Büyük
Türkiye kanlı bir şokla sarsıldı ve o sarsıntının etkileri de sürüyor.
Bu şoktan bir “hayır” çıkar mı yoksa işler daha da beterleşir mi şu anda hiçbirimiz bilemeyiz.
Bazen “acı” bir toplum için kader haline de gelebilir, o kadere de rıza gösterirsin.
Türklerle Kürtler “çözüm” konusunda çok becerikli değiller, sorun yaratmakta ise pek mahirler.
Kim daha “vahşi”, kim daha “barbar”, kim daha “öldürücü” yarışmasına bu kadar meraklı olunursa, vahşetin, barbarlığın, ölümün acısını da hep birlikte çekeriz.
Eğer, kimliğini ve kişiliğini “zekânda, yaratıcılığında, uygarlığa katkında” aramaz da, iki kavmin genlerine işlemiş olan “korkutuculuğunda” ararsan, ortak çözüm yerine karşındakine “diz çöktürmeyi” tercih edersen, birlikte dizlerinin üstüne çökersin.
Böyle toplumsal isterileri de öğütle falan düzeltmek de çok kolay olmaz.
Hep beraber acıya dayanamaz hale gelene kadar acıyı çekeriz.
Aklınla bulamadığını sonunda acı sana buldurur.
Şimdilik, Kürtlerle Türkler akılla bir çözüm bulamayacak gibi gözüküyor, o zaman çözümü acıyla bulacaklar, o kadar canları acıyacak ki sonunda birlikte “yeter” diyecekler.
Bir gün derler.
Acı, bütün akılsızların öğretmenidir.
Çok da başarılı bir öğretmendir, mutlaka öğretir.
O gün geldiğinde, geriye bakıp “Niye biz bunu daha önce çözmedik” diye sorarsın, cevabı da açıktır, “Çünkü çözecek kadar akıllı değildin”.
Biz, Kürtlerle Türklerin “mucizevî” bir aydınlanma yaşayıp, ortak bir çözüm bulmalarını dileyelim, tarihimizde böyle mucizeler vardır, belki gene olur.