2009 Çanakkale Anılarım 2. bölüm
Çanakkale savaşı; I. Dünya Savaşı sırasında 1915-1916 yılları arasında Gelibolu Yarımadası'nda Osmanlı Devleti ile İtilaf Devletleri arasında yapılan deniz ve kara muharebeleridir. İtilaf Devletleri'ce; Osmanlı Devleti'nin başkenti konumundaki İstanbul'u alarak boğazların kontrolünü ele geçirmek, Rusya'yla güvenli bir tarımsal ve askeri ticaret yolu açmak, Alman müttefiklerinden birini savaş dışı bırakarak İttifak Devletlerini zayıflatmak amacı ile açılan cephe. 19 Şubat 1915’te’’Boğazlara hakim olan dünyaya hakim olur’’ düşüncesiyle yola çıkan düşman kuvvetlerinin boğazdaki tabyaları top ateşine tutarak bu vahşeti başlatmış oldu.
İşte bu cephede yaşanan savaşı, vahşeti ve yeniden var olma savaşının başlamasını büyük şair Mehmet Akif ERSOY Çanakkale şehitlerine adlı şiirindeki şu mısralarıyla anlatmıştır.
“Şu Boğaz Harbi Nedir? Var mı ki dünyada eşi?
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi,
-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya’’
İşte böyle başladı yeniden var olma mücadelesi.
Müzeye girdiğimizde ilk şoku yemiştik. Muhteşemdi gördüğümüz şey. Çanakkale şavaşını maketlerle anlatılmış birde görkemli heykeller. Özelliklede biri vardı ki 215 okka (276 kilo) ağırlığındaki mermiyi topun ağzına koyarak donanımlı düşman gemisini vurarak şavaşın kaderini değiştiren 1889'da Balıkesir'e bağlı Havran ilçesinin Çamlık köyünde dünyaya gelen Seyit, çocukluğundan itibaren gürbüz yapısı ve pehlivanlığıyla dikkatleri çekmiştir. Bu vasfından dolayıdır ki asker ocağında kendisine pehlivanlığına izafeten "Koca" lakabı verilmiş ve "Koca Seyyid" diye tanınan Seyyid onbaşıdan başkası değildi. Büyük bir kahramanlık hikayesiydi bu. Daha binlerce kahramanlık hikayemiz vardır. Rehberimizin engin bilgileri eşliğinde müzeyi gezdik. Zamanımız dardı ama göreceğimiz yer dinleyeceğimiz o kadar çok hikaye ve gerçek vardı ki savaşa dair. Oradan ayrıldık. Şehitliklere doğru yol aldık. Arabada seyir halindeyken rehberimiz arabada da anlatıyordu bizde can kulağıyla dinliyorduk. Hiçbir konuyu atlamamız gerekiyordu. Bu bizim için önemliydi. Bir gün öncesinde zirve yapıp döndüğümüz için çok yorgunduk. Buna rağmen heyecanımızı hiç kaybetmedik. Çünkü nasıl yeniden doğduğumuzu öğrenmek için gelmiştik. Gelibolu tarihi milli parkına yavaş yavaş giriş. Bu park, Doğal ve kültürel değerleri yanısıra dünya savaş tarihi açısından büyük önem taşıyan ve Mustafa Kemal komutasındaki Türk ordu birliklerinin dünyayı şaşırtan cesaret ve kahramanlıklarının sergilendiği Çanakkale Savaşlarının izlerini ve anılarını korumak amacıyla 1973 yılında Milli Park ilan edilmiştir. Parkın kara sınırlarını Gelibolu Yarımadası'nın Saroz Körfezindeki Ece Limanı ile Çanakkale Boğazında yer alan Akbaş İskelesi arasında çizelecek bir hat oluşturur. Seddülhabir Köyü çevresindeki Tekke ve Hisarlık Burunları, Ertuğrul, Morto, İkiz koyları, Alçıtepe, Kerevizdere, Zığındere ile kuzeydoğuda yer alan Arıburnu, Conkbayırı, Kocaçimen, Kanlısırt, Anafartalar ve Suvla koyları, savaşın cereyan ettiği başlıca alanlardır. 250.000′i aşan şehidimiz için muhtelif yerlerde 37 adet Türk anıt, kitabe ve şehitliği ve yine 250.000′i aşan Avustralya, Yeni Zelenda, İngiliz ve Fransız askerlerine ait 33 adet savaş mezarları ve anıtları sınırları içersinde barındırmaktadır. Her biri ayrı bir kahramanlık örneği olan bu şehitliklerin en önemlisi Morto Koyu'nda, Hisarlık tepe üzerinde tüm şehitlerimizin anısına dikilen ÇANAKKALE ŞEHİTLER ABİDESİ'dir.
