Dersler Zorunlu mu Olmalı, Seçmeli mi?
Milli eğitim bakanı, bir kısmı önümüzdeki eğitim döneminde uygulanacak yeni bir program açıkladı. Bu on yedi yıldır açıklanan kaçıncı programdır bilmiyorum ama en azından sene ortasında şak diye uygulamaya başlanmıyor oluşunu memnuniyetle karşıladığımı söyleyebilirim.
Bu programa göre, belli sınıflar için felsefe, resim, beden ve müzik gibi derslerin zorunlu olmaktan çıkarılarak seçmeli hale getirilmesi eğitim sistemi ile ilgili yeni bir tartışmayı daha tetikledi.
Bu tartışmayı körükleyense, söz konusu dersler zorunlu olmaktan çıkarılırken din kültürü gibi derslerin zorunlu hale getirilmesi oldu.
Doğal olarak konu eğitim tartışmasının ötesine geçerek o bıkkınlık getiren ideolojik raya oturdu. “Bağnazlar ve çağdaşlar” arasında sürdüğü varsayılan, “dindar nesil” isteyenlerle istemeyenler arasındaki alışıldık çatışmaya…
Eleştirenler görüşlerini çeşitli yollarla açıkladılar.
Felsefe öğrenmenin aslında ne kadar önemli olduğu, beden eğitimi olmadan sağlıklı olunamayacağı, matematik bilmeden hiçbir şey yapılamayacağı ve fakat bu değişimle devletin çocukların elinden bu imkanı aldığına dair çok şey konuşuldu. Programın sakatlığını destekleyecek İslam bilim tarihinden yığınla örnek sunuldu…
****
Bu açıklamaların zayıf yanı, eğitim sisteminin, zorunlu hale getirdiği ya da seçmeli yaptığı dersleri hakkıyla öğretiyor olduğunu kabul ediyor olması. Bu sorunlu bir kabul ve gerçeği ıskalıyor. Asıl konuşulması gereken ülkenin en büyük insan kaynağı havuzunda yaşanan ve kesinlikle sorgulanması gereken verimsizlik.
Milyarlarca dolar yatırdığınız ama karşılığında dişe dokunur, faydalı bir çıktı alamadığınız dev bir üretim alanı gibi düşünün modern eğitim sistemini.
Eğitim sistemimizde yaşanan fayda krizini yıllar önce bir stajyer öğrenciyle yaptığım kısa konuşmayla daha önce sizlere özetlemeye çalışmıştım. İzninizle bu konuşmayı tekrar paylaşmak istiyorum.
Şöyle sordum stajyere, okulda geçen on iki yıldan sonra…Temel matematik işlemlerini iyi derecede bildiğini düşünüyor musun?
Hayır !
Fizik kanunlarını?
Hayır!
Atomun yapısından bahsedebilir misin?
Hayır!
Ya, biyolojinin temel konuları…
Bilmiyorum!
Nabi ya da Sümmani hakkında neler biliyorsun?
…!
Dostoyevski’den bir şeyler okudun mu?
Okumadım!
Farabi’nin, Kindi’nin, Kant’ın kim olduklarını biliyor musun?
…!
Nizamı Cedit nedir?
…!
Okul sana kitap okuma alışkanlığı kazandırabildi mi?
Maalesef!
Serbest Fırka’nın kurucusu kimdir?
Hatırlayamadım.
3 ayda 1 kitap okuyabiliyor musun?
Hayır!
Hayatının geri kalan kısmında ne yapacağını biliyor musun?
Hayır!
Okul sıralarında geçen 12 yıl. Onlarca zorunlu ders. Yüzlerce sınav. Ve sonuç: Kocaman bir boşluk!
****
Bildiğim kadarıyla 2018 LGS’ de matematik ortalaması 1.6 idi…
Yani bu 20 soruda, sadece 2 doğru demek…
Matematik öğretmenlerinin ortalaması da pek iyi sayılmaz.
Öğretmenlik Alan Bilgisi Testi (ÖABT) sonuçlarına göre lise matematik öğretmenleri, 50 sorudan ortalama 9’unu ancak doğru cevaplayabiliyor. En başarılı olanlar ise 50 sorudan ortalama 32’sini doğru yapan Türkçe öğretmenleri.
Elbette bu tablo eğitim sisteminin sahip olduğu bir çok handikaptan sadece biri.
Durum böyleyken tıpkı din derslerinde olduğu gibi zorunlu olarak görülen felsefe dersiyle ilgili ümit var olmamak için pek çok haklı nedenimiz yok mu?
Dişleri sökülmüş bir aslan gibi yerleşik kanaatleri sarsma kuvveti elinden alınmış bir felsefe dersi, öğrenciler arasında mizah mevzusu olmak dışında neye yarar ki?
Kaldı ki hangi devlet çocuklarını Sokrates’in betimlediği biçimde “at sineği” olabilecekleri bir felsefi terbiyeden geçirmek ister.
Din dersini düşünün… Din derslerinin, ortalama yükseltmek için kullanılan, en rahat geçilen ders olduğunu bilmeyen var mı?
Hangi devlet toplum yapısının üzerinde yükseldiğini düşündüğü dini dayanakları, akıl ve vahiy perspektifiyle cüretkarca sorgulayacak öğrenciler yetiştirmek ister.
Beden, çift kale maç yaptığımız; müzik ise dinlenip çene çaldığımız ve idarenin de bütün bunlara göz yumduğu derslerdi bizim zamanımızda; değişen pek bir şey olduğunu sanmıyorum.
Dolayısıyla derslerin zorunlu-seçmeli hale getirilmesinin yanında çok küçük kalacağı sorunlarımız var, ki odaklanmamız gereken asıl yer de burası bence. Eğitim sisteminin yapısal sorunları, öğretmenler üzerine yüklenen anlamsız-gereksiz formaliteler, öğretmenlerin kişisel gelişim olanaklarının kısıtlı oluşu, öğrencilerin aydınlatılacak ruhlar olarak görülmemesi, sürpriz sistem değişiklikleri, öğrenciyi rehin alacak ödev yoğunluğu, hala büyük oranda bilgiye-ezbere dayalı olan müfredat, ideolojik kaygıların belirleyici olması, hiyerarşik tarafı ağır basan otoriter öğretim metodu, sınava odaklanmış bir sistem, ders çeşitlerinin fazlalığı ve eğitimin herkes için mecburi olması gibi yığınla sorun zorunlu derslerdeki başarı oranını asgari seviyede tuttu şimdiye kadar. Bu böyle gidemez…
Eğitim sisteminde öncelikle bu tür altyapı sorunları çözülmeli ki üst yapıdaki yenilikler faydalı hale gelebilsin ve başarı seviyesi yükselebilsin.
Yoksa her yıl tadilat programı açıklamaya devam ederiz.