları Müdürü Serdar Kamışlı'ya gitmiş, "MAN'da staj yapmak istediğini" söylemiş, Serdar Kamışlı da onun "başörtülü" olduğunu görünce; "Staj başvurusu evraklarınızı alamam!.. Yönetim kurulumuzun aldığı karardan dolayı, bu kıyafetinizle bu tesislerde staj yapamazsınız" demiş, kimin umurunda?..

Görme!.. Duyma!.. Yazma!..
Öyle ya; "ilân-reklâm" gelecek bir MAN'a, hiç cephe alınır mı?..

Cephe alınırsa;
Bunun adı "mankafa"lık olmaz mı?!?..

STAJ DEĞİL, STAR OLSA!
Büşra, başındaki "örtü" ile, MAN'a "staj" başvurusu yapmaya değil de "kamyon veya otobüs almaya" gitseydi, "MAN kafası" acaba böyle mi davranırdı?

Derler miydi;
"Senin başın örtülü!.. Biz size kamyon da satamayız, otobüs de!.."

Elbette demezlerdi!..
O halde soralım;

"Hangi ülkede, kimi reddediyorsunuz?"
Gelelim, bu olayı görmezden gelen "gazete" ve "televizyon"lara...

Bir çift söz de onlara!..
Büşra Nur Uslu, eğer "staj yapmak" değil de "star olmak" isteseydi ve reddedilseydi, acaba yine ilgisiz kalır mıydınız?.. Yoksa, röportaj için bir "kamera ordusu" mu gönderirdiniz ona?!?..

İş, "başörtüsü"ne gelince;
Görme!.. Duyma!.. Yazma!..

HUKUKÇU MU, DARBECİ Mİ?
Gelelim, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kabasakal mıdır, Karasakal mıdır, Kocasakal mıdır nedir, soyadını bir türlü ezberleyemediğim şahsın söylediklerine...

Efendim; "Genç Siviller" adlı grup, 2009'da Taksim'de yürüyüş yapan İstanbul Barosu avukatlarını protesto için; "Darbeci Baro Taksim'e hoş geldin" yazılı bir pankart açmıştı ya, işte bu Baro'nun başkanı; "Balyoz Darbe Plânı sanıklarına açık destek" vermekle kalmamış, hızını alamayıp, TSK'ya da dümdüz gitmiş;
"Biz zannettik ki, ordumuz var... O güçlü ordu bizi korur... Artık TSK vesaire yerine, Türk silâhsız kuvvetleri var!!!"

Yani, demek istiyor ki;
"Biz varız!.. Baro var!"

Breh!.. Breh!.. Breh!..
Aslında, Ümit Karasakal'ın "militan hukukçu"luğunu takdir etmek gerekir... 

Öyle ya; 
Bay Kocasakal, "gözlemci" olarak bulunduğu Balyoz Dâvâsı'nda, mahkeme heyetiyle tartışmış, "sanıkların ceza almamaları" için de, "duruşmalara avukat görevlendirme" uygulamasına son vermişti.

DARBECİLİK "GEN"LERİNDE!
Bununla ne kadar böbürlense de, gözlerden kaçırdığı bir şey var... Bu tavır, yeni değildir... Bu "darbe yanlısı" tavır, İstanbul Barosu'nun "gen"lerinde vardır... Bunu da; Türkiye Barolar Birliği Başkanı Ahsen Coşar, geçenlerde katıldığı bir "panel"de açıklıyordu...

Merhum Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rüştü Zorlu'nun idam edildiği 27 Mayıs 1960 darbesinde İstanbul Barosu'nun tutumuyla ilgili olarak, Coşar, şu ilginç anekdotu anlatıyordu:
"Türk hukuk tarihi bakımından bu önemlidir. 27 Mayıs olmuş... DP'li bakanlar hakkında ceza davası açılmış, Yassıada'da yargılama süreci başlayacak.

O tarihte İstanbul Barosu, 'İstanbul Barosu avukatlarından kim sabık ve sakıtları savunmaya kalkarsa, onun hakkında disiplin soruşturması açacağız' kararı aldı.
Aynı tarihte Ankara Barosu ise 'Hayır biz öyle bir tasarrufta bulunmayız' kararı alınca baroda bir çalkantı yaşanıyor. Ve genel kurul toplanıyor. Genel kurul sonunda Ankara Barosu, kendi avukatlarını serbest bırakıyor. Bu, hukuk tarihi açısından çok önemlidir.

Böyle bir şey olabilir mi?
'Benim baroma kayıtlı hiçbir avukat DP milletvekillerini savunamaz' diye karar çıkartıyorsun. Savunma hakkı evrenseldir. Sen nasıl bunu yasaklayabilirsin? Bu anlattığım İstanbul Barosu'nun kayıtlarında mevcuttur."

Demek oluyor ki;
Genç Siviller, o pankartı boşuna asmamış... Baro; meğer "bugün" değil, "dün" de "darbeci"ymiş!..

Zaten "darbeci" olmasalardı, "28 Şubatçı generaller"in yaptığına heveslenip, "başörtülü" avukatlara seminerleri bile yasaklamaya kalkmazlardı!..
Eee, boşuna dememişler;

"Kırk yıllık Yani
Hiç olur mu Kani?"

Genlerinde "darbecilik" olan bir Kocasakal'dan da olsa olsa, bu kadar "hukukçu" olur!..
"Darbeci" baronun, 

"Militan" başkanı!..
Tencere yuvarlanmış kapağını bulmuş!..

HEMCİNS DAYANIŞMASI!
Ne var ki;

Bay Ümit Kocasakal'ın TSK'yı "yok" sayıp; "Artık TSK yerine silahsız kuvvetler var" sözünü, "televizyon"lar ve "gazete"ler, yani "kalemli kuvvetler", her nedense görmezden geldiler!
Görmediler!.. 

Duymadılar!.. 
Yazmadılar!..

Peki; "duyarlı medya" haricindeki "yoldaş ve candaş"lar niye yüklenmedi Kocasakal'a?..
Yüklenmediler, çünkü;

"Hemcins"ler!..
Yanlış anlaşılmasın, "hemcins" ifadesini, yalnızca "aynı cinsten", yani "aynı kafadan" anlamında kullandım!..

Malûm, eğer "sapık" değillerse; "hemcins"lerin, birbirlerine karşı "şehvet" duymaları mümkün değildir!..
"Baro" ve "yoldaş medya" da; "hemcins" olduğundan, yani "aynı kafada" olduğundan, "ETÖ ve Balyoz" dâvâlarına aynı pencereden bakıyor!.. Eğer Kocasakal'dan "farklı" düşünselerdi var ya; onun, "TSK'ya dil uzatan dilleri"ni anında boğazına sokarlardı!..

Gelin, görün ki; kendileri de, aynen Ümit Kocasakal gibi düşünüyor!..
Onun için de; "hemcins"lerinin cür'etini görmediler, duymadılar!..

OKULLARDA SÜT DEVRİMİ
Ama, dün; ellerine öyle bir fırsat geçti ki; görmekle ve duymakla kalmayıp, yedi düvele duyurmak için var güçleriyle bağırdılar!..

Malûm, "süt dağıtımı" olayı!..
Hatırlarsınız; "28 Şubat Darbecileri"nin talimatıyla başlatılan "8 Yıl Kesintisiz Eğitim" uygulaması esnasında, "çağdaş eğitim" görecekleri iddia edilen öğrenciler, "ahırdan bozma sınıf"larda, "at, eşek, öküz ve inek"lerle bir arada eğitim görmüşlerdi.

14 yıl önce, "ahır"larda "inek"lerle birlikte ders gören öğrenciler; bugün "modern sınıf"lara kavuşmakla kalmadılar, 14 yıl önce bir arada oldukları ineklerin "süt"lerini içmeye başladılar...
Bu, gerçekten de "devrim"dir!..

Düşünebiliyor musunuz;
"Ahırdan bozma sınıflar"da, çocuklarla bir arada bulunan "inek"lerin "süt"leri, bugün çocuklara içiriliyor...

BU İŞTE BİR BİT YENİĞİ VAR!
Uygulama dün başladı...

Ki, bu uygulama "iktidarın artı hanesi"ne yazılacak çok güzel bir icraattı...
O halde ne yapılmalıydı?..

"Darbeci Baro" ile "hemcins" olan "yoldaş" ve "candaş"lar; etlerinden et koparılıyorcasına çığlıklar atmaya başlamalıydı!.
Ki, dün onu yaptılar;

"Sütler çocukları zehirledi!..
Şu kadar ilde, şu kadar çocuk içtikleri sütten zehirlenince, hastanelere kaldırıldı!.. Birçok öğrenciye serum takıldı... Aileler panikte!"

Hooop, n'ooluyoruz yahu?..
"Örtü yasakçıları" ve "darbe yandaşları" gibi "sütübozuk"lara gıkını çıkarmayanlar, "süt" olayını, niye bu kadar büyüttü?..

Ortada "zehirlenme" filân olduğunu sanmıyorum.. Bu olayı birileri tezgâhladı ve "süt dağıtımını sabote etmeye" çalıştı ama, kim onlar?.. "Süt firmaları" mı, "bazı okul yöneticileri" mi, yoksa "medya" ile işbirliği yapan "derin bir güç" mü?..
Öyle olmasa;

"AK Parti İktidarı'nın en önemli icraatlarından biri" olan ve dün başlayan "çocuklara süt dağıtımı" haberleri; "yoldaş ve candaş televizyonlar"da; hem de "ilk haber" olarak; "Şu kadar çocuk, içtikleri sütten zehirlendi" denilerek verilmezdi!..
Bana öyle geliyor ki;

Bu işin altında bir bit yeniği var... Onu bulmak da, "vali"lerin işidir.
Aslında var ya; ortada bu kadar büyütülecek, köpürtülecek bir şey yok!..

İşte, rakamlar ortada...
Türkiye'de "32 bin 500 okul" var... Bu okullarda "7 milyon 200 bin öğrenci" okuyor... Dün, işte bu "7 milyon 200 bin öğrenci"ye süt dağıtıldı...

Ama, "sütten zehirlenme" iddiası, sadece "6 il"den gelmiş!..
Diyarbakır'da "süt" dağıtılan "230 bin öğrenci"den, sadece 100 kadarının midesi bulanmış!..

Şunu demeye çalışıyorum:
Hani; "çamur at, tutmazsa izi kalır" diye bir atasözümüz var ya; "süt dağıtımının ilk günü"nde atılan bu "zehirlenme" çamuru da; evet tutmayacaktır ama izi kalacaktır!..

Anlaşılan o ki;
"Yoldaş" ve "candaş"lar, "hemcins"leriyle birlik olup, "iktidarı yıpratmayı" kafalarına koymuşlar!..

"Öfkeden kudurmuş" gibi "şehvetle" saldırdıklarına bakarsanız, belli ki "organize" oluyorlar!..
"Süt" filan, bahane!..

Hedefleri Hükümet!..


Devletin malı deniz!..

Biliyorsunuz; hayli uzun süren dünkü Bakanlar Kurulu toplantısında; hem "süt dağıtımı", hem de "tiyatro"lar meselesi görüşülmüş...

Yine biliyorsunuz ki; Başbakan Tayyip Erdoğan; daha önce yaptığı konuşmada, "Devletin tiyatrosu olmaz" demişti... Ben de aynı görüşteyim... Gerçekten de, "devletin tiyatrosu" olmaz!..

"Devletin operası" da olmaz!.. "Devletin balesi" de olmaz!.. "Devletin orkestrası" da olmaz!..

Ama, olmuş işte... Peki, ne zaman olmuş?.. Gariban milletin "bir avuç buğdaya muhtaç" olduğu günlerde, bunlar Batı'tan ithal edilmiş!.. Anlayacağınız; "karnı aç" millete "opera" dinletmişler, "bale" izletmişler!.. "Sivas, Sivas olalı böyle zulüm görmemiş" ama, ne yapalım ki, bizimkiler "Batılılaşıyor!" 

"Türkü" yasak, "şarkı" yasakmış ama "opera" serbestmiş, iyi mi?!?..

Her neyse, geldik bugünlere... Demek istiyorum ki; eğer "devletin tiyatrosu, operası, balesi ve orkestrası" olacaksa, bu kapsam daha da genişletilmeli ve meselâ "Bedri Baykam" gibi "kifayetsiz ressam"lar da "devlet ressamı" yapılıp, "resimlerinin satmadığına" bakılmadan, kendilerine "maaş" bağlanmalıdır... 

Hatta, onunla yetinmeyip; "devlet türkücüleri" ve "devlet popçuları" da olmalıdır!.. Liste uzatılabilir.

Nasıl olsa, devletin malı deniz, yemeyen keriz!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
OKUYUCULARIMIZIN DİKKATİNE !... Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.
Hasan KARAKAYA Arşivi