Güneş yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Fakat hala soğuktu yüzümüze değen esinti. Zamanımızın elverdiği süre içerisinde sırasıyla bütün cepheleri, şehitlikleri geziyorduk.
İsimsiz Yüzbaşı Şehitliği
Çanakkale Savaşlarını kanları ile tarihe yazan kahraman şehitlerimizden İsimsiz Yüzbaşı Şehitliği’ne Çanakkale'den Eceabat'a arabalı vapur ile geçip vasıtanızla sola, Kilitbahir yönüne hareket ettiğinizde, 500 m. sonra Milli Parklar Müdürlüğü'nün Milli Park Bahçesi yol kenarındadır
Conk Bayırı Anıtları
1.Anıt
M.Kemal Atatürk 25 Nisan 1915 sabahı Conkbayırı'na doğru ilerleyen düşmana karşı 57. P. Alayı ile taarruza başlarken ; "Ben size taarruzu emretmiyorum ölmeyi emrediyorum, biz ölünceye kadar geçecek zaman zarfında yerimize başka kuvvetler gelir, başka komutanlar hakim olabilir." emrini vermiştir. Bu coşku ile şahlanan Mehmetçikler taarruzları ile düşman Cesarettepe'ye kadar geri atmışlardır.
2.Anıt
10 Ağustos 1915 sabahı Türk karşı taaruzu, siperler yakın olduğundan süngü hücumu ile başlamıştır. Düşman donanma topçusunun yoğun ateşi altında cehennemi bir hal alan Conkbayırı'ndaki muharebeler sırasında gözetleme yerinden bir an bile ayrılmayan Anafartalar Grup K. Albay Mustafa Kemal'in bir şarapnel misketi ile parçalanan cep saati hayatını kurtarmıştır.
3.Anıt
Düşman kuvvetlerinin, Gelibolu yarımadasının en önemli bölgesi ve doruk noktası olan Conkbayırı'nı ele geçirerek Türk kuvvetlerini ikiye bölmek ve Çanakkale Boğazı'nı ele geçirmek amacıyla giriştikleri devamlı saldırıları kahraman Türk askerinin büyük cesaret ve gayretle yaptığı savunma karşısında başarısızlıkla sonuçlanmışlardır. Bu bölgede cereyan eden muharebelerde Türk ordusu 9200 şehit, düşman 12.000 kayıp vermiştir.
4.Anıt
Arıburun'daki düşman kuvvetleri, aldıkları takviyeler ile daha da güçlenmiş olarak 6 Ağustos günü Conkbayırı'na doğru yeniden taarruza başlamışlardır. Gece gündüz aralıksız devam eden kanlı muharebeler sonunda iki taraf da ağır kayıplar vermiş ve Türk askeri, düşmanı 9 Ağustos 1915 akşamı Conkbayırı tepeler hattına 25 m. mesafede durdurmayı başarmıştır.
5.Anıt
19. Piyade Tümen K. Kur. Yarbay M.K. Atatürk 25 Nisan 1915 günü düşmanın Arıburun'a çıkarma yaptığını öğrenince kendi inisiyatifi ile 57. Piyade Alayını bölgeye sevk etmiş, bu arada kıyı örtmesi yapan, cephanesi bitmiş çok az sayıdaki ere yaptıkları süngü hücumu ile kazanılan zaman içinde yetişen alaya mevzi aldırarak, düşmanı Conkbayırı'na ulaşmadan durdurmayı başarmıştır.
YAHYA ÇAVUŞ ŞEHİTLİĞİ
25 Nisan 1915 sabahı Ertuğrul koyundan çıkartma yapan düşmanın 3 Alay kuvvetine 63 kişilik takımı ile karşı koyan Ezineli Yahya Çavuş, gün batana kadar kahramanca çarpışarak karşı koyar. Bu kahramanlarımız o bölgeyi savunan 26. Alayın 3, Tb. 10. Bölüğünün 1. Takımıdır. İşte bu şehitliğimiz o kahramanlarımızın gül bahçeleridir.
Bir kahraman takım ve Yahya Çavuş’tular,
Tam 3. Alayla burada ,gönülden vuruştular,
Düşman tümen sanırdı, bu şahlanmış erleri,
Allah ‘ı arzu ettiler,akşama kavuştular.
KANLI SIRT ANITI
Anzak Kolordosu 6/7 Ağustos 1915'de Anafartalar bölgesine çıkartma yapan 9. İngiliz Kolordosunun hedefine ulaşmasını kolaylaştırmak amacıyla 19. ve 16. Tümenlerin savunduğu Arıburun cephesindeki Türk kuvvetlerini yerinde tutmak için taarruz etti. 16. Tümen birlikleri 4750 yaralı vermesine rağmen Kanlı Sırtı kahramanca savundu."
ARIBURNU YARLARI
19 Mayıs 1915 günü 4 Tümen kuvvetle yapılan Arıburun Taarruzları neticesi binlerce şehit verdiğimiz bu yarlar bizlere sessiz fakat görkemli duruşu ile o günleri yansıtmaktadır. Biraz ileriye deniz tarafına baktığımızda düşmanın 25 Nisan 1915'de çıkartma yaptığı Anzak koyunu görmekteyiz.
ÇANAKKALE ŞEHİTLİĞİ
Mayıs 1992'de yapımı tamamlanan bu şehitliğimizde, vatan, namus ve din uğruna canlarını vermek için imparatorluğun dört bir köşesinden gelen kahramanların mezar taşlarını okuyoruz. Trablusgarp, Cezayir, Silistre, Üsküp, İşkodra, Selanik, Kudüs, Şam... daha bunun gibi birçok ulustan gelen askerlerin şehit olduğu bir şehitlik. Bir çoğuda ne için buraya geldiğini bile bilmeden namlunun karşısına geçmiştir.
ÇANAKKALE ABİDESİ
Seddülbahir'e 500 m. kala sola dönerek Morto koyu yamaçlarında yükselen Eski Hisarlık tepesine geliyoruz. Bu tepede 300,000 kahraman şehidimiz adına 1954'te başlayıp 1960'da tamamlanan, 25X25 m. kaide üzerine 4 ayak üzerine oturtulan, 41,70 m. yükseklikteki anıtımızı görmekteyiz. Anıtın altında bulunan savaş müzesini yansıtan objeleri heyecanla inceliyoruz. Misketli mermiler, üçgen çiviler gibi.
Bunlar ziyaret ettiğimiz sadece birkaç şehitlik ve anıtlardan birkaçı idi.
Hepsinde de bambaşka ruhlara bürünüyordu bedenimiz.Çanakkale’de yaşanan savaş değildi metre karesine binlerce askerin şehit olarak düştüğü yer ne savaş yeri idi ne de gerçekleşen olay savaştı.
‘’Çehreler başka, lisanlar, deriler rengarenk.
Sade bir hadise var ortada : Vahşetler denk.’’
Milli şairimiz M.Akif ERSOY’unda dizelerinde anlattığı gibi bu bir vahşetti
ayağımın değdiği yerden binlerce şehidin kanı fışkıracakmış gibi hissediyorduk. Bu tarifsiz bir duyguydu. Her adımda bir destanın yazıldığı topraklara ve geçmişe sahip olmak gurur vericiydi. Ziyaret ettiğimiz her yer için rehberimiz öyle şeyler anlatıyordu ki bir an kendimi şöyle düşünmekten kendimi alamıyordum. Acaba ben ve bu vatan üzerinde yaşayan herkes, şimdi böyle bir savaş olsa atalarımızın yaptığı gibi savunurmuyduk bu vatanı. Ben size savaşmayı değil ölmeyi emrediyorum diyen bir başkomutanımız olur muydu? Her Türk insanı mutlaka ömründe bir defada olsa gelmeliydi, bu ruhu tatmalıydı ki yarına bambaşka gözle bakabilsin. Burası bizim yeniden varolduğumuz bir yerdi. Ben ve yol arkadaşlarım bu şanslı insanlardan sadece bir kaçıydık.
Bizimki geçmişte kendimizi bulmaya yapılmış bir yolculuktu. Bu yolculuk esnasında hem yorulmuş hemde çok acıkmıştık. Arabada kimin çantasında ne var ise paylaşmaya başladık. Bu gezi esnasında buradan bir anı götürmek için eşimize ailemize ve sevdiklerimize çeşitli hediyeler aldık ama daha hediye faslı bitmemişti kalan kısmı aynalı çarşıya sakladık.
Havada yavaş yavaş perdelerini üzerimizden çekmeye başlamıştı. Dönme vakti gelmişti. Dönüşe geçmiştik ki bu esnada bile yol üzerindeki şehitlikleri anıtları ziyaret etmeyide ihmal etmiyorduk. Her uğradığımız yer bize bambaşka eşsiz duygular tattırıyor sanki gözümüzün önündeki perdeleri bir bir çekiyordu. Son durağımız ise Biga ilçesindeki ulu önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK’ün savaş esnasında kaldığı ve karargah olarak kullandığı ATATÜRK evi müzesiydi.
Her yer şanlı bayrağımızla donatılmıştı. Taş döşenmiş yollar o döneme ait eski yapı evler buram buram Anadolu kokuyordu. Dar taşlı yollardan ilerleyerek evin önüne geldik. Tahta bahçe kapısından içeri girdiğimizde öyle bir hava hakimdi ki bir an karşımıza ulu önderimiz Mustafa Kemal ATATÜRK çıkacak ve mağrur ve kararlı bakışlarını bize doğrultarak hoş geldiniz diyecekmiş gibiydi. Çok heyecanlıydım. Şaşkındım. Hemen eve girdim. Her köşesini görmek istiyordum, kaçırdığım hiçbir şey olmamalıydı. O sırada kameramı açmayı unutmuşum. Vakit kaybetmeden açıp kayda başladım. Bu benim, yarınlarım için önemli bir andı. Sindire sindire gezdikten sonra ayrıldık. Çanakkale içine geldiğimizde buradaki deniz müzesini ziyaret etmek için arabadan indik ve doğruca müzeye gittik. Fakat müzede bizi kötü bir sürpriz beklemekteydi. Çünkü müze ziyarete kapalıydı. Sadece açık hava müzesini ve fotoğraf sergisini gezdik.
Bahçede büyük ihtişamıyla karşımızda dimdik ayakta duran
Gizlice Karanlık Limana 26 mayını dökerek düşmanın deniz harekatını düğümleyen şavaşın kaderini değiştiren 1913'te almanya'da inşa edilmiş, 42 m. boy, 7.5 m. eninde 370 gros tonluk ağırlığındaki NUSRET MAYIN GEMİSİNDEN başkası değildi. Savaş sırasında geminin Komutanı Dnz. Bnb. Nazmi Bey, Gemi Komutanı Yzb. Hakkı Bey ile kahraman 54 kahraman er personeli ve 9 subay personeli bulunmaktaydı.
Açık hava müzesinide gezdikten sonra yolumuz türkülere konu olmuş
Aynalı Çarşı, (Passage Hallio) Çanakkale'de bulunan kapalı çarşı. 1890 senesinde şehrin Musevi cemaatinin ileri gelenlerinden Eliyau Hallio tarafından yaptırılmıştır.
Çarşıya girdiğimizde her yer ayna ve Çanakkale’ye özgü hediyelik eşyalarla doluydu. Herkes bir dükkana girmeye başladı. Yarım kalan hediyelik eşya işini tamamlamak istiyorduk. Bu işi de tamamladıktan sonra artık yemek yemenin vakti gelmişti. Yemek yiyeceğimiz yer Çanakkale Öğretmen Evi idi. Öğretmen evine giderken başımın belası dediğim, her aklına geleni yapmak istemesiyle belleğimde yer edinen müzik hocasının illaki kokareç yiyeceğim diye tutturmasından hiç bahsetmeyeyim.
Öğretmen evinin lokanta bölümüne geldik ve herkes siparişini verdi. Yemeğin gelmesini beklerken uzun bir sohbet başladı bize ait iki masada herkes birbirleriyle daha iyi kaynaştı. Beni şaşırtan İstanbul’dan gelen arkadaşımın kısa bir sürede gruptakilerle samimi olması idi. Herkesle sohbet etmeler, onları kırmadan düzeyli bir şekilde takılması beni çok mutlu etmişti. Bir ara gencecik delikanlı olan şoförümüz Ali’yle atışması güzel bir olaydı. Yemeklerimizi yedikten sonra bir çay içmeliydik. Çünkü çayın merkezinden geliyorduk. Çay bizim için her şeydi. Çay içilen kısıma indik burada birer bardak çayımızı içtikten sonra saatte fazlasıyla ilerlemişti. Biz direk kaldığımız yer olan il spor müdürlüğünün güreş salonuna gittik. Orada biraz takıldık. O günde takımımın (ben fanatik bir Galatasaraylıyım) kupa maçı vardı. Haliyle erkek arkadaşlarımız maç izlemek istiyordu. Haklılardı. Bende olsam onların yerinde böyle bir maçı kaçırmazdım. Yine devreye müzik hocam girdi. Daha önce görmüş olduğu bir duyuruyu göstererek buraya gidelim dedi. Fakat çoğu arkadaş bunu istemiyordu. Bizde maça gidenler ve konsere gidenler olarak iki grup olarak ayrıldık. Bende konsere gidenler kısmına katıldım. Biletlerimizi aldık. Üniversitenin konser salonuna gittik ve ufak bir yer krizinden sonra yerlerimize oturduk. Yorgunluğun üzerine aslında sanat müziğide çekilmiyordu. Yorgunluktan gözlerim kapanıyordu. Kendimi zor tutuyordum. Yinede konseri sonuna kadar izledim. Harika bir konserdi. Eğlendimde. Konserden sonra doğruca kıyıdaki Truva Atı'nın olduğu meydana gittik. Burada da Çanakkale’nin dünya tarihinde başka nasıl yer aldığını görmekteydik. Çanakkale’nin bilinen en eski adları Dardanelles ve Hellespontos’dur. Tarihte TRIO savaşlarının yapıldığı yerdi Çanakkale. Kısaca TRIO savaşının sebebi: Tanrı Zeus ile Leda'nın kızı Helena evlenecek yaşa gelince Akhaların önde gelenleri Tündareos'un sarayına giderler. Burada Tündareos ya da Helena'nın seçimiyle, Menelaos Helena'nın kocası olur. Daha sonra Tündareos ölünce Sparta Krallığı Menelaos'a kalmıştır. Efsaneye göre, savaşın nedeni ise Iolkos Kralı Pelans ile Thetis'in düğünlerine davet edilmeyen kavga tanrıçası Eris'in, sinirlenip bir oyun düzenlemesi ve Hera, Afrodit ve Athena'nın oturduğu ziyafet sofrasına, üzerinde 'en güzele' yazılı bir elma atmasıyla başlar. Elmanın kimin olduğu üzerine 3 güzel tartışmaya başlarlar ve Zeus'tan bu sorunu çözmesini isterler. Zeus işin içinden çıkamayınca, çareyi Troya Kralı Priamos'un oğlu Paris'i rehber ilan etmekte bulur. Güzellerden her biri kendisini seçmesi için Paris'e bir şey vaat ederler. Athena ona savaşta yenilmezlik gücü vereceğini vaat eder. Hera Paris'i Asya'nın hakimi yapacağını söyler. Paris Afrodit'e kanar ve dünyanın en güzel kadınını elde etmek için Afrodit'i yarışmanın birincisi seçer. Bu güzel kadın Sparta Kralı Menelaos'un karısı Helen'di. Paris, Afrodit'in yardımıyla Sparta'ya gider, Helen'i kaçırır, prensi olduğu Troya şehrine geri döner. Bunun üzerine hakarete uğramış Menelaos, Akha ordularını toplayarak Troya'ya savaş açar. Böylece 10 yıl sürecek Troya savaşı başlamış olur. HOMEROS’un İlyada destanında da anlatılmıştır. TRUVA ATI ise bütün görkemiyle öylece karşımdaydı.Bir tarih geçmişti hayatından.
Hikayesi ise
Kenti savaşla fethedemeyeceklerini anlayan Akhalılar tanrılara danışarak bir hile hazırlarlar. Tahtadan bir at yaparak içine yaman askerlerini gizleyerek atı orada bırakıp gemilerine binerek denize açılırlar. Oysa gemiler Bozcaada taraflarında gizlenmişlerdir. TRIO’lar gece karanlığında tahta atı bir savaş ganimeti olarak surlar içine alırlar ve zafer eğlenceleri başlar. Savaşın yorgunluğu kutlamalarda su gibi içilen şarabında etkisiyle uykuya dalarlar. At içine gizlenen askerler herkes uykudayken sessizce kentin kapılarını açarlar. Gece karanlığında geri dönen donanma kente girip büyük bir katliam yaparlar. Öldürülemeyen kadınlar ise tutsak alınır. Akhalılar savaşla alamadıkları kenti hileyle almayı başarmışlardır.
Meydanda bizim gibi birkaç grup daha vardı müzik eşliğinde oyunlar oynayıp eğleniyorlardı. Tabiki biz Karadenizliydik. Kanımız kıpır kıpırdı. Hemen oyunun ortasına attı arkadaşlar kendilerini. Birden müziğin ve oyunun seyri değişti. Çanakkale gümbür gümbür kemençe sesiyle inliyordu. Talat arkadaşımızın muhteşem kolbastı gösterisinden sonra meydandaki kalabalığın bir çoğu kolbastı oynamaya başladı. Herkes kendinden geçmişcesine kolbastı oynuyordu. Şoförümüzün müziği değiştirmesiyle milli oyunumuz horona döndük . BEYSO’cularda bizimle birlikte horon oynuyorlardı. Caddeden geçen herkes durup bizi izliyordu. Oyundan sonra, meydandaki küçük açık hava müzesini gezdik ve şu bir gerçekti ki Çanakkale sadece bizim değil dünya tarihinin doğduğu yerdi.
Boşuna söylenmemişti,
‘’Dur yolcu,
Bilmeden gelip bastığın,
Bu toprak,
Bir devrin battığı yerdir.’’
Bütün sancıları çekerek,yeniden doğmak bu olsa gerek.
Ayağımızın değdiği yer geçmiş,
Hissettiğimiz gelecek,
Dökülen bir damla kandan,
İlelebet bağımsız bir milletin, bir ülkenin doğduğu yer ÇANAKKALE.
Damarlarımızdaki dolaşan kanın doğduğu yer ÇANAKKALE.
Saatte epey ilerlemişti. İstanbul’dan gelen arkadaşım saat 13.00 gibi ayrılacaktı bizden. Birkaç kişi haricinde diğerleriyle vedalaştı ve otobüs firmasının yazıhanesine doğru yol aldık. Bir taraftan sohbet ediyorduk. Yine müzik hocamız tutturdu kokareç yiyeceğim diye. Onu yiyecekti. Bekleme esnasında bir pastaneye oturduk. Birer porsiyon tatlı yedikten sonra yazıhanedeydik. Artık veda zamanıydı. Yolcu ettikten sonra yine gece kalacağımız yere doğru yol aldık. Sabah uzun bir yolculuk bizi bekliyordu. Dinlenmemiz lazımdı.
Sabah saat 7.00 gibi uyandık. Hazırlandık. Artık hareket vakti gelmişti bize geleceğimizi armağan eden bu şehirden. Ama henüz bu büyülü şehirde uğrayacağımız yerler vardı.
İlk durağımız BEHRAMKALE (ASSOS)
Behramkale, Çanakkale'nin 87 km güneyindeki Ayvacık ilçesinde bulunan ünlü bir antik öğreti merkezidir.
Plato'nun en meşhur öğrencilerinden bir olan Aristotales, Behramkale'ye davet edilmiş, 3 yıl orada yaşamış ve öğretmenlik yapmıştır. Hermeia'nın yeğeni ile evlenmiş, bir felsefe okulu kurmuş, zooloji, biyoloji ve botanik konularında yapmış olduğu ilk çalışmalarıyla yol göstermiştir.
Assos Akropolü, deniz seviyesinden 238 m. yüksekliktedir ve Athena Tapınağı M.Ö. 6. yüzyılda inşa edilmiştir.
Assos’a geldiğimizde bizi hiç bozulmamış tarihi dokusuyla ve esmer tenli, çekik gözlü köylüler karşıladılar. Köylülerden yöreye özgü halis zeytinyağı, sabun, papatya çayı, limon kekiği ve bunun gibi şeyler aldık.
Cana yakın, misafirperver köylüleri bizlere öğle yemeği ikram ettiler. Menümüz ise tavuklu pilavdı. Cuma namazını da kıldıktan sonra ASSOS krallığının bulunduğu tepeye yol aldık.
Taş sütunlardan oluşan tapınakların, su kuyularının olduğu bir yerdi burası. Şöyle bir kafanızı kaldırıp uçsuz bucaksız sınırsızlığa baktığınızda karşımızda okul kitaplarımızda okuduğumuz bir zamanlar bizim dediğimiz Midilli adasının karlı başını görüyoruz. Herşey öyle büyüleyiciydi ki bizler sihrin etkisinde kendimizi bambaşka bir ülkede bambaşka bir zamanda hissediyorduk. Hava güneşli idi. Yolumuza uğrayacağımız yerlere kısada olsa uğrayarak devam ediyorduk. Artık yemek yeme zamanı gelmişti. Bir lokantaya girdik. O gün sporcumuz Talat’ın doğum günüydü. Yemekten sonra ona güzel bir doğum günü pastası alarak doğum gününü kutladık. Onun için büyük ve hayatında yaşadığı en farklı doğum günü sürpriziydi. Çok mutlu olmuştu.
17 Mart 2009’da başlayan geçmişte kendimizi aramak için yola çıktığımız Çanakkale faaliyetimizin son günüydü. Ertesi gün bir çok arkadaşımızın kendine ait programı vardı. Refik bankalararası futbol turnuvasına yetişecekti bu yüzden az da olsa huzursuzdu. Yeliz ve Tolga içlerine kapanmış bu bitmek bilmeyen yol zor geliyordu. Havva hanım ve Yasemin hanım hallerinden çok memnundular çünkü çok iyi anlaşıyorlardı. Yahya yolun yarısını araba kullanarak geçirdi. Cemil kendi dünyasında dışarıyla pek ilgisi yoktu. Bu uzun yolculuk esnasında Elif hocanın alçak sesle mükemmel vuruşlarıyla okuduğu şiirler dizisi görülmeye değer anlardan biriydi. İşte bu şekilde Rize’ye vardık. Güzel günler geçirmiştik ve herkesinde böyle bir faaliyetin içinde olması gerekir. Birçok engellere ve karşı çıkmalara rağmen binbir zorluklarla geçekleştirdiğim Çanakkale faaliyetimi sonlandırdım. Herkes evine gitti bense doğru işe gidip her birimiz yaşam dediğimiz karmaşanın içine saldık kendimizi.
ÇANAKKALE GEZİSİNDEN FOTOROMAN