Devlet emriyle öldürmek
Binlerce insan öldürüldü Güneydoğu’nun sokaklarında.
Sevgilisiyle el ele parkta dolaşan gençleri bile alıp götürerek işkencelerle öldürdüler.
Herhangi bir ahlaksız muhbirin işareti, en küçük bir kuşku, insanların öldürülmesine yetiyordu.
JİTEM üyesi olan en düşük rütbeli subaylar bile keyiflerince ölüm emri verebiliyorlardı.
“Beyaz Toros’a binen” genellikle bir daha evine dönemiyordu.
Şimdi o “faili meçhul” dosyaların bir kısmı açılıyor, ölümlerin hesabı sorulmaya başlanıyor.
Tam bu aşamada, emekli Korgeneral Atilla Kıyat, Habertürk televizyonunda bir açıklama yaptı.
Dedi ki, “o ölümlerin emirlerini o dönemin yöneticileri verdi, öldüren subaylar sadece emirlere uydular.”
Korgeneral Kıyat sıradan biri değil, ordunun zirvelerine yükselebilmiş, devleti ve orduyu bilen biri.
Söylediğini bilerek söyleyen biri.
Subayların “emir alarak” da olsa insanları sokaklarda, işkencehanelerde, dere kenarlarında, köprü altlarında vurmaları onların suçlarını hafifletmez, NAZİ cellâtlarının hepsi de emirle öldürdüler ama bu durum onları suçluluktan kurtarmadı.
Kendisine “bir sivili sokakta öldürmesi için” emir verilen subay, askerliğe de, yasaya da aykırı olan bu emre itiraz etmezse suçlu duruma düşer ve bu suçun hesabını verir.
Kıyat’ın sözleri, bugün yargılananları kurtarmaz ama “yargılanması gereken” herkesin henüz yargılanmadığını gösterir.
Emekli korgeneralin sözlerini bir “suç duyurusu” olarak kabul etmek zorunda savcılar.
Ve, “faili meçhul” soruşturmalarını o dönemin sivil ve asker bütün yöneticilerini kapsayacak biçimde genişletmeliler.
Bu cinayetlerin içinde kim varsa, cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı yasaların önünde hesap vermeli.
Hiçbir makamın “cinayet suçu” karşısında dokunulmazlığı yoktur.
Kimse, “gidin Kürtleri öldürün” diye emir veremez.
JİTEM’ci subaylardan, eski ülkücülerden, mafyadan oluşmuş “ölüm mangaları” oluşturarak insanları öldürtemez.
Korgeneral Kıyat’ın sözlerinin ne anlama geldiğini anlamak için Susurluk dosyalarını da yeniden açmak gerekir.
Sadece, askerlerle politikacıları değil, o dönem bu cinayetlerin üstünü örten, soruşturmayan, dosyaları savsaklayan, görevini yapmayan savcılarla yargıçlar da bu “soruşturmaya” dahil edilmeli.
Korkunç bir Kürt kıyımı yaşadığımız o dönem, bu toplumu da, bu devleti de mahvetti.
Çürüttü.
Mafyayla ilişkili generallerin, Yargıtay başkanlarının, MİT görevlilerinin, subayların ortaya çıkmasına neden oldu.
Devlet görevlileri bir yandan Kürtleri öldürürken bir yandan da paylaşamadıkları “uyuşturucu” paraları için birbirlerini öldürdüler.
Bunları unutmaya hakkımız yok.
Hemen hemen herkesin “ailesinden” birini bu korkunç kıyıma kurban verdiği o dönem için Kürtlere “unutalım gitsin” diyemeyiz.
Bu ülkenin sadece bir “özür” borcu yok Kürtlere, o suçların bir daha işlenmeyeceğini, bir daha kimsenin öldürülemeyeceğini, işkence görmeyeceğini garanti edebilmemiz için bütün sorumluları da yargılamalıyız.
Çocuğunun, babasının, kardeşinin, eşinin cenazesini bile bulamamış insanlar yaşıyor Güneydoğu’da.
“Cinayet emirlerini” verenlerin ellerini kollarını sallayarak dolaşması onların acılarına hakaret etmekten başka ne anlama gelir?
Bugün bu ülke barışa ulaşmakta bu kadar zorlanıyorsa, bunun en temel nedenlerinden biri o dönem Kürtlere yaşatılan o büyük acıdır, o kahredici çaresizliktir, hesap sorulmasının bile yasaklanmasıdır, katillerin her mahkemeden sırıtarak çıkmasıdır.
Kürtler o günleri nasıl unutur?
Niye unutsunlar?
Bir daha o katliamın yaşanmayacağına nasıl güvensinler?
Niye güvensinler?
Katilleri ve o katillere emir verenleri bulmak zorundayız.
Sadece Kürtlere karşı değil, bütün insanlığa karşı borcumuz bu.
Bu, bir insanlık suçu çünkü.
Bu insanları yakalayın ve eski cumhurbaşkanı, başbakan, genelkurmay başkanı falan demeden götürüp Diyarbakır’da yargılayın.
Bu yargılamalarla Kürtlerden ve bütün insanlıktan özür dileyip, vicdanımızdaki ağır yükü de belki bir nebze hafifletebiliriz